22 Nisan 2018 Pazar

Avrupalı Türkler


Bu yazımı Almanya’ya geldikten sonra sıkça duyduğum bir ifadeden yola çıkarak yazmak, Türklük, vatan, millet konularına ayırmak, siz okuyucular ile hasbihal etmek istedim. Bugünkü dille konuşup dertleşme, halleşme yahut sohbet anlamına gelen hasbihal, zor zamanların en pratik medetkârı, yol göstericisidir.

Son zamanlarda konuştuğum hemen herkes lafa “Türkiyeli” diye giriyor; Avrupalı Türk diye sürdürüyor. Türkiyeli sözü üzerinde uzun süre düşündüm. Hatta Türkiye’de bulunduğum dönemde bazı yazılarımda ben de kullanmışım; sonra kendi kendime “No’luyor?” diye sorma, “Biz Türkiye’den geliyoruz ama Türkiyeli değil, Türküz” deme ihtiyacı hissettim. Türk milletinin Avrupa veya diğer ülkelerde yaşayan fertleri olarak nerede, hangi coğrafyada yaşıyor olsak da bizler Türküz ve Türk milletinin birer ferdiyiz. Türk, Amerikalı gibi toplama bir millet değil; İngiliz, Fransız gibi geleneği olan bir millettir; çağlar ötesinden atiye uzanan büyük devletler kuran, Türkçeyi değişik ağız ve lehçeleri ile konuşan ve kendini bu milletin ferdi olarak görüp, ortak duygularla yaşayanlara verilen addır. Bu öyle bir duygu ki onu yüreğinde hissedenlerin bağrı yanıp tutuştuğunda bazen bir sevda türküsü olur; bazen de sırf Türk olduğunu çekinmeden söylediği için hak etmediği ağır bedelleri ödemeye mecbur bırakılır. Bu bedeller ödendikçe de bu kavram anlam kazanır, içi dolar, ete kemiğe bürünür.

Sahi biz Türkiyeli derken neyi kastediyoruz? Anadolu’dan gelen herkese Türk değil, Türkiyeli derken, bazılarının yakıştırması ile “Anadolu halklarını” mı vurgulamak istiyoruz? Bu ifade öyle göründüğü gibi masum olmaktan çıkıyor ve bizleri ayrıştırmaya çalışan ideolojinin söylemine dönüşüyor. Biz Türk dersek, “Birileri rahatsız olmasın” diye bir çekincemiz mi var? Türk derken, bu kavramın etnik bir grubu tanımlamadığını, hissetmekle ilişkili olduğunu söyledik. Türk, kederde, kıvançta bir olmayı, ortak hedeflere birlikte yürümeyi bilenleri bir araya getiren bir kavramdır. Aşık Veysel’in deyişi ile “Babadan kalan mirastır”. Anayasamızda öyle tanımladık; evimizde öyle öğrendik, okullarımızda da öyle öğretiyoruz. Türk, Avrupa ya da Asya’da, hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, bitip tükendi denilen her zaman, yeniden küllerinden doğmasını bilmiş, başarıları ile güneş gibi parlarken, mazlum milletlerin umudu ve rol modeli olmuştur. Zaman zaman kim olduğumuzu umursamaz hale gelsek, unutsak bile; muhataplarımız unutmuyor, hiç beklemediğimiz bir anda bize kim olduğumuzu gayet güzel hatırlatıyorlar.

Her nereye gitsem, geride bıraktığım ve artık bacası tütmeyen evime duyduğum özlemi, yüreğimi kavuran kor ateşe dönüştüren memleket hasretini meftunu olduğum aziz milletimizin fertleri ile bir araya gelerek hafifletiyor; rahata ermenin yolunu onlarla hasbıhal etmekte buluyor; onlarla aynı havayı teneffüs ederek memleket özlemini gideriyorum. Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş ve dayanışma içinde ortak hareket edenlerin oluşturduğu dostluğun sıcak esintisini her hangi bir bahar sabahında açan nergis kokusu gibi içime çekerek rahatlıyorum. Yaşadığım toplumun sıradan bir ferdi olmak yerine, milletime hadim olmayı, atide Türk adı oldukça onun varisi olan evlatlarımızı içinde bulundukları derin gaflet ve uykudan uyandırmayı, ilahi bir güneş gibi parlayan eğitim ve bilimin ateşi  ile aydınlatmayı, milletimizin bu vesile ile kendine geldiğini görmeyi hayal ediyorum. Bu hayali benimle birlikte yaşayanlara Türk diyor; Türkiyeli demekten imtina ediyorum.

Avrupa ülkelerinde yaşayan kardeşlerim; bu aziz milletin tarihi öyle öykülerle bezenmiş ki hangi sayfasını açsanız, boğucu bir zulmetten sonra ilahi bir ışık gibi parlayan yeni bir destanla, kutsal bir zaferle karşılaşıyorsunuz. Bir yanda bu kadim milletle dost olmayı beceremeyen ve Türk adını duyunca korkudan ödleri kopanları, öbür yanda onun dostluğunu kazanmak için mütemadiyen çaba sarf edenleri görüyoruz. Tarihin her döneminde Türk milletini bir umut, Anadolu’yu kurtuluş vesilesi olarak görenlerin oluşturduğu Türk yurduna ve onu yüceltmek için duyulan ortak güvene layık olmaya çalışıyoruz.

Hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, çocuklarımıza kendini öteki milletlerle körü körüne yarıştırmaya kalkışmanın, kendini diğerlerinden ayrıcalıklı, üstün görmenin bireyi ırkçılığa sevk ettiğini; ırkçılığın ise sağlıklı bir ruh halini yansıtmadığını, buna karşılık kendini ait hissettiği milleti sevmenin takdir edilmesi gereken, utanılacak bir durum olmadığını anlatalım. Bunları yaparken de her milletin kendi kültürüne bağlı olmasının doğal olduğunu, milletlere saygı ile yaklaşıldığı durumlarda mütemadiyen tekrar edilen olumlu duygu ve davranışların bireyin özgüvenini pekiştirirken dünya barışına da olumlu katkıları olacağını; buna mukabil ötekine karşı düşmanca hisler beslemenin, kendini yüceltirken ötekini aşağılamanın, kin ve nefret duygularını körükleyerek telafisi imkânsız insanlık suçlarının oluşmasına zemin hazırlayacağını unutturmayın.

Türk olmamız, Türkçe konuşmamız yaşadığımız coğrafyaya uyum sağlamamız için bir engel değil. Bununla birlikte yaşadığımız coğrafyada saygın bireyler olarak toplumsal ve sosyal hayatın içinde yer almak istiyorsak, yaşadığımız çevrenin dilini ve dolayısı ile kültürünü de iyice öğrenmemiz, onlara saygı ile yaklaşmamız ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşmanın anahtarı olan eğitim hakkını ihmal etmememiz gerektiğini, saygı göstermeyenin saygı görmeyeceğini unutmayalım.

Buraya kadar anlattığım bilinç düzeyine ulaşılmakla, Avrupalı Türklerin aydınlanma hareketi de kendiliğinden başlayacaktır. Aydınlanma, bireyin öncelikle kendinden kaynaklanan vesayetten kurtulması; yani, kendi idrak gücünden başkasının yönlendirmesi olmadan yararlanamaması halinden çıkmasıyla mümkündür. Aydınlanmayı yakalayan birey, yaşadığı toplum içinde tutunmak, kabul görmek ve yükselmek için her şeyi mubah saymaz. Kişilikli bireyler uyum gösterdiğini kanıtlamak için bir yerlerde yama gibi durmaz; gerektiğinde “Buraya dikkat edin, bir sorun var” diyerek hak ve hukukun takipçisi olur. Kant’ın 1784’te dediği gibi, “Vesayetin, yani medeni hakları kullanamamanın nedeni, akıl yoksunluğu değil; insanın aklını başkasının yönlendirmesine gerek kalmadan kullanacak kararlılık ve cesaretten yoksun olmasıdır. Yani vesayetin sebebi yine insanın kendisidir.” O halde, bir yerde çekinmeden Türk olduğunuzu söylerken, yurttaşı olduğunuz ülkenin yasal hak ve yükümlülüklerini yerine getirip, sağlanan imkânlardan yararlanmak için de aklınızı kullanacak cesaretiniz olsun! Martin Luther King’in deyişiyle “Ya birlikte kardeş gibi yaşamayı öğreneceğiz, ya da aptallar olarak hep beraber yok olacağız”. 

Not:
Bu yazı Avusturya'da aylık yayımlanan Europa Journal 'Haber Avrupa' Gazetesinin Nisan 2018 sayısında yer almıştır. Özgün metne,
http://europa-journal.net/images/kolumnen/april2018/cakir042018.jpg adresinden ulaşılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...