Her yeni güne alışılmadık duygularla
başlıyoruz. Her bir yeni gün, bir zamanlar İstanbul’da çıkan “halka ve olaylara”
Tercüman adlı günlük gazetenin alt
başlığındaki sloganı çağrıştırıyor: “Her sabah dünya yeniden kurulur; her sabah
taze bir başlangıçtır.”
Son yıllarda bu taze başlangıçlar
hiç de hayra alamet başlangıçlar gibi görünmüyor. Türkiye’de ilginç olaylara
tanık oluyoruz. Nedenini bilemediğimiz, aklımızın almadığı olaylar birbirini
izliyor. Bir kesimin, “yıllarca dışlanan, tepeden bakılan, adam yerine koyulmayan,
adeta sömürülen, köylü, çoban, baldırı çıplak, makarnacı, kömürcü, cahil gözüyle
bakılan en alttaki insanların toplum içinde ayağa kalkmasından son derece
rahatsız olmaya başladığı” görülüyor. Bir başka kesimin de dün canım, ciğerim
dediği; birinin ötekinin derdiyle dertlendiği günleri geride bıraktığı; karşıt
kutuplara geçtiği görülüyor.
Adeta, dünün doğruları, bugünün
yanlışları olarak anlatılıyor. Vatandaşın kafası karışmış; geçim derdinde.
Millete hizmet edenler ile
milletin oluşturduğu katma değerlerden nemalanmaya çalışanlar ayrı sevdaların
peşinde; menfaat sahipleri kol kola görülüyor. Kim haklı, kim mağdur anlamak
adeta mümkün değil.
Dün siyaset sahnesinde birbirine demedik
laf bırakmayanlar; düşmanların kavgada söylemediği sözleri bırakmayanlar, bugün
birbirinin destekçisi gibi görünüyor[1] veya bunun tam tersi. Siyasi literatür tahammül sınırlarını zorlayan söz ve söylemlerle doluyor. Birisi veya birileri ortaya çıkıyor, sosyal medya üzerinden ‘yakında operasyonlar
başlayacak’ gibi gündem oluşturacak haberleri paylaşıyor; kimi doğru da
çıkıyor; lakin bu şahsın kim olduğu tespit edilemiyor.
Bir bayram sabahı uyanıyorsunuz.
Bütün medya trafik teröründe hayatını kaybeden veya yaralan vatandaşların
haberini öne çıkarmış; lokmalar boğazınızdan geçmiyor. Her geçen gün yeni
yollar yapılmış; araçların standartları gelişmiş ülkelerdekilerden hiç de geri
değil. Lakin aracın üstüne çıkan, birbirine saygıyı unutuyor; kural tanımaz
birer canavara dönüşüyor. Alınan hiçbir tedbir,
tam olarak amacına ulaşamıyor.
Başka bir günün aydınlık sabahına
merhaba demek istiyorsunuz; ne mümkün. O gün güvenlik güçlerine kurulan kalleş
pusularda hayatını kaybeden askeri, polisi, kamu görevlilerinin olduğunu öğreniyor
veya dinliyorsunuz; terörün her türlüsüne lanet olsun demekten başka bir çıkar
bulamıyorsunuz. Kimin neyi paylaşmak istediğini soruyor, sorguluyor, cevabını
bulamıyorsunuz. Okuduklarınız, kendinizce yaptığınız analizleriniz iç ve dış
bağlantıların safları sıklaştırdığını haber veriyor sanki…
Foto: Hürriyet-DHA, Nilüfer Demir |
Yaşadıklarımıza tanıklık etmenin yanında, defolarımıza da dikkat çekmek üzere yazdığım bu satırları okuduktan sonra söylenecek
başka sözün kalmadığını, insanların her gün insanlıklarından utandıkları yeni bir güne merhaba
dediğini anlayacaksınız. Bir zamanlar vizesiz, pasaportsuz gittiğimiz dost ve kardeş ülke Suriye’nin bugün türlü hesaplar uğruna perişan edilmiş
vatandaşlarının sahile vurmuş cesetleri, yaşanan insanlık dramını ortaya koyarken yüreklerimizi de dağlıyor.
Bu konuya ilişkin olarak sosyal
medyada pek çok tepki yer aldı. Sanırım en anlamlısı da Ahmet Ümit’in ve
ona benzer mesajların içeriğinde gizliydi. “İnsanlığın bittiği yer filan yok, o
bir ütopyaydı, insanlık hiç başlamadı ki bitsin.”
Gerçekten Türkiye’yi mesken tutan
Suriyelileri “muhacir” olarak görüp, onlara “ensar” olmaya çalıştık; bir yere
kadar lokmalarımızı da paylaştık; ama bir yere kadar; olmadı, Türkiye’nin imdat çığlıklarını
duyan “medeni” Avrupalının yardım sesi duyulmadı. Akdeniz, çaresiz insanların can
pazarına döndü. Birileri bunların üzerinden para kazandı; birileri de insanlık dersleri
vermeye kalktı; lakin, pek azı sahile vuran balinaya gösterilen ilgiyi gösterdi. Aksine, Avrupalının yabancı düşmanlığı damarı tuttu; kimi şehirlerdeki gösterilerde ayranı kabardıkça kabardı.
Bir başka gün, gazetelerden Ege
Denizi’ne açılan, Yunanistan adalarına çıkmak, oradan da Avrupa ülkelerine
gitmeyi hayal eden Suriyeli mültecilerin botlarının Yunan sahil güvenlik teknelerindekilerce
patlatıldığını ve geri dönmeye zorlandıklarını okuduk. Haberlerde insanların bu
yolla Avrupa sevdalarından vaz geçmelerinin sağlanılmaya çalışıldığını okuduk.
Balıkçılar can pazarına dönen denizden insan bedenlerini sayarak toplarken,
çağdaş, medeni Avrupalı dostlarımızın, kendi aralarında yaptıkları
istişarelerde, bu insanların Türkiye’de tutulmasının yollarını tartıştığını
öğrendik.
İnsanların çaresizliği, yeni bir
hayat için beslediği umutlar kimi hemcinsleri için çoktan yeni bir geçim
kaynağı olmuş durumda. Çarşıda, pazarda bir umut peşinde kumsallarda bekleşen
insanlara bot, can yeleği vs satılırken, kimsenin “N’oluyor?” diye sormaması
akıllara zarar. Muşambadan, kıymık süngerlerden üretilmiş, hayat kurtarmaktan
ziyade kendine hayrı olmayacak mamullerden para kazananların yanı sıra bir de “beach”
müdavimleri var. Gazeteciler sabahları sahile vurmuş çocuk cesetlerini
fotoğraflarken, akşamları kumdan kaleler yapan çocukların ablalarının veya abilerinin sıra dışı eğlencelerini haber yapıyor.
Ülkeyi yönetmeye talip olanlara “inat
etmeyi bırakın; millet kavga değil, çözüm üretmenizi bekliyor” demek hayır etmiyor. Akıl yerini hırslara terk etmiş. Ülkemiz,
insanlarımız, örfümüz, insanlığımız giderek kirleniyor. Ülke, gereksiz tartışmalarla vakit kaybediyor. Ülkeye, idareye başkaldırının adı "sivil itaatsizlik" diye allanıp pullanıyor. Dün kardeş, barış sözlerini
ağızlarından düşürmeyenler, bugün kamu görevi yapmaktan başka bir dahli
olmayanlara tuzak kuruyor; ülkede terör ve teröristlere övgüler düzenler çıkıyor; aynı gök kubbenin altında barış ve huzurla yaşayanlar şucu, bucu diye ayrıştırıldıkça ayrıştırılmaya çalışılıyor. Heinrich Böll’ün II. Dünya
Savaşı’ndan sonra yazdığı gibi artık evlerin bacası tütmüyor, çocuklar yetim, öksüz büyüyor. Ortalık yangın yerine dönmüş; halkın sabrı zorlanıyor.
Avrupalı Türkiye’nin her yeni gün
bir krizden ötekine savrulmasını adeta elini ovuşturarak seyrediyor. Medeniyet
dediğimiz tek dişi kalmış canavarlar, çaresiz insanlara yardım etmek bir yana, bir
yandan Türkiye’nin verdiği mücadeleye “aferin” çekiyor; güzel sözlerle
gönlümüzü almaya çalışıyor, öte yandan kirli savaşın etkisiyle ekonomisini
düzeltmeye çalışıyor. İnsanlık, bazen iki ülkeyi ayıran sınırdaki tel örgülerin
altında aç, susuz dipçik yerken, bazen bir aracın kapalı tentesinde can
verirken, bazen de Akdeniz’in soğuk sularında yeni bir hayat peşindeyken batan,
batırılan botlarda, sandallarda, insan tacirlerinin elinde çoktan boğulmuş. Dünyanın gözü önünde bir tiyatro oynanıyor.
Özetle, ülkede adeta Romalı komedi yazarı Titus
Maccius Plautus (MÖ 254–184) tarafından yazılan Asinaria (Eşeklik) adlı güldürüde geçen homo homini lupus durumları[2]
yaşanıyor. İnsanların bir kısmı uzayın derinliklerini keşfetmeye çalışırken, bizim
coğrafyamıza yakın bir kısmı cehaletin pençesinde ortaçağ karanlığına geri
dönüyor; tarifi imkansız acılarla boğuşuyor. Bodrum sahillerinde yaşanan
dram, İngiliz devlet adamı ve filozof Thomas Hobbes’in insanları ve devletleri
kendi arasında sınıflandırırken Plautus'tan uyarladığı “insan, insanın kurdudur” ifadesinin
ete bürünmüş hali olarak zuhur ediyor.
[1] Bkz.: Yılmaz
Özdil (02.09.2015). Müsvedde. Sözcü
Gazetesi. http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yilmaz-ozdil/musvedde-925646/
(2 Eylül 2015/Çarşamba).
[2] Plautus,
özgün metinde Merc, Leonida’ya şöyle der: lupus
est homo homini, non homo, quom qualis sit non novit. (İnsan, tanımadığı
insana insan değil, bir kurttur.) Bkz.: Titus Maccius Plautus: Asinaria, 495. In: http://www.thelatinlibrary.com/plautus/asinaria.shtml
(03.09.2015). Artur Brückmann ise Almanca çeviri eserde Kaufmann’ın ağzından bu
ifadeyi “Çünkü İnsan, tanımadığı insana insan değil, bir kurttur; bu durum
insanların birbirini tanımasına kadar geçerlidir” şeklinde tercüme eder (Bkz.: http://gutenberg.spiegel.de/buch/asinaria-1786/4
(03.09.2015)). Bu söz bilahare İngiliz devlet adamı ve filozof Thomas Hobbes
tarafından yazılan Devonshire Dükü William Cavendish’e ithaf edilen De Cive
adlı eserde kullanması üzerine yeniden gündeme gelmiş ve bilinir hale
gelmiştir. Burada yurttaşları ve devletleri kendi arasında karşılaştırırken “İnsan
insan için bir tanrıdır” ve “insan insan için bir kurttur” ifadeleri
geçmektedir. Bkz.: Thomas Hobbes Lehre vom Bürger. Latince aslı: "Profecto
utrumque vere dictum est, Homo homini Deus, & Homo homini Lupus".
Elementa philosophica de cive. Amsterdam 1657, S. 10. (https://books.google.de/books?id=PeoTAAAAQAAJ&pg=PP10&hl=tr#v=onepage&q&f=false).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder