24 Mart 2016 Perşembe

Dalından düşen yaprak kurur

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 1986 yılında başlattığı “linguapax” projesi bağlamında 2000 yılından itibaren her yıl 21 Şubat günlerinin “Anadili Günü” olarak kutlanmasını önerdi. Bu yolla bireylerin köken dilleri ile bağlantılarının kopmaması, köken dilinin yaşatılmasını ve bireylerin geçmişleri ile gelecekleri arasında bağ kurulmasını sağlayacak bir dizi tedbirlerin alınması konularına dikkat çekilmek isteniyordu.

Okuduğumuz kaynaklarda “Ana dili ikinci bir dil için anahtardır” hatırlatmasını sıkça duyar; bu dile özellikle dikkat çekildiğini görürüz. Türk Dil Kurumu sözlüğünde de anahtar için “kilidi açıp kapamak için kullanılan araç, açar, açkı, miftah, dil” şeklinde bir tanım verilmiş olduğunu görürüz. Bir dilci olarak sözlükte verilen açıklamanın çoğu defa aranan anlamın karşılığı olmadığını görür; sözlükte varsa ikinci, üçüncü anlamlara bakarız.

İki dilli sözlüklerde durum biraz daha farklı olur. Türkçe-Almanca hazırlanmış iki dilli bir sözlükte “dil” kelimesinin karşısında birinci anlam olarak “Zunge” verilir. Bunun insan bedeniyle ilgili olmayan, günlük hayatta iletişim için kullanılan “dil” kelimesinin karşılığı olmadığını biliriz ve sözlükteki ikinci anlam olarak verilen “Sprache” kelimesini kullanmayı tercih ederiz. İlk anlamı kullanan öğrencilerin de girişim/aktarım hatası yaptığını söyleriz.

Özellikle çeviri derslerinde, yeni başlayanlar için Almanca kurslarında dilden çeviri (T-A) yapan öğrencilerimiz, ilk yıllarda birinci anlamı tercih eder ve bunun sonucu olarak girişim hatası yaparken, yıllar geçtikçe veya kurlar ilerleyip yeni dil deneyimleri kazandıkça, bağlama göre kelimenin ikinci, üçüncü anlamlarına da bakılması gerektiğini görürler. Çeviri uğraşısını bilimsel bir çalışmaya, mesleki bir kariyere dönüştürmeye karar verenler ise kullandıkları sözlüklerin daha geniş hacimli/kapsamlı olanlarını seçerler. Bu aşamada turist sözlükleri yerini akademik sözlüklere bırakır. Sözlüklerdeki birinci, ikinci, üçüncü vd. anlamlara bakmanın yanı sıra sözlüklerdeki dile çeviri (A-T) karşılıkları ile yetinilmez, bir de dilden çeviri (T-A) için verilen karşılıklara bakılır. Aranan kelimenin erek dildeki en uygun karşılığı bulunmaya çalışılır. Yapılan bu çalışmadan elde edilen sonuç tatmin edici olmamış, zihinlerdeki soru işaretleri giderilmemişse, bir kere de üslup/biçem sözlükleri açılır. Aranan kelimelerin karşılıkları ve kullanım şekilleri bağlam içinde araştırılmaya başlanır. Karşılığı aranan bir teknik terimse, özel alan sözlüklerine, yani teknik terimler sözlüklerine müracaat edilir; söz konusu olan deyimse deyimler sözlüğüne bakılır. Mutlaka bulunan karşılığın bağlama oturup oturmadığı kontrol edilir. Bu çaba bazen saatler, bazen de günleri alabilir. Hâsılı kelam, bir dili öğrenmek, o dilden veya o dile yazılı veya sözlü çeviri yapmak zor, zahmetli ve sabır isteyen bir uğraştır.

Başarılı bir çevirmenin, eskilerin deyimiyle mütercim-tercüman olabilmek için işin olmazsa olmazını, eskilerin gramer bilgisi dediği, yenilerin dilbilgisi dedikleri kurallar manzumesini de mümkünse istisnaları ile birlikte öğrenmesi gerekir. Aksi halde yapılan çevirilerden istendik sonuçların alınması kolay olmaz. Bu bağlamda mütercimin yazılı, tercümanın sözlü çeviri yapanlara dendiğini hatırlatmaya ve aradaki farkı ayrıntılarıyla açıklamaya gerek yok sanırım.

Bir dilin inceliklerini anlayabilmek, anlamlar arasındaki farkları çözümleyebilmek, satır aralarında verilen mesajları doğru anlayabilmek için ilgili dilin söz dağarcığına hâkim olmak gerekir. Bunun için de çok okumak gerekir. Çeviri için bu da yetmez. Kelime bilgisinin yanı sıra yapı bilgisini, söz dizimini ilgilendiren hususların da iyi bilinmesi gerekir. Bu birikim işin profesyonellerinin mesleki hata yapmasını engeller; günlük hayat kurulan iletişim sorunsuz olacağından, hayat kolaylaşır.

Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında yaşayan öğrencilerin akademik metinleri rahatlıkla çözümleyip anlaması dil bilgisinin sağlam olmasına bağlıdır. Dil bilgisi okul başarısının göreceli olarak artmasını sağlar. 

Bu bağlamda şunu söylemek isterim ki doğru öğrenilmiş birinci dil ikinci, üçüncü dili öğrenmek için anahtar dil görevini üstlenir. Yeni öğrenme alanları için altyapıyı oluşturur. Özellikle iki dilin konuşulduğu eğitim, kültür ve sosyalleşme alanlarında ikinci dilin tercih edildiği ortamlarda birinci dilin eksikliği kendini hissettirir; birey ikinci dilde karşılık bulamadığı kavramları birinci dilde arar. Birinci dil eksikse, iki taraflı yarı dillilik tehlikesi ortaya çıkar.

Karışık evliliklerde çocuğun iki dilli bir hayata hazırlanması için de ebeveynlerden birinin ısrarla iyi bildiği köken dilini, anadilini kullanması, diğerinin de iyi bildiği ikinci dili kullanması önerilir. Çocuğu ile köken dilini konuşan anne veya baba, pek çok dilsel maceranın yaşanacağı bir geleceğe yoluculuk eder. Aile kendi köken dilini ihmal ederse dile, kültüre ve öze yabancılaşma başlar. Değerler eğitimi ve aktarımı kesintiye uğrar. Yabancılaşma diğer sosyolojik ve kültürel süreçlerle birleşirse bireyin köküyle, milletiyle bağı kopar; süreç asimilasyona kadar devam eder. Bireyler bu kültürleme sürecinde, ait olmak istediği kültürün taşıyıcıları tarafından kabul edilmeyip dışlandığında, kendi kültürünün taşıyıcılarından da uzaklaştığı için yalnızlaşır, arada kalır; bunalır. Kendi varlık nedenini sorgulamaya başlar. Geçmişten geleceğe uzanan süreçlerde yaşadığı arada kalışlar, zihinsel bulanıklığa, psikolojik sorunlara neden olur. Dolayısı ile köken dili, anadili, ne derseniz deyin, bireyin sağlıklı bir hayata başlayabilmesi için anahtar rolü oynar.


Dalından düşen yaprak kurur; kökünden kopan âdem yok olur.

Not:
Bu çalışma Europa-Journal Mart 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/maerz2016/cakir032016.jpg (son erişim: 24.03.2016).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...