3 Eylül 2015 Perşembe

homo homini lupus

Her yeni güne alışılmadık duygularla başlıyoruz. Her bir yeni gün, bir zamanlar İstanbul’da çıkan “halka ve olaylara” Tercüman adlı günlük gazetenin alt başlığındaki sloganı çağrıştırıyor: “Her sabah dünya yeniden kurulur; her sabah taze bir başlangıçtır.”

Son yıllarda bu taze başlangıçlar hiç de hayra alamet başlangıçlar gibi görünmüyor. Türkiye’de ilginç olaylara tanık oluyoruz. Nedenini bilemediğimiz, aklımızın almadığı olaylar birbirini izliyor. Bir kesimin, “yıllarca dışlanan, tepeden bakılan, adam yerine koyulmayan, adeta sömürülen, köylü, çoban, baldırı çıplak, makarnacı, kömürcü, cahil gözüyle bakılan en alttaki insanların toplum içinde ayağa kalkmasından son derece rahatsız olmaya başladığı” görülüyor. Bir başka kesimin de dün canım, ciğerim dediği; birinin ötekinin derdiyle dertlendiği günleri geride bıraktığı; karşıt kutuplara geçtiği görülüyor.

Adeta, dünün doğruları, bugünün yanlışları olarak anlatılıyor. Vatandaşın kafası karışmış; geçim derdinde.  

Millete hizmet edenler ile milletin oluşturduğu katma değerlerden nemalanmaya çalışanlar ayrı sevdaların peşinde; menfaat sahipleri kol kola görülüyor. Kim haklı, kim mağdur anlamak adeta mümkün değil.

Dün siyaset sahnesinde birbirine demedik laf bırakmayanlar; düşmanların kavgada söylemediği sözleri bırakmayanlar, bugün birbirinin destekçisi gibi görünüyor[1] veya bunun tam tersi. Siyasi literatür tahammül sınırlarını zorlayan söz ve söylemlerle doluyor. Birisi veya birileri ortaya çıkıyor, sosyal medya üzerinden ‘yakında operasyonlar başlayacak’ gibi gündem oluşturacak haberleri paylaşıyor; kimi doğru da çıkıyor; lakin bu şahsın kim olduğu tespit edilemiyor.

Bir bayram sabahı uyanıyorsunuz. Bütün medya trafik teröründe hayatını kaybeden veya yaralan vatandaşların haberini öne çıkarmış; lokmalar boğazınızdan geçmiyor. Her geçen gün yeni yollar yapılmış; araçların standartları gelişmiş ülkelerdekilerden hiç de geri değil. Lakin aracın üstüne çıkan, birbirine saygıyı unutuyor; kural tanımaz birer canavara dönüşüyor.  Alınan hiçbir tedbir, tam olarak amacına ulaşamıyor.

Başka bir günün aydınlık sabahına merhaba demek istiyorsunuz; ne mümkün. O gün güvenlik güçlerine kurulan kalleş pusularda hayatını kaybeden askeri, polisi, kamu görevlilerinin olduğunu öğreniyor veya dinliyorsunuz; terörün her türlüsüne lanet olsun demekten başka bir çıkar bulamıyorsunuz. Kimin neyi paylaşmak istediğini soruyor, sorguluyor, cevabını bulamıyorsunuz. Okuduklarınız, kendinizce yaptığınız analizleriniz iç ve dış bağlantıların safları sıklaştırdığını haber veriyor sanki…

Foto: Hürriyet-DHA, Nilüfer Demir
Yaşadıklarımıza tanıklık etmenin yanında, defolarımıza da dikkat çekmek üzere yazdığım bu satırları okuduktan sonra söylenecek başka sözün kalmadığını, insanların her gün insanlıklarından utandıkları yeni bir güne merhaba dediğini anlayacaksınız. Bir zamanlar vizesiz, pasaportsuz gittiğimiz dost ve kardeş ülke Suriye’nin bugün türlü hesaplar uğruna perişan edilmiş vatandaşlarının sahile vurmuş cesetleri, yaşanan insanlık dramını ortaya koyarken yüreklerimizi de dağlıyor.

Bu konuya ilişkin olarak sosyal medyada pek çok tepki yer aldı. Sanırım en anlamlısı da Ahmet Ümit’in ve ona benzer mesajların içeriğinde gizliydi. “İnsanlığın bittiği yer filan yok, o bir ütopyaydı, insanlık hiç başlamadı ki bitsin.”

Gerçekten Türkiye’yi mesken tutan Suriyelileri “muhacir” olarak görüp, onlara “ensar” olmaya çalıştık; bir yere kadar lokmalarımızı da paylaştık; ama bir yere kadar; olmadı, Türkiye’nin imdat çığlıklarını duyan “medeni” Avrupalının yardım sesi duyulmadı. Akdeniz, çaresiz insanların can pazarına döndü. Birileri bunların üzerinden para kazandı; birileri de insanlık dersleri vermeye kalktı; lakin, pek azı sahile vuran balinaya gösterilen ilgiyi gösterdi. Aksine, Avrupalının yabancı düşmanlığı damarı tuttu; kimi şehirlerdeki gösterilerde ayranı kabardıkça kabardı.

Bir başka gün, gazetelerden Ege Denizi’ne açılan, Yunanistan adalarına çıkmak, oradan da Avrupa ülkelerine gitmeyi hayal eden Suriyeli mültecilerin botlarının Yunan sahil güvenlik teknelerindekilerce patlatıldığını ve geri dönmeye zorlandıklarını okuduk. Haberlerde insanların bu yolla Avrupa sevdalarından vaz geçmelerinin sağlanılmaya çalışıldığını okuduk. Balıkçılar can pazarına dönen denizden insan bedenlerini sayarak toplarken, çağdaş, medeni Avrupalı dostlarımızın, kendi aralarında yaptıkları istişarelerde, bu insanların Türkiye’de tutulmasının yollarını tartıştığını öğrendik.

İnsanların çaresizliği, yeni bir hayat için beslediği umutlar kimi hemcinsleri için çoktan yeni bir geçim kaynağı olmuş durumda. Çarşıda, pazarda bir umut peşinde kumsallarda bekleşen insanlara bot, can yeleği vs satılırken, kimsenin “N’oluyor?” diye sormaması akıllara zarar. Muşambadan, kıymık süngerlerden üretilmiş, hayat kurtarmaktan ziyade kendine hayrı olmayacak mamullerden para kazananların yanı sıra bir de “beach” müdavimleri var. Gazeteciler sabahları sahile vurmuş çocuk cesetlerini fotoğraflarken, akşamları kumdan kaleler yapan çocukların ablalarının veya abilerinin sıra dışı eğlencelerini haber yapıyor.

Ülkeyi yönetmeye talip olanlara “inat etmeyi bırakın; millet kavga değil, çözüm üretmenizi bekliyor” demek hayır etmiyor. Akıl yerini hırslara terk etmiş. Ülkemiz, insanlarımız, örfümüz, insanlığımız giderek kirleniyor. Ülke, gereksiz tartışmalarla vakit kaybediyor. Ülkeye, idareye başkaldırının adı "sivil itaatsizlik" diye allanıp pullanıyor. Dün kardeş, barış sözlerini ağızlarından düşürmeyenler, bugün kamu görevi yapmaktan başka bir dahli olmayanlara tuzak kuruyor; ülkede terör ve teröristlere övgüler düzenler çıkıyor; aynı gök kubbenin altında barış ve huzurla yaşayanlar şucu, bucu diye ayrıştırıldıkça ayrıştırılmaya çalışılıyor. Heinrich Böll’ün II. Dünya Savaşı’ndan sonra yazdığı gibi artık evlerin bacası tütmüyor, çocuklar yetim, öksüz büyüyor. Ortalık yangın yerine dönmüş; halkın sabrı zorlanıyor. 

Avrupalı Türkiye’nin her yeni gün bir krizden ötekine savrulmasını adeta elini ovuşturarak seyrediyor. Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarlar, çaresiz insanlara yardım etmek bir yana, bir yandan Türkiye’nin verdiği mücadeleye “aferin” çekiyor; güzel sözlerle gönlümüzü almaya çalışıyor, öte yandan kirli savaşın etkisiyle ekonomisini düzeltmeye çalışıyor. İnsanlık, bazen iki ülkeyi ayıran sınırdaki tel örgülerin altında aç, susuz dipçik yerken, bazen bir aracın kapalı tentesinde can verirken, bazen de Akdeniz’in soğuk sularında yeni bir hayat peşindeyken batan, batırılan botlarda, sandallarda, insan tacirlerinin elinde çoktan boğulmuş. Dünyanın gözü önünde bir tiyatro oynanıyor.

Özetle, ülkede adeta Romalı komedi yazarı Titus Maccius Plautus (MÖ 254–184) tarafından yazılan Asinaria (Eşeklik) adlı güldürüde geçen homo homini lupus durumları[2] yaşanıyor. İnsanların bir kısmı uzayın derinliklerini keşfetmeye çalışırken, bizim coğrafyamıza yakın bir kısmı cehaletin pençesinde ortaçağ karanlığına geri dönüyor; tarifi imkansız acılarla boğuşuyor. Bodrum sahillerinde yaşanan dram, İngiliz devlet adamı ve filozof Thomas Hobbes’in insanları ve devletleri kendi arasında sınıflandırırken Plautus'tan uyarladığı “insan, insanın kurdudur” ifadesinin ete bürünmüş hali olarak zuhur ediyor.









[1] Bkz.: Yılmaz Özdil (02.09.2015). Müsvedde. Sözcü Gazetesi. http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yilmaz-ozdil/musvedde-925646/ (2 Eylül 2015/Çarşamba).
[2] Plautus, özgün metinde Merc, Leonida’ya şöyle der: lupus est homo homini, non homo, quom qualis sit non novit. (İnsan, tanımadığı insana insan değil, bir kurttur.) Bkz.: Titus Maccius Plautus: Asinaria, 495. In: http://www.thelatinlibrary.com/plautus/asinaria.shtml (03.09.2015). Artur Brückmann ise Almanca çeviri eserde Kaufmann’ın ağzından bu ifadeyi “Çünkü İnsan, tanımadığı insana insan değil, bir kurttur; bu durum insanların birbirini tanımasına kadar geçerlidir” şeklinde tercüme eder (Bkz.: http://gutenberg.spiegel.de/buch/asinaria-1786/4 (03.09.2015)). Bu söz bilahare İngiliz devlet adamı ve filozof Thomas Hobbes tarafından yazılan Devonshire Dükü William Cavendish’e ithaf edilen De Cive adlı eserde kullanması üzerine yeniden gündeme gelmiş ve bilinir hale gelmiştir. Burada yurttaşları ve devletleri kendi arasında karşılaştırırken “İnsan insan için bir tanrıdır” ve “insan insan için bir kurttur” ifadeleri geçmektedir. Bkz.: Thomas Hobbes Lehre vom Bürger. Latince aslı: "Profecto utrumque vere dictum est, Homo homini Deus, & Homo homini Lupus". Elementa philosophica de cive. Amsterdam 1657, S. 10. (https://books.google.de/books?id=PeoTAAAAQAAJ&pg=PP10&hl=tr#v=onepage&q&f=false).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...