Bilgi;
yaşam kalitesini yükselttiği, işleri ve ilişkileri geliştirdiği, sorunları
çözdüğü, verimi, huzuru, güveni ve morali artırdığı ölçüde değeri yükselen bir sermaye
olarak kabul görmekte; sahibi için karmaşık bir süreci
anlaşılabilir ve üstesinden gelinir bir hale sokmaktadır. Bu nedenle bilimsel
bilgi üretimi üniversiteler için öncelikli alanlardan biridir.
Ulusal olması gereken etkinlikler artık "uluslararası katılımlı" değil; "uluslararası" diye adlandırılıyor. Toplantılarda hemen herkes Türkçe konuşuyor; bildiriler Türkçe sunuluyor; katılımcılar kahır ekseriyetle Türkiye’deki üniversitelerden geliyor. Arada bir iki kişi yurt dışından
gelirse geliyor; o kadar.
İnternet üzerinden veya eşzamanlı olarak basılı nüshaları ile yayın yapan ciddi dergileri tenzih ederek söylemek isterim ki yeni kurulan ve internet üzerinden yayın yapan dergilere bakınca, yayın yerlerinin yurt dışında bir yer olduğu bilgisinin dışında akademik ağırlığı olmadığını görüyorum. Kim nereden yayın yapıyor; arkasındaki akademisyenler kim belli değil. Hatta kimi dergiler
var, bir iki sayı sonra yayın hayatına son veriyor. Sürdürülebilirlikleri yok.
Bu mecrada da bilimsel faaliyetlerin
ticarileştiğini görmek, gerçek anlamda bilimsel çalışma yapanları, bilimsel bilgi
üretenleri rahatsız edici boyutlara ulaştı.
Yukarıda da değindiğim gibi, artık ulusal boyutlarda bir
etkinlik düzenlenmiyor. Düzenlense de bu etkinliklere itibar eden yok. Bu
etkinlikler de konuşmacıya verilen bir çeyrek saatle sınırlı. Bu sürede
konuşmacı hangi bilimsel sorunu gündeme getirsin; ele aldığı konunun hangi boyutunu kiminle nasıl
tartışsın; belli değil. Çeviri için yapılan bir benzetme aklıma geldi. Özgün eserin önemine vurgu yapmak üzere, “Çeviri,
sevgiliyi peçe üzerinden öpmeye benzer” demiş bir düşün adamı. Bizim kongreler
de o hesap, bilimsel bilgiyi bilgi şölenlerinde tadıyor, ama masadan doyamadan kalkıyoruz.
Biraz ilgi uyandıran tebliğleri “kongre
bildiri kitabında” ara ki bulasın. Bildiriler yayımlandığında daha düşük puan
getirmesin diye, kenarından köşesinden düzeltip, “hakemli” bir
dergiye makale olarak postalanıyor. Böylece “makale” adı altında yayımlanan “bildiriler” sahibine akademik yükseltilme süreçlerinde hem daha yüksek puan getiriyor, hem de “indexler tarafından taranan” bir
dergide yayın yapmış olmanın hazzını tattırıyor.
Sanal bir örnek üzerinden gidelim: Bir üniversitede görev yapan bir grup çalışan, bilimsel
bir etkinlik düzenlemeye karar veriyor. Önce Türkiye’de alanda kariyer
yapmış öğretim elemanları “Google” üzerinden taranıyor ve bilim kurulu, hakem
kurulu için isimler derleniyor; bunlardan görece olarak daha deneyimli ve
kıdemli olanlar danışma kuruluna, yıldızı yeni parlayanlar bilim kuruluna,
diğerleri de hakem kuruluna yazılıyor. Rektör ve bilumum üst yöneticiler de
onur kuruluna yazılıyorlar. Organizasyonla ilgili web sayfası hazırlanıp yayına veriliyor. İşin ticari boyutuna gelince... Gelecek konukların
konaklama ve iaşelerinin karşılanması, organizasyon giderleri yaklaşık olarak hesaplanıyor. Acenteler ile görüşmek yerine ya kişiler ya da döner sermaye
işletmeleri devreye giriyor. Oteller ile acente fiyatı üzerinden anlaşılıyor.
Üniversitelerdeki yemekhanelerden günlük tabldot yıldızlı otel fiyatı üzerinden
ücretlendiriliyor. Sponsorlar bulunup kongre kiti bedavaya getiriliyor veya
maliyetler düşürülüyor. Bundan sonra hazırlanan bir iki
sayfalık kongre duyurusu gerek hazırlanan kongre sayfası üzerinden, gerekse e-posta ile
üniversitelere duyuruluyor. Başvurular alınıyor. Döner sermaye veya dış alım yoluyla dört beş yıldızlı oteller
ile kamu misafirhanesi fiyatı üzerinden anlaşılıp; kayıt ücreti dışında tam
pansiyon konaklama kaydı ile günün rayiç bedelleri üzerinden pazarlama
yapılıyor. Katılımcılara otel ücretinin de üniversitenin döner sermaye
işletmesi veya dışarıdan anlaşılan şirketin hesabına yatırılması isteniyor. Kongreye önerilen bildirilerin
hemen hiç biri bir ön elemeden, değerlendirmeden geçirilmiyor. Başvurular, neredeyse hakem görüşü alınmadan, içeriklerin bilimsel yetkinlikleri denetlenmeden, sorgulanmadan kabul ediliyor. Yeterli başvuru alamayan organizasyonlar başvuru süresini "gösterilen yoğun ilgi" nedeniyle defalarca uzatmakta bir sakınca görmüyor. Katılımcılara
üniversitenin yemekhanesinde çıkan tabldottan öğle yemeği veriliyor. Sabah ve öğleden sonraki
oturumlar için verilen birer arada kâğıt/plastik bardaklarda çay, kahve ve -çoğu zaman- bayatlamış kuru pasta
ikramı yapılıyor. Sabah kahvaltısı ve akşam yemekleri zaten otellerde, misafirhanelerde veriliyor. Gala yemeği de organizatörün keyfine kalmış. Kimi yerlerde onlar da
verilmiyor. Çünkü organizasyona gelen katılımcılar ya bildirisinin olduğu gün geliyor yahut
bir arkadaşına ricacı olup, bildirisinin okumasını sağlıyor. Bir destekleyici firmadan alınan çanta içine sempozyum programı, bildiri özet kitabı biri ki bloknot ile katılımcılara
kayıt sırasında takdim ediliyor.
Kongre otellerine gelince, onlar da bir başka konu. Oteller, kongre için gelen katılımcılara fatura vermiyor; muhatap olarak üniversite döner sermaye
işletmesini, organizasyon sekretaryasını veya hizmet alımı yapılan şirketi muhatap olarak gösteriyor. Fatura için ısrar edenlere de kendilerinin döner
sermaye işletmesi (DSİ) ile acente fiyatı üzerinden toptan anlaştıklarını
belirtilip, konaklama sırasındaki ekstra harcamalar için belge veriyorlar. Bu otellerde sabah kahvaltısı, akşam yemeği verilmekle birlikte,
su dâhil her türlü içecek ekstra olarak kabul edilip konuklardan yabancı para
cinsi üzerinden talep ve tahsil ediliyor.
Bir konuda karar verdim.
Türkiye’de duygusal nedenlerle, uluslararası bir kongre organizasyonuna katılmayacağım. Hele yeni kurulan bir üniversiteyi desteklemek; gelişimine katkıda bulunmak gibi idealist ayaklara
yatmayacağım; organizasyonu sorup soruşturup öyle katılacağım. Ama merakımı mazur görün, bu üniversitelerde çalışanlar, bir
yandan akademik etkinlik düzenleyip performans puanı biriktirirken, öte yandan
para kazanmayı kimden ve nereden öğrenmişler? Onları bu tür davranışa yönelten
nedenler neler? Olası cevaplar üzerinde günlerce tartışılabilir.
Peki, ne yapmak lazım?
Aslında ne yapmak gerektiğini ben de tam olarak bilemiyorum. Ama kongre organizatörleri ile akademisyenleri birbirinden ayırmak lazım. Kongre organizasyonlarının
kongre otellerinde/kongre merkezlerinde bu işin profesyonellerince kurulan, deneyimli, saygınlık kazanmış şirketler üzerinden yapılması gerektiğini düşünüyorum. Alan uzmanlarının da ego tatmini, kıskançlık, menfaat ve çıkar ilişkilerinden arındırılmış bilimsel programların
oluşturulması konusunda ciddi mesai harcaması gerektiğini...
Bir uzakdoğu sözüyle bitireyim: Unutmamalı ki pirincin içindeki siyah taşları ayıklamak kolaydır; asıl incelik dişleri kıran beyaz taşların ayıklanmasında yatmaktadır. Yoksa hepimiz kırılan dişlerin sorumlusu olacağız.
Bir uzakdoğu sözüyle bitireyim: Unutmamalı ki pirincin içindeki siyah taşları ayıklamak kolaydır; asıl incelik dişleri kıran beyaz taşların ayıklanmasında yatmaktadır. Yoksa hepimiz kırılan dişlerin sorumlusu olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder