17 Aralık 2017 Pazar

Vatan ve kimlik üzerine

Bundan önceki yazılarımda millet, milliyetçilik, ırkçılık gibi konulara yer verdim. Bu yazıyı ise oldukça tartışmalı kavramlar haline dönüşen vatan ve kimlik üzerine yazıp, üçlemeyi tamamlamak istedim.
Avusturya’ya gelen ilk kuşağın torunları bugün üçüncü kuşak, onların çocukları da dördüncü kuşak Türk toplumu olarak bu ülkede yaşamaya devam ediyorlar. Bunların pek çoğu doğup büyüdüğü Avusturya’nın vatandaşlığına geçti; Türkiye tatillerde gidilen bir ülke haline geldi. Bununla birlikte dedelerinden, babalarından miras gibi aldıkları vatan, millet, bayrak sevgisini yüreklerinde taşıyorlar; vatan deyince yürekleri Türkiye için atıyor, bayrak deyince de dillerinden Türkiye’yi düşürmüyorlar. Türkiye onlar için her daim gidemeseler bile zihinlerine yer eden bir ütopya, bir hayal ülkesi olarak varlığını sürdürüyor. Nasıl sürdürmesin ki…  Yahya Kemal Beyatlı’nın ifadesi ile “maziyi vatandan ayırmak, ruhu bedenden ayırmak kadar zordur”. Geleneksel aidiyet bağlarına göre, -kişi istemese de- içinde doğduğu toplumun kimliği ile anılıyor. Ne Avusturya’dan vaz geçilebiliyor, ne de Türkiye unutulabiliyor. Bu kimlik vatan ile ilişkilendiriliyor. Nihayetinde vatan kavramının etrafında da kimlik oluşturuluyor.

Avusturyalıların ülkelerindeki Türkiye kökenlileri Avusturya bayrağı altında Avusturya vatandaşı olarak kabul etmesi; yeni doğanlara veya yasada öngörülen şartları sağlayan başvuru sahiplerine vatandaşlık hakkı vermesi, siyasi bir tercih olmasının yanı sıra, göç sonrası dönemde yeni bir kimlik oluşturulması kararlılığının izlerini de taşıyor. Toplumun, içinde barındırdığı “ötekileri” kendi bünyesinde eritmesi elbette zaman alacak bir süreçtir. Bu süreç öyle kolay, akşamdan sabaha tamamlanacak bir süreç değildir. Avusturyalıların çok kültürlü bir hayatı benimsemesi ve imperyal mensubiyeti dışında oluşturduğu yeni habitusu, yani toplum olarak algılama, hissetme, düşünme ve davranış modelleri geliştirme edimleri, bu bilinçle yapılandırması gerekecektir. “Ötekilerin” de vatandaşlık bağlarını kabul ederek, ortak bir gelecekte yaşamayı zımnen kabul etmesi, taşıyıcı kültürü tanıması - toplumsal ve sosyal hayatın içinde olmak için özveri ve çaba göstermesi ve köken kültürü ile çatışmaya son vermesi gerekir. Bu çaba egemen kültürün buyurganlığı altındaki azınlık kültüre kendi öznel değerlerini terk etmesini dayatmamalı; aksine gelecek kuşaklara aktarabilmesi için fırsatlar oluşturulmasına katkı sağlamalıdır.

Çok kültürlü, ama tek kimlikli toplum olmanın yolu; bütün grupları din, dil ve ırk farkı gözetmeden ortak bir vatan ve bayrak gibi sembol kavramlarla şekil bulan bir vatandaşlık anlayışı, kimliği üzerinde birleştirmekten geçer. Burada “Ülkenin gerçek sahibi kim?” sorusuna cevap aramak yerine, ülkeye anayasal yurttaşlık bağı ile bağlı olan ve yurttaş olmanın bilinci ve sorumluluğu ile hareket eden herkesin vatandaşlık paydasında birleşerek, ülkenin geleceği hakkında söz ve sorumluluk sahibi olduğu vurgulanmalıdır.

Türkiye kökenliler Avusturya’nın sağladığı demokratik hakları kullanarak, toplum içinde toplumdan soyutlanmadan, toplumla birlikte, her iki toplumun yararına olacak ortak bir gelecek kurmak için el ele çalışmanın yollarını aramalıdır. Bu başarıldığında Avusturyalı Türk kimliği de hayata geçirilmiş olacak, toplumsal ve sosyal hayatın önündeki bariyerler de daha kolay aşılacaktır. Bu bariyerlerin aşılabilmesi, Avusturyalıların tutumu ile de yakından ilişkilidir. Seçim dönemlerinde üzerinde çok da düşünülmeden ortaya atılan siyasi bir görüş, yabancı kökenlilerin özne yapıldığı tartışmalar, maruz kalınan bir olumsuz tutum muhatabının yüreğini acıtır; kendinden uzaklaştırır. Bu da ortak kimlik oluşturulması sürecinin uzamasına, toplumsal farklılaşmanın belirginleşmesine neden olur. Öyle ki anlamsız sloganlar üzerine kavga edenler, bir süre sonra yaptıkları kavganın asıl nedenini unutur, anın gerilimini yaşamaya başlar. Buna karşın kavga etmek yerine sevgi, saygı temeline oturtulan karşılıklı müzakereler, tarafların yeni bakış açıları kazanmalarını sağlar; sorunların çözümünü kolaylaştırır. Böyle sıkıntılı anlarda duyguların esiri değil, aklın efendisi olunmalıdır.

Benim Avrupalı Türklere önerim, “yaşadığınız toplumun eğitim, kültür imkânlarından sonuna kadar yararlanmaya; kendi ana dilinizi öğrenirken, yaşadığınız toplumun dilini, kültürünü de öğrenmeye bakın” şeklinde olacaktır. Yabancı bir ortamda kabul görmenin ilk şartı yaşanan çevreye uyum sağlamaktır. Uyumun anahtarı ise yaşadığınız çevrede konuşulan dili öğrenmektir. Dil öğrenmek de kültürel etkileşimin gerçekleştiği bir süreçtir. Dilini ve kültürünü öğrendiğiniz toplumun sizi kabul etmesi bu yolla daha kolay olacaktır. Kendini ifade edebilen, sorunlarını anlatabilen bir kişi ile işbirliği yapmak daha kolaydır. Yaşanılan ülkenin dilini öğrenmenin avantajlarını kullanmak için de iyi bir eğitimin alınması gerekir. Üniversite eğitimi, meslek eğitimi, her ne eğitim ise artık…

Uyum sağlamak, geçmişinizi unutmanız, Türkiye ile ilişkilerinizi koparmanız anlamına gelmiyor. Aksine siz geçmişinizi unutsanız da bir gün birileri çıkar ve size unutamayacağınız bir dersle geçmişinizi ve kim olduğunuzu hatırlatır. Bu nedenle siz arada kalanlardan olmamak için kendi kültürünüzü, ardından hedef kültürü iyice öğrenmek durumundasınız. Avrupa kültürü içinde her ne kadar Avusturya vatandaşı olsanız da köken olarak Türksünüz; Noel kutlamalarında arkadaşlarınıza eşlik etseniz de Müslümansınız. Bireyler vatansız, milletsiz olmayacağına göre, toplumlar da dinsiz olmaz.  Bu kavramlar da kimliğin yapı taşlarıdır. Avusturya Türk toplumu da kendi içinde sahip olduğu farklı kültürlere rağmen, dışarıdan bakıldığında Türkiyeli Müslümandır. Çünkü Türkün sembolü olan hilal ile İslamın alemi olan hilal bizlere her iki kültürün taşıyıcısı olmanın sorumluluğunu yüklüyor. Bu sorumluluk da kendi içinde ayrışmayı değil; ortak amaçlarda birleşmeyi, birlikte hareket etmeyi gerektirir.

Günümüzde toplumu ayrıştıran, ötekileştiren anlayışa ve onun savunucularına nice dersler bırakan, ecdadımız tarihin her döneminde toplum içinde “öteki” olarak adlandırılan bir sınıfın oluşmasına karşı çıkmış; ilişkilerde adil olunmasını, aşırılıklardan kaçınılmasını emretmiştir. Müslüman lider ve komutanlar, ötekinin “yok edilmesi” yerine “yaşatılması” ilkesine sadık kalmıştır. Onların evlatları da içinde bulunduğu alaca karanlığın, gün aydınlığına dönüşmesini sağlayacak bilgi ve kararlılığa sahiptir. 
------------------------
Bu yazı Avusturya'da aylık periyotlarla yayımlanan Avrupa-Haber / Europa Journal Gazetesi Aralık 2017 sayısı için hazırlanmıştır. http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/dezember2017/cakir122017.jpg adresinden ulaşılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...