15 Eylül 2015 Salı

Gurbette geçmiş yoksa gelecek de yoktur

Geride bıraktığımız yaz aylarında yurdundan uzaklarda, yeni yurt bellediği diyarlarda kendilerine istikbal hazırlamaya çalışan pek çok gurbetçiyi Türkiye’de izin yaparken gördük. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk… Kim olduklarının farkı yoktu. Her biri gönüllerince eğleniyor; Türkiye’de sevdikleri ile birlikte olmanın dayanılmaz hazzını yaşıyordu.

Türkiye’de bazen imrenilerek, bazen de kıskanılarak takip edilen bu göçmen kuşları, kimine göre “Almancı” kimine göre de “gurbetçi” idi. Onlara sorsanız, onlar “Avrupalı Türk” olarak görülmeyi tercih ediyordu. Gurbet, tanımlanması zor bir kavram onlara göre. Bazen Türkiye, bazen de yurt edinmeye çalışılan topraklar gurbet olarak görülüyor. Türkiye’de yaşayanlar alışageldikleri toprakları, yeni vatanlarını; yeni vatanda yaşayanlar da Türkiye’yi özlüyor; anılarıyla birlikte büyüdükleri topraklara dayanılmaz bir özlem duyuyorlar. Benim kanaatime göre her iki duygunun, arada kalmış olmanın, nasıl bir ruh hali yarattığına ayrı ayrı bakmak uygun olacaktır.

Yurt sevgisi her bir kişinin kökünü arama çabasıyla da ilişkili bir dışa vurumdur. Gerek yurdundan uzakta yaşayanlar gerekse yeni vatanlarında doğup büyüyen yeni kuşak gençler, zaman zaman zihinlerini “Buraya nereden geldim?” veya “Aslım ne?” gibi sorularla meşgul ederler. Bu sorular, yaşadıkları çevrede ötekileştirildikleri veya yabancı olarak dışlanmaya maruz bırakıldıkları anlarda daha da kuvvetlenir ve kar topu gibi büyüyen, kimi zaman içinden çıkılmaz bir hal alan soru ve sorunlara cevap aramaya başlarlar.

Adeta “Bir geçmişimiz var. Olmaması da mümkün değil. Oraya dönmek, nefes almak istiyorum.” diyerek yeni vatanlarındaki duygusal örselenmişliğin verdiği yürek ezikliğine teselli aramaya çalışırlar. Yani asıl olanın peşine düşerler. Haksız da sayılmazlar.

Geçmişini merak etmeyenler, modern çağda yaşandıklarını ve modernitenin, yaşanılan çevreye uyum sağlayarak geçmişten bağı koparmayı gerektirdiği gibi bahaneler üretip, geçmişle ilişkisini kesmeye çalışsalar da buna güçleri yetmez. Er geç, asıllarına dönmeye ve kaybettikleri zamanı bir şekilde telafi etmeye çalışırlar.

İster gurbet elde, ister sılada yaşayan gençler bir dizi olumlu-olumsuz deneyimden sonra hem tarihsel asıllarına dönerek, hem de manevi bağlarına daha bir sıkı sarılarak rahatlamaya çalışırlar. Edindikleri hayat tecrübeleri kendilerini bir yerlere getirdiğinde, geleceklerini geçmiş yaşantılarının üzerine kurmaya çalışırlar. Bazen iş işten geçse de “zararın neresinden dönülse kardır” diyerek yeni başlangıçlar yapmaya gayret ederler.

Geçmişi olmayan ve geçmişten söz edemeyenler, yenilik iddiasında bulunamazlar. Yeni ile eski arasındaki ayırımı nasıl yapsınlar? Öyle ya, geçmiş yoksa gelecek, yani yeni de olamaz.

Yenilik ve buna bağlı bir dizi söylemlerin oluşturulabilmesi için geçmiş ve tarihle ilişkilerin koparılmaması gerekir. Geçmişle bağlar koparıldığında kimliksiz bir nesil yetişmeye başlar. Böyle olunca da yenilik iddiası ortadan kalkar.

Geçmişle kurulabilecek en güçlü bağ, köken dilinin kaybedilmemesi ile mümkündür. Bireyler hangi ortamda, hangi şartlarda yaşarsa yaşasın, dilini ve kültürünü ötekileştirmemelidir. Dil ve kültürü ile bağını koparan bireyler, içinde bulunduğu modern düşünce tarzının kendilerine sunduğu yeni hayat biçimi içinde boşluğa düşer; tutunacak dal ararlar. Kuşkusuz, gelenekçi düşünenlerin modernistlere göre farklı bir davranışı, dünya görüşü ve dış görünüşü vardır. Modern çağ, yeni hayat şekillerini de beraberinde getirir ve geçmiş ile yaşanan zamanın değerlerinin birleşmesiyle yeni bir sentez ortaya çıkarır.

Bireyler kendi kimliklerini başarı ile taşıdığı sürece toplum içinde belli bir konuma ulaşıp, o konumunu muhafaza edebilir; anlamlandırabilir; hayata anlam katabilir. Böylece geçmiş ile gelecek arasında da bir köprü kurulabilir. Çünkü geleceğin gövdesi geçmişin üzerinde yeşerir, bedeni geleceğe doğru yol alırken, kökleri geçmişten beslenir; kuvvet alır. Geçmişi olmayan, yok edilen bir kuşak; çimlenmek üzere suya koyulan bir çiçek dalı gibidir. Çimlenen dal toprağına kavuşmadığında çürümeye mahkûmsa, geçmişle bağını koparanların da geleceğini sağlam temellere oturtabilmesi düşünülemez.

İnsanlar yaşanılan her anın keyfini çıkarırken, geçmişin zengin kültürel mirasının verdiği güven duygusunu da hisseder, geleceğe dair bir dizi umutlar besler. Yeni sözler söyler, söylediği sözler ve davranışlar da buna göre anlam kazanır.


Not:
Bu çalışma Europa-Journal Eylül 2015 sayısı için hazırlanmıştır. Dergiye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.yumpu.com/de/document/view/53877706/europa-journal-haber-avrupa-september-2015 (17.09.2015)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...