Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO),
1986 yılında başlattığı “linguapax” projesi bağlamında 2000 yılından itibaren
her yıl 21 Şubat günlerinin “Anadili Günü” olarak kutlanmasını önerdi. Bu yolla
bireylerin köken dilleri ile bağlantılarının kopmaması, köken dilinin
yaşatılmasını ve bireylerin geçmişleri ile gelecekleri arasında bağ kurulmasını
sağlayacak bir dizi tedbirlerin alınması konularına dikkat çekilmek isteniyordu.
Okuduğumuz kaynaklarda “Ana dili ikinci bir dil için
anahtardır” hatırlatmasını sıkça duyar; bu dile özellikle dikkat çekildiğini
görürüz. Türk Dil Kurumu sözlüğünde de anahtar için “kilidi açıp kapamak için
kullanılan araç, açar, açkı, miftah, dil” şeklinde bir tanım verilmiş olduğunu
görürüz. Bir dilci olarak sözlükte verilen açıklamanın çoğu defa aranan anlamın
karşılığı olmadığını görür; sözlükte varsa ikinci, üçüncü anlamlara bakarız.
İki dilli sözlüklerde durum biraz daha farklı olur.
Türkçe-Almanca hazırlanmış iki dilli bir sözlükte “dil” kelimesinin karşısında
birinci anlam olarak “Zunge” verilir. Bunun insan bedeniyle ilgili olmayan,
günlük hayatta iletişim için kullanılan “dil” kelimesinin karşılığı olmadığını
biliriz ve sözlükteki ikinci anlam olarak verilen “Sprache” kelimesini
kullanmayı tercih ederiz. İlk anlamı kullanan öğrencilerin de girişim/aktarım
hatası yaptığını söyleriz.
Özellikle çeviri derslerinde, yeni başlayanlar için Almanca
kurslarında dilden çeviri (T-A) yapan öğrencilerimiz, ilk yıllarda birinci
anlamı tercih eder ve bunun sonucu olarak girişim hatası yaparken, yıllar
geçtikçe veya kurlar ilerleyip yeni dil deneyimleri kazandıkça, bağlama göre
kelimenin ikinci, üçüncü anlamlarına da bakılması gerektiğini görürler. Çeviri
uğraşısını bilimsel bir çalışmaya, mesleki bir kariyere dönüştürmeye karar verenler
ise kullandıkları sözlüklerin daha geniş hacimli/kapsamlı olanlarını seçerler.
Bu aşamada turist sözlükleri yerini akademik sözlüklere bırakır. Sözlüklerdeki
birinci, ikinci, üçüncü vd. anlamlara bakmanın yanı sıra sözlüklerdeki dile
çeviri (A-T) karşılıkları ile yetinilmez, bir de dilden çeviri (T-A) için
verilen karşılıklara bakılır. Aranan kelimenin erek dildeki en uygun karşılığı
bulunmaya çalışılır. Yapılan bu çalışmadan elde edilen sonuç tatmin edici olmamış,
zihinlerdeki soru işaretleri giderilmemişse, bir kere de üslup/biçem sözlükleri
açılır. Aranan kelimelerin karşılıkları ve kullanım şekilleri bağlam içinde
araştırılmaya başlanır. Karşılığı aranan bir teknik terimse, özel alan
sözlüklerine, yani teknik terimler sözlüklerine müracaat edilir; söz konusu
olan deyimse deyimler sözlüğüne bakılır. Mutlaka bulunan karşılığın bağlama
oturup oturmadığı kontrol edilir. Bu çaba bazen saatler, bazen de günleri
alabilir. Hâsılı kelam, bir dili öğrenmek, o dilden veya o dile yazılı veya
sözlü çeviri yapmak zor, zahmetli ve sabır isteyen bir uğraştır.
Başarılı bir çevirmenin, eskilerin deyimiyle
mütercim-tercüman olabilmek için işin olmazsa olmazını, eskilerin gramer
bilgisi dediği, yenilerin dilbilgisi dedikleri kurallar manzumesini de mümkünse
istisnaları ile birlikte öğrenmesi gerekir. Aksi halde yapılan çevirilerden
istendik sonuçların alınması kolay olmaz. Bu bağlamda mütercimin yazılı,
tercümanın sözlü çeviri yapanlara dendiğini hatırlatmaya ve aradaki farkı ayrıntılarıyla
açıklamaya gerek yok sanırım.
Bir dilin inceliklerini anlayabilmek, anlamlar arasındaki
farkları çözümleyebilmek, satır aralarında verilen mesajları doğru anlayabilmek
için ilgili dilin söz dağarcığına hâkim olmak gerekir. Bunun için de çok okumak
gerekir. Çeviri için bu da yetmez. Kelime bilgisinin yanı sıra yapı bilgisini,
söz dizimini ilgilendiren hususların da iyi bilinmesi gerekir. Bu birikim işin
profesyonellerinin mesleki hata yapmasını engeller; günlük hayat kurulan iletişim
sorunsuz olacağından, hayat kolaylaşır.
Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında yaşayan öğrencilerin
akademik metinleri rahatlıkla çözümleyip anlaması dil bilgisinin sağlam
olmasına bağlıdır. Dil bilgisi okul başarısının göreceli olarak artmasını
sağlar.
Bu bağlamda şunu söylemek isterim ki doğru öğrenilmiş birinci
dil ikinci, üçüncü dili öğrenmek için anahtar dil görevini üstlenir. Yeni
öğrenme alanları için altyapıyı oluşturur. Özellikle iki dilin konuşulduğu eğitim,
kültür ve sosyalleşme alanlarında ikinci dilin tercih edildiği ortamlarda birinci
dilin eksikliği kendini hissettirir; birey ikinci dilde karşılık bulamadığı
kavramları birinci dilde arar. Birinci dil eksikse, iki taraflı yarı dillilik
tehlikesi ortaya çıkar.
Karışık evliliklerde çocuğun iki dilli bir hayata
hazırlanması için de ebeveynlerden birinin ısrarla iyi bildiği köken dilini,
anadilini kullanması, diğerinin de iyi bildiği ikinci dili kullanması önerilir.
Çocuğu ile köken dilini konuşan anne veya baba, pek çok dilsel maceranın
yaşanacağı bir geleceğe yoluculuk eder. Aile kendi köken dilini ihmal ederse
dile, kültüre ve öze yabancılaşma başlar. Değerler eğitimi ve aktarımı
kesintiye uğrar. Yabancılaşma diğer sosyolojik ve kültürel süreçlerle
birleşirse bireyin köküyle, milletiyle bağı kopar; süreç asimilasyona kadar
devam eder. Bireyler bu kültürleme sürecinde, ait olmak istediği kültürün
taşıyıcıları tarafından kabul edilmeyip dışlandığında, kendi kültürünün
taşıyıcılarından da uzaklaştığı için yalnızlaşır, arada kalır; bunalır. Kendi
varlık nedenini sorgulamaya başlar. Geçmişten geleceğe uzanan süreçlerde yaşadığı
arada kalışlar, zihinsel bulanıklığa, psikolojik sorunlara neden olur. Dolayısı
ile köken dili, anadili, ne derseniz deyin, bireyin sağlıklı bir hayata
başlayabilmesi için anahtar rolü oynar.
Dalından düşen yaprak kurur; kökünden kopan âdem yok olur.
Not:
Bu çalışma Europa-Journal Mart 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/maerz2016/cakir032016.jpg (son erişim: 24.03.2016).
Not:
Bu çalışma Europa-Journal Mart 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/maerz2016/cakir032016.jpg (son erişim: 24.03.2016).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder