Bu yazımı Almanya’ya
geldikten sonra sıkça duyduğum bir ifadeden yola çıkarak yazmak, Türklük,
vatan, millet konularına ayırmak, siz okuyucular ile hasbihal etmek istedim.
Bugünkü dille konuşup dertleşme, halleşme yahut sohbet anlamına gelen hasbihal,
zor zamanların en pratik medetkârı, yol göstericisidir.
Son zamanlarda konuştuğum
hemen herkes lafa “Türkiyeli” diye giriyor; Avrupalı Türk diye sürdürüyor. Türkiyeli
sözü üzerinde uzun süre düşündüm. Hatta Türkiye’de bulunduğum dönemde bazı
yazılarımda ben de kullanmışım; sonra kendi kendime “No’luyor?” diye sorma, “Biz
Türkiye’den geliyoruz ama Türkiyeli değil, Türküz” deme ihtiyacı hissettim.
Türk milletinin Avrupa veya diğer ülkelerde yaşayan fertleri olarak nerede,
hangi coğrafyada yaşıyor olsak da bizler Türküz ve Türk milletinin birer
ferdiyiz. Türk, Amerikalı gibi toplama bir millet değil; İngiliz, Fransız gibi geleneği
olan bir millettir; çağlar ötesinden atiye uzanan büyük devletler kuran,
Türkçeyi değişik ağız ve lehçeleri ile konuşan ve kendini bu milletin ferdi
olarak görüp, ortak duygularla yaşayanlara verilen addır. Bu öyle bir duygu ki
onu yüreğinde hissedenlerin bağrı yanıp tutuştuğunda bazen bir sevda türküsü olur;
bazen de sırf Türk olduğunu çekinmeden söylediği için hak etmediği ağır
bedelleri ödemeye mecbur bırakılır. Bu bedeller ödendikçe de bu kavram anlam
kazanır, içi dolar, ete kemiğe bürünür.
Sahi biz Türkiyeli
derken neyi kastediyoruz? Anadolu’dan gelen herkese Türk değil, Türkiyeli
derken, bazılarının yakıştırması ile “Anadolu halklarını” mı vurgulamak
istiyoruz? Bu ifade öyle göründüğü gibi masum olmaktan çıkıyor ve bizleri
ayrıştırmaya çalışan ideolojinin söylemine dönüşüyor. Biz Türk dersek, “Birileri
rahatsız olmasın” diye bir çekincemiz mi var? Türk derken, bu kavramın etnik
bir grubu tanımlamadığını, hissetmekle ilişkili olduğunu söyledik. Türk, kederde,
kıvançta bir olmayı, ortak hedeflere birlikte yürümeyi bilenleri bir araya
getiren bir kavramdır. Aşık Veysel’in deyişi ile “Babadan kalan mirastır”.
Anayasamızda öyle tanımladık; evimizde öyle öğrendik, okullarımızda da öyle
öğretiyoruz. Türk, Avrupa ya da Asya’da, hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın,
bitip tükendi denilen her zaman, yeniden küllerinden doğmasını bilmiş, başarıları
ile güneş gibi parlarken, mazlum milletlerin umudu ve rol modeli olmuştur.
Zaman zaman kim olduğumuzu umursamaz hale gelsek, unutsak bile; muhataplarımız
unutmuyor, hiç beklemediğimiz bir anda bize kim olduğumuzu gayet güzel hatırlatıyorlar.
Her nereye gitsem, geride
bıraktığım ve artık bacası tütmeyen evime duyduğum özlemi, yüreğimi kavuran kor
ateşe dönüştüren memleket hasretini meftunu olduğum aziz milletimizin fertleri
ile bir araya gelerek hafifletiyor; rahata ermenin yolunu onlarla hasbıhal
etmekte buluyor; onlarla aynı havayı teneffüs ederek memleket özlemini
gideriyorum. Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş ve dayanışma içinde ortak
hareket edenlerin oluşturduğu dostluğun sıcak esintisini her hangi bir bahar sabahında
açan nergis kokusu gibi içime çekerek rahatlıyorum. Yaşadığım toplumun sıradan
bir ferdi olmak yerine, milletime hadim olmayı, atide Türk adı oldukça onun
varisi olan evlatlarımızı içinde bulundukları derin gaflet ve uykudan
uyandırmayı, ilahi bir güneş gibi parlayan eğitim ve bilimin ateşi ile aydınlatmayı, milletimizin bu vesile ile kendine
geldiğini görmeyi hayal ediyorum. Bu hayali benimle birlikte yaşayanlara Türk
diyor; Türkiyeli demekten imtina ediyorum.
Avrupa ülkelerinde
yaşayan kardeşlerim; bu aziz milletin tarihi öyle öykülerle bezenmiş ki hangi
sayfasını açsanız, boğucu bir zulmetten sonra ilahi bir ışık gibi parlayan yeni
bir destanla, kutsal bir zaferle karşılaşıyorsunuz. Bir yanda bu kadim milletle
dost olmayı beceremeyen ve Türk adını duyunca korkudan ödleri kopanları, öbür yanda
onun dostluğunu kazanmak için mütemadiyen çaba sarf edenleri görüyoruz. Tarihin
her döneminde Türk milletini bir umut, Anadolu’yu kurtuluş vesilesi olarak
görenlerin oluşturduğu Türk yurduna ve onu yüceltmek için duyulan ortak güvene
layık olmaya çalışıyoruz.
Hangi coğrafyada yaşarsak
yaşayalım, çocuklarımıza kendini öteki milletlerle körü körüne yarıştırmaya
kalkışmanın, kendini diğerlerinden ayrıcalıklı, üstün görmenin bireyi ırkçılığa
sevk ettiğini; ırkçılığın ise sağlıklı bir ruh halini yansıtmadığını, buna
karşılık kendini ait hissettiği milleti sevmenin takdir edilmesi gereken, utanılacak
bir durum olmadığını anlatalım. Bunları yaparken de her milletin kendi kültürüne
bağlı olmasının doğal olduğunu, milletlere saygı ile yaklaşıldığı durumlarda
mütemadiyen tekrar edilen olumlu duygu ve davranışların bireyin özgüvenini
pekiştirirken dünya barışına da olumlu katkıları olacağını; buna mukabil
ötekine karşı düşmanca hisler beslemenin, kendini yüceltirken ötekini
aşağılamanın, kin ve nefret duygularını körükleyerek telafisi imkânsız insanlık
suçlarının oluşmasına zemin hazırlayacağını unutturmayın.
Türk olmamız, Türkçe konuşmamız
yaşadığımız coğrafyaya uyum sağlamamız için bir engel değil. Bununla birlikte
yaşadığımız coğrafyada saygın bireyler olarak toplumsal ve sosyal hayatın
içinde yer almak istiyorsak, yaşadığımız çevrenin dilini ve dolayısı ile
kültürünü de iyice öğrenmemiz, onlara saygı ile yaklaşmamız ve muasır
medeniyetler seviyesine ulaşmanın anahtarı olan eğitim hakkını ihmal etmememiz gerektiğini,
saygı göstermeyenin saygı görmeyeceğini unutmayalım.
Buraya kadar anlattığım
bilinç düzeyine ulaşılmakla, Avrupalı Türklerin aydınlanma hareketi de kendiliğinden
başlayacaktır. Aydınlanma, bireyin öncelikle kendinden kaynaklanan vesayetten
kurtulması; yani, kendi idrak gücünden başkasının yönlendirmesi olmadan
yararlanamaması halinden çıkmasıyla mümkündür. Aydınlanmayı yakalayan birey,
yaşadığı toplum içinde tutunmak, kabul görmek ve yükselmek için her şeyi mubah
saymaz. Kişilikli bireyler uyum gösterdiğini kanıtlamak için bir yerlerde yama
gibi durmaz; gerektiğinde “Buraya dikkat edin, bir sorun var” diyerek hak ve
hukukun takipçisi olur. Kant’ın 1784’te dediği gibi, “Vesayetin, yani medeni
hakları kullanamamanın nedeni, akıl yoksunluğu değil; insanın aklını başkasının
yönlendirmesine gerek kalmadan kullanacak kararlılık ve cesaretten yoksun
olmasıdır. Yani vesayetin sebebi yine insanın kendisidir.” O halde, bir yerde
çekinmeden Türk olduğunuzu söylerken, yurttaşı olduğunuz ülkenin yasal hak ve
yükümlülüklerini yerine getirip, sağlanan imkânlardan yararlanmak için de aklınızı
kullanacak cesaretiniz olsun! Martin Luther King’in deyişiyle “Ya birlikte kardeş
gibi yaşamayı öğreneceğiz, ya da aptallar olarak hep beraber yok olacağız”.
Not:
Bu yazı Avusturya'da aylık yayımlanan Europa Journal 'Haber Avrupa' Gazetesinin Nisan 2018 sayısında yer almıştır. Özgün metne,
http://europa-journal.net/images/kolumnen/april2018/cakir042018.jpg adresinden ulaşılabilir.
http://europa-journal.net/images/kolumnen/april2018/cakir042018.jpg adresinden ulaşılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder