15 Eylül 2015 Salı

Kongre organizasyonları üzerine

Bilgi; yaşam kalitesini yükselttiği, işleri ve ilişkileri geliştirdiği, sorunları çözdüğü, verimi, huzuru, güveni ve morali artırdığı ölçüde değeri yükselen bir sermaye olarak kabul görmekte; sahibi için karmaşık bir süreci anlaşılabilir ve üstesinden gelinir bir hale sokmaktadır. Bu nedenle bilimsel bilgi üretimi üniversiteler için öncelikli alanlardan biridir.

Üniversitelerin sayıları hızla artınca, öğretim üyesi ihtiyacı da arttı. Mevcut üniversiteler bir yandan yeni öğretim üyesi yetiştirmek, öte yandan öğrenci yetiştirmek ve bilimsel çalışmalar yaparak uluslararası platformlarda ülkenin sesini duyurmaya çalışmak gibi bir dizi görevle karşı karşıya kaldılar. Zaten eğitim öğretim ve yayın faaliyetleri akademik personelin asli faaliyeti. Bununla birlikte yolunda gitmeyen, adını koymakta zorlandığım kimi hususlar var. Ağırlıklı olarak yeni kurulan kimi üniversitelerde görevli öğretim elemanları yurt dışı yayını yapmak; uluslararası etkinlik düzenlemek gibi bir dizi girişimlere başladılar; bu etkinlikleri düzenleyenlerin bilimsel yetkinliklerinden ziyade tanınırlıklarını artırmak, yapılan organizasyonlardan ekonomik birikim elde etmek ve burada değinmek istemediğim başka amaçlara yönelmeye başladılar. Kimi öğretim üyeleri, katıldığı bir yurt dışı etkinliğinde tanıştığı öğretim elemanlarıyla anlaşıp, bu kişilerin adını kullanarak uluslararası bilimsel etkinlik düzenliyor veya akademik yayın faaliyetleri yapmaya başlıyor. Gün geçmiyor ki e-posta kutusuna bir iki etkinlik duyurusu, yayın hayatına yeni başlayan bir dergi için hakemlik, yazarlık vd gibi çağrılar geliyor.


Ulusal olması gereken etkinlikler artık "uluslararası katılımlı" değil; "uluslararası" diye adlandırılıyor. Toplantılarda hemen herkes Türkçe konuşuyor; bildiriler Türkçe sunuluyor; katılımcılar kahır ekseriyetle Türkiye’deki üniversitelerden geliyor. Arada bir iki kişi yurt dışından gelirse geliyor; o kadar.

İnternet üzerinden veya eşzamanlı olarak basılı nüshaları ile yayın yapan ciddi dergileri tenzih ederek söylemek isterim ki yeni kurulan ve internet üzerinden yayın yapan dergilere bakınca, yayın yerlerinin yurt dışında bir yer olduğu bilgisinin dışında akademik ağırlığı olmadığını görüyorum. Kim nereden yayın yapıyor; arkasındaki akademisyenler kim belli değil. Hatta kimi dergiler var, bir iki sayı sonra yayın hayatına son veriyor. Sürdürülebilirlikleri yok. 

Bu mecrada da bilimsel faaliyetlerin ticarileştiğini görmek, gerçek anlamda bilimsel çalışma yapanları, bilimsel bilgi üretenleri rahatsız edici boyutlara ulaştı.

Yukarıda da değindiğim gibi, artık ulusal boyutlarda bir etkinlik düzenlenmiyor. Düzenlense de bu etkinliklere itibar eden yok. Bu etkinlikler de konuşmacıya verilen bir çeyrek saatle sınırlı. Bu sürede konuşmacı hangi bilimsel sorunu gündeme getirsin; ele aldığı konunun hangi boyutunu kiminle nasıl tartışsın; belli değil. Çeviri için yapılan bir benzetme aklıma geldi.  Özgün eserin önemine vurgu yapmak üzere, “Çeviri, sevgiliyi peçe üzerinden öpmeye benzer” demiş bir düşün adamı. Bizim kongreler de o hesap, bilimsel bilgiyi bilgi şölenlerinde tadıyor, ama masadan doyamadan kalkıyoruz.

Biraz ilgi uyandıran tebliğleri “kongre bildiri kitabında” ara ki bulasın. Bildiriler yayımlandığında daha düşük puan getirmesin diye, kenarından köşesinden düzeltip, “hakemli” bir dergiye makale olarak postalanıyor. Böylece “makale” adı altında yayımlanan “bildiriler” sahibine akademik yükseltilme süreçlerinde hem daha yüksek puan getiriyor, hem de “indexler tarafından taranan” bir dergide yayın yapmış olmanın hazzını tattırıyor.

Sanal bir örnek üzerinden gidelim: Bir üniversitede görev yapan bir grup çalışan, bilimsel bir etkinlik düzenlemeye karar veriyor. Önce Türkiye’de alanda kariyer yapmış öğretim elemanları “Google” üzerinden taranıyor ve bilim kurulu, hakem kurulu için isimler derleniyor; bunlardan görece olarak daha deneyimli ve kıdemli olanlar danışma kuruluna, yıldızı yeni parlayanlar bilim kuruluna, diğerleri de hakem kuruluna yazılıyor. Rektör ve bilumum üst yöneticiler de onur kuruluna yazılıyorlar. Organizasyonla ilgili web sayfası hazırlanıp yayına veriliyor. İşin ticari boyutuna gelince... Gelecek konukların konaklama ve iaşelerinin karşılanması, organizasyon giderleri yaklaşık olarak hesaplanıyor. Acenteler ile görüşmek yerine ya kişiler ya da döner sermaye işletmeleri devreye giriyor. Oteller ile acente fiyatı üzerinden anlaşılıyor. Üniversitelerdeki yemekhanelerden günlük tabldot yıldızlı otel fiyatı üzerinden ücretlendiriliyor. Sponsorlar bulunup kongre kiti bedavaya getiriliyor veya maliyetler düşürülüyor. Bundan sonra hazırlanan bir iki sayfalık kongre duyurusu gerek hazırlanan kongre sayfası üzerinden, gerekse e-posta ile üniversitelere duyuruluyor. Başvurular alınıyor. Döner sermaye veya dış alım yoluyla dört beş yıldızlı oteller ile kamu misafirhanesi fiyatı üzerinden anlaşılıp; kayıt ücreti dışında tam pansiyon konaklama kaydı ile günün rayiç bedelleri üzerinden pazarlama yapılıyor. Katılımcılara otel ücretinin de üniversitenin döner sermaye işletmesi veya dışarıdan anlaşılan şirketin hesabına yatırılması isteniyor. Kongreye önerilen bildirilerin hemen hiç biri bir ön elemeden, değerlendirmeden geçirilmiyor. Başvurular, neredeyse hakem görüşü alınmadan, içeriklerin bilimsel yetkinlikleri denetlenmeden, sorgulanmadan kabul ediliyor. Yeterli başvuru alamayan organizasyonlar başvuru süresini "gösterilen yoğun ilgi" nedeniyle defalarca uzatmakta bir sakınca görmüyor. Katılımcılara üniversitenin yemekhanesinde çıkan tabldottan öğle yemeği veriliyor. Sabah ve öğleden sonraki oturumlar için verilen birer arada kâğıt/plastik bardaklarda çay, kahve ve -çoğu zaman- bayatlamış kuru pasta ikramı yapılıyor. Sabah kahvaltısı ve akşam yemekleri zaten otellerde, misafirhanelerde veriliyor. Gala yemeği de organizatörün keyfine kalmış. Kimi yerlerde onlar da verilmiyor. Çünkü organizasyona gelen katılımcılar ya bildirisinin olduğu gün geliyor yahut bir arkadaşına ricacı olup, bildirisinin okumasını sağlıyor. Bir destekleyici firmadan alınan çanta içine sempozyum programı, bildiri özet kitabı biri ki bloknot ile katılımcılara kayıt sırasında takdim ediliyor.

Kongre otellerine gelince, onlar da bir başka konu. Oteller, kongre için gelen katılımcılara fatura vermiyor; muhatap olarak üniversite döner sermaye işletmesini, organizasyon sekretaryasını veya hizmet alımı yapılan şirketi muhatap olarak gösteriyor. Fatura için ısrar edenlere de kendilerinin döner sermaye işletmesi (DSİ) ile acente fiyatı üzerinden toptan anlaştıklarını belirtilip, konaklama sırasındaki ekstra harcamalar için belge veriyorlar. Bu otellerde sabah kahvaltısı, akşam yemeği verilmekle birlikte, su dâhil her türlü içecek ekstra olarak kabul edilip konuklardan yabancı para cinsi üzerinden talep ve tahsil ediliyor.

Bir konuda karar verdim. Türkiye’de duygusal nedenlerle, uluslararası bir kongre organizasyonuna katılmayacağım. Hele yeni kurulan bir üniversiteyi desteklemek; gelişimine katkıda bulunmak gibi idealist ayaklara yatmayacağım; organizasyonu sorup soruşturup öyle katılacağım. Ama merakımı mazur görün, bu üniversitelerde çalışanlar, bir yandan akademik etkinlik düzenleyip performans puanı biriktirirken, öte yandan para kazanmayı kimden ve nereden öğrenmişler? Onları bu tür davranışa yönelten nedenler neler? Olası cevaplar üzerinde günlerce tartışılabilir.

Peki, ne yapmak lazım?

Aslında ne yapmak gerektiğini ben de tam olarak bilemiyorum. Ama kongre organizatörleri ile akademisyenleri birbirinden ayırmak lazım. Kongre organizasyonlarının kongre otellerinde/kongre merkezlerinde bu işin profesyonellerince kurulan, deneyimli, saygınlık kazanmış şirketler üzerinden yapılması gerektiğini düşünüyorum. Alan uzmanlarının da ego tatmini, kıskançlık, menfaat ve çıkar ilişkilerinden arındırılmış bilimsel programların oluşturulması konusunda ciddi mesai harcaması gerektiğini...

Bir uzakdoğu sözüyle bitireyim: Unutmamalı ki pirincin içindeki siyah taşları ayıklamak kolaydır; asıl incelik dişleri kıran beyaz taşların ayıklanmasında yatmaktadır. Yoksa hepimiz kırılan dişlerin sorumlusu olacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...