CRI TÜRK FM (Çin Devlet Radyo Televizyon Kurumu) Türkiye Almanya ilişkilerinin son durumuyla ilgili olarak yaptığımız mülakattan satır başları:
Her yeni güne alışılmadık
duygularla başlıyoruz. Her bir yeni gün, bir zamanlar İstanbul’da çıkan “halka
ve olaylara” Tercüman adlı günlük
gazetenin alt başlığındaki sloganı çağrıştırıyor: “Her sabah dünya yeniden
kurulur; her sabah taze bir başlangıçtır.”
https://soundcloud.com/criturkfm/mustafa-cakir-roportaji-manset-programi-08-kasim-2016
|
Son yıllarda bu taze başlangıçlar
hiç de hayra alamet başlangıçlar gibi görünmüyor. Türkiye’de ilginç olaylara
tanık oluyoruz. Nedenini bilemediğimiz, aklımızın almadığı olaylar birbirini
izliyor. Bir kesimin, “yıllarca dışlanan, tepeden bakılan, adam yerine koyulmayan,
adeta sömürülen, köylü, çoban, baldırı çıplak, makarnacı, kömürcü, cahil
gözüyle bakılan en alttaki insanların toplum içinde ayağa kalkmasından son
derece rahatsız olmaya başladığı” görülüyor. Bir başka kesimin de dün canım,
ciğerim dediği; birinin ötekinin derdiyle dertlendiği günleri geride bıraktığı;
karşıt kutuplara geçtiği görülüyor.
Adeta, dünün doğruları, bugünün
yanlışları olarak anlatılıyor. Vatandaşın kafası karışmış; geçim derdinde. Başka bir günün aydınlık sabahına
merhaba demek istiyorsunuz; ne mümkün. O gün güvenlik güçlerine kurulan kalleş
pusularda hayatını kaybeden askeri, polisi, kamu görevlilerinin olduğunu
öğreniyor veya dinliyorsunuz; terörün her türlüsüne lanet olsun demekten başka
bir çıkar bulamıyorsunuz. Kimin neyi paylaşmak istediğini soruyor, sorguluyor,
cevabını bulamıyorsunuz. Okuduklarınız, kendinizce yaptığınız analizleriniz iç
ve dış bağlantıların safları sıklaştırdığını haber veriyor sanki…
Belleği geleneksel dostluk
söylemi ile doldurulmuş vatandaşlarımız, Türkler aleyhinde gündeme getirilen
söz veya eylemleri duyunca zihinlerinde ciddi soru işaretleri oluşmakta, hayal
kırıklıkları yaşayabilmektedir.
Her fırsatta ülkesini Batı'ya, Almanya’ya şikâyet eden ve
algı operasyonlarının altına imza atan bir grup var. Bu bağlamda, millete
hizmet edenler ile milletin oluşturduğu katma değerlerden nemalanmaya çalışanlar
ayrı sevdaların peşinde olduğu; menfaat sahipleri kol kola görülüyor. Batılı
açısından kim haklı, kim mağdur anlamak adeta mümkün değil.
Türkiye, 20. yüzyıl boyunca
küresel iletişim sahnesinde suskun bir ülke oldu. Hakkında olumlu olumsuz pek
çok şey konuşuldu; ama bu kadim ülke suskunluk zincirlerini kırıp tarihi
gerçekleri ortaya koyup, suçlamalara cevap verme gereği duymadı. Türkün
sessizliğini görenler, bu durumu suçluluğun dışa vurumu olarak değerlendirip,
“durumdan kendilerine vazife çıkarmaya” yeltendiler. Tıpkı Bayan Merkel ve kimi
Avrupalı yandaşlarının yaptığı gibi…
Gerçekten Türkiye’yi mesken tutan
Suriyelileri “muhacir” olarak görüp, onlara “ensar” olmaya çalışıyoruz; bir
yere kadar lokmalarımızı da paylaşıyoruz; ama Batılı bu durumda da bir eksik
arıyor, Türkiye’nin imdat çığlıklarını duyan “medeni” Avrupalının yardım sesi çok
cılız çıkıyor. Akdeniz, çaresiz insanların can pazarı halinde. Kimi bu çaresiz
insanların üzerinden para kazanma; kimi de insanlık dersleri vermeye telaşında.
Bir başka gün, gazetelerden Ege
Denizi’ne açılan, Yunanistan adalarına çıkmak, oradan da Avrupa ülkelerine
gitmeyi hayal eden Suriyeli mültecilerin botlarının Yunan sahil güvenlik
teknelerindekilerce patlatıldığını ve geri dönmeye zorlandıklarını okuduk.
Haberlerde insanların bu yolla Avrupa sevdalarından vaz geçmelerinin
sağlanılmaya çalışıldığını okuduk. Balıkçılar can pazarına dönen denizden insan
bedenlerini sayarak toplarken, çağdaş, medeni Avrupalı dostlarımızın, kendi
aralarında yaptıkları istişarelerde, bu insanların Türkiye’de tutulmasının
yollarını tartıştığını öğrendik.
Avrupalı Türkiye’nin her yeni gün
bir krizden ötekine savrulmasını adeta elini ovuşturarak seyrediyor. Medeniyet
dediğimiz tek dişi kalmış canavarlar, çaresiz insanlara yardım etmek bir yana,
bir yandan Türkiye’nin verdiği mücadeleye “aferin” çekiyor; güzel sözlerle
gönlümüzü almaya çalışıyor, öte yandan kirli savaşın etkisiyle ekonomisini
düzeltmeye çalışıyor. İnsanlık, bazen iki ülkeyi ayıran sınırdaki tel örgülerin
altında aç, susuz dipçik yerken, bazen bir aracın kapalı tentesinde can
verirken, bazen de Akdeniz’in soğuk sularında yeni bir hayat peşindeyken batan,
batırılan botlarda, sandallarda, insan tacirlerinin elinde çoktan boğulmuş.
Yani tam da Romalı komedi yazarı Titus
Maccius Plautus (MÖ 254–184) tarafından yazılan Asinaria (Eşeklik) adlı güldürüde geçen homo homini lupus durumları yaşanıyor. İnsanların bir kısmı uzayın
derinliklerini keşfetmeye çalışırken, bizim coğrafyamıza yakın bir kısmı
cehaletin pençesinde ortaçağ karanlığına geri dönüyor; tarifi imkansız acılarla
boğuşuyor.
Bayan Merkel’in Türkiye’yi ve
Türkleri sevme gibi bir zorunluluğu yok. Bununla birlikte, ülkesinde yaşayan ve
sayıca önemli bir kısmının Alman vatandaşı olduğunu çok iyi bildiği yaklaşık üç
milyon Türkiye kökenli insana, sadece Türkiye’den geldikleri için değil ama
insan oldukları için saygı göstermesi; bunların onurlarının, Alman toplumu
içindeki geleceklerinin kişilerin siyasi ikballerinden daha önemli olduğunu
unutmaması gerekir.
Öte yandan deneyimli bir
politikacı olarak ülkedeki yoksunluk ve yoksulluk nedeniyle sürekli
ötekileştirilen ve hedef gösterilen yabancıların, göçmenleri maruz kaldığı
saldırgan politikalara tepkisiz kalmamalı; geçen dönem başlatılan meclis
araştırma komisyonu çalışmalarını devam ettirerek somut sonuçlara
ulaştırmalıdır.
Almanya’nın son yıllarda verdiği
mesaj, işbirliğine açık değil. Hâlbuki Alman toplumu aldığı göçle hızlı bir
şekilde çoğulcu bir topluma dönüşüyor ve bu durum birlikte yaşamanın asgari
ölçütü olan ötekileştirmemeyi gerekli kılıyor. Ülkede bulunan göçmenlerin de aynı
gök kubbe altında yaşadığı ve kader birliği ettiği diğer vatandaşlar gibi
siyasetin kirlenmeden, mevcut sorunlara çözüm üretmesini beklediğini düşünmesi;
yeni dönemde daha sorumlu bir politika izleyerek “insanları işkembeleri yoluyla
avlamayı”[1]
amaçlayan halkçı politikalardan vazgeçmesi gerektiğini uygulamaları ile
göstermesi gerekir.
Bir diğer husus da ülkedeki göç
ve uyum tartışmalarında hemen her taşın altından çıkan Anayasayı Koruma
Teşkilatı’nın konuya ilişkin politikalar belirlenip uygulanırken yer alacağı
pozisyonu belirlemesi ve çoğulcu toplum anlayışını sınırlayan “yabancılara en
yabancı ülke” imajını ortadan kaldırması gerekir. Bunun için de İslamcılık
korkusuyla Müslümanların mercek altına alınması, dini gereksinimlerini yerine
getirmeleri konusunda gerekli kolaylıkların sürdürülmesi ve sünnetin
yasaklanması yönündeki tartışmaların Müslümanlar ve Yahudiler tarafından nasıl
algılandığının iyi analiz edilmesi, hatta hiç tartışmaya açılmamasında yarar
vardır. Siyaseti siyaset, dini din olarak kabul etmek gerekir. Eğer bu durum
günlük hayatta pratiğe geçirilebilirse, halklar arasındaki işbirliği de dün olduğu
gibi, bugün de, yarın da siyaset üstü huzur ve güven bağlamında tesis edilir.
Bu durum, iki ülke arasındaki siyasi ilişkileri hem de halklar arasındaki
ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlar. Kaldı ki bu tür popülist
politikaların tarihte Almanlara nelere mal olduğunu bütün dünya gibi Alman
dostlarımız da gayet iyi biliyorlar. Bu nedenle, popülizmin bulaşıcı illetinin
yaşandığı Fransa’daki Pujadizm veya Löpenizm’e bakarak Almanya’yı bu illetten
bir an önce kurtarmaya bakmalılar.
"Milletvekilleri tutuklanmıyor. Teröre destek veren, terör
propagandası yapan, ifadeye çağrıldığı halde gitmeyenler hakkında işlem
yapılıyor. Partiler yaşamalıdır ama kimse terör faaliyetlerinin arkasına
saklanmamalıdır" Bakın İspanya'nın doğusundaki Katalonya özerk yönetimindeki Berga kasabasının
kadın belediye başkanı Montse Venturos, ayrılıkçı girişimleri ve mahkeme
çağrısına kayıtsız kalması nedeniyle gözaltına alındı. Türkiye'yi seçilmişleri
içeri tıkmakla suçlayan batı ise birebir aynı olan İspanyol Başkan konusuna
sessiz kaldı.
Geçmişte yaşadığı kimi
olumsuzluklara rağmen Almanya’yı hala bir hayal ülkesi, “dost ve “müttefik”
olarak gören kadim Anadolu’nun evlatları “kötü adın çirkinliğinin harften,
deniz suyunun acılığının kaptan olmadığını” ayırt eden bir kültürel mirasın
bekçisidir. Her iş iyi niyetle, güzel düşüncelerle yapılınca amacına ulaşır,
yeter ki niyetler iyi, hedefler belirgin olsu. Bugün de kendini Almanların
“tarihi dostu” ve “müttefiki” olarak gören bu milletin çocukları ile bütün
dünya âleme “kötü adın çirkinliğinin harften, deniz suyunun acılığının kaptan
olmadığını” gösterecek güce ve olgunluğa
sahiptir. Yaşananların farkındadır.
"AB artık PKK konusundaki çeşitli kurumların çifte standartlarına
bir düzen getirmelidir. Belçika'daki bir mahkemenin PKK'yı terör örgütü olarak
tanımama kararı, doğrudan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne saldırıdır. PKK'yı
terör örgütü olarak kabul etmeyen bir mahkeme kararı, meşru devletlerle bir
terör örgütünü eşit saymaktadır. Bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne, BM
şartına ve hepimizin altında imzası olan bütün uluslararası sözleşmelere
aykırıdır. Bu asla kabul edilemez. Böyle bir çifte standart olmaz. DEAŞ söz
konusu olduğu zaman bütün dünyayı ayağa kaldıracaksınız ama PKK söz konusu
olduğunda sempati moduna geçeceksiniz. Bu asla kabul edilemez."
Yeni dönemin Türk Alman
ilişkileri için yeni işbirliklerine ve aydınlık günlere başlangıç olması
herkesin ortak dileği. Bilindiği üzere, Merkel geçmiş iktidar dönemlerinde
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye
yerine ayrıcalıklı üye yapılarak
birliğe üye değil, sanki köle olmasını önermişti. Merkel’in
bilmediği özelliklerimizin de olduğunun farkındaki sağduyulu politikacılar ilk
başlarda bu öneriye pek itibar etmediler ve Türkiye, tam üyelik için tarih
aldı, ama zamanla rüzgâr tersten esmeye başladı.
Eskiden bir şehirde Haset mi
haset birisi yaşarmış. bu yüzden komşuları ile arası açık. Yöneticinin kulağına
gitmiş ve o kişiyi çağırmış. Sana ne dilersen onu vereceğim ama bir şartım var.
Aynı şeyin iki katını da komşuna vereceğim demiş. Hasetin talebi bir gözünün
çıkarılması olmuş. Maksat komşunun iki gözü çıksın mantığı. Pek çok çevre, pek
çok ülke Türkiye'ye karşı, 'Maksat komşunun iki gözü çıksın' mantığıyla bir
husumet politikası yürütüyor. 'Türkiye ayağa kalkmasın, Türkiye belini
doğrultmasın, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmasın'. İsteseniz de
istemesiniz de biz muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacağız.
Yayının podcasti:
https://soundcloud.com/criturkfm/mustafa-cakir-roportaji-manset-programi-08-kasim-2016
[1] Popülizm
ile ilgili olarak bkz.: Umberto Eco (Çev. Cemal Karaağaçlı). “Avrupa Popülizmin
Tehdidinde” Türk Edebiyatı. 369,
112471/2004/07, s. 19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder