28 Mayıs 2018 Pazartesi

Bir dünya dili


Başlığı okuyunca, devamını İngilizce diye tamamlarsanız yanılırsınız. Ben, dünya dili olarak Türkçe'mizden söz ederek sizleri daha da şaşırtacağım. Sahi, Türkçe sizin için, Avrupa ülkelerinde yetişen Türkler için ne anlam ifade ediyor? Siz Türkçeyi sadece aile içinde konuştuğunuz ve doğal yolla edindiğiniz dil olarak mı görüyorsunuz? Dünyada en fazla konuşulan diller arasında bir sıralama yapılsa, Türkçeyi kaçıncı sıraya koyardınız? Sizce, Türkçe ilk on dil arasına girebilir mi?

Sabrınızı zorlamadan cevap vereyim. Dünyada en fazla konuşulan dil doğal olarak Çince gösteriliyor. Çince sadece Çin’de değil, Asya kıtasında bir milyar 300 milyon kişi tarafından birinci dil olarak konuşuluyor. Ardından bir dünya dili, dünyanın ortak iletişim dili olarak adlandırılan İngilizce geliyor. Bugün İngilizce konuşanların sayısı 427 milyon kişi ve bu dil birçok ülkede resmi dil, devlet dili olarak kabul edilmiş. Üçüncü sırada 266 milyon kişinin konuştuğu İspanyolca geliyor.  Bu dil sadece İspanya’da değil, özellikle Güney Amerika ülkelerinde yoğun bir şekilde konuşuluyor. Resmi dili İngilizce olan Hindistan’da 260 milyon kişi köken dili olan Hintçeyi konuşuyor. Bu sayı bu dili dördüncü sıraya taşıyor.

Yapısal özellikleri bakımından Ural-Altay dil ailesinin Altay dil grubunda gösterilen ve Doğu Türkistan’dan Orta Avrupa’ya kadar 220 milyon kişinin konuştuğu Türkçe, dünyada en fazla konuşulan diller sıralamasında beşinci basamakta yer alıyor.

O halde, hangi coğrafyada yaşarsanız yaşayın, Türkçeyi unutmayın, unutturmayın. İş hayatınızda, okul sıralarında egemen kültürün etkisi altında, egemen kültürün dilini konuşsanız bile eve gelince Türkçeyi mutlaka birinci dil, ailede kişiler arası iletişim dili, sevginin dili olarak kullanmaya özen gösterin. Çocuklarınıza da dili, dini ve kültürü öğretin. Onlarla Türkçe konuşmaya özen gösterirken, kültürümüzün devamını, gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayın. Yakın çevrenizdeki Türkler ile de birinci iletişim dili olarak Türkçe sohbet edin. Çocuklarınızın devam ettikleri okullarda Türkçe dersini alması için gerekli altyapıların oluşturulmasını sağlayın. Çocuklarınızı bu dersleri almaları için teşvik edin, özendirin. Evde konuşulan Türkçenin sınırlı söz dağarcığı üzerine bir gelecek kurmanın mümkün olmadığını öğrendiğinizde iş işten geçmiş olacak. Geçmişi “keşke” ile değil, “iyi ki” ifadesi ile hatırlayın. Türkçemizi kaybedersek kimliğimizi kaybederiz. Kimliğimizi kaybedersek geleceğimizi kaybederiz. Kimliğimiz Türkçemiz!

Bu sözlerimi bir çağrı olarak değerlendirirken, diğer dilleri öğrenmeyin, yok sayın, önemsemeyin anlamı çıkarmayın. Atalarımızın sözüne kulak verelim. “Bir lisan bir insan”. O halde bir yanda güzel Türkçe, öbür yanda dünya dilleri. Yaşadığınız coğrafyada çocuklarınıza sunulan eğitim fırsatlarından yararlanmaya bakın. Vatandaşı olduğunuz, vergisini verdiğiniz ülkelerde yurttaşlık bilinci ile hareket edip, eşit vatandaş olduğunuzu unutmadan, hakkınızın takipçisi olun.

Çocuklarınız dünya dillerini öğrenirken, dünya kültürlerini de öğrenecekler. Gök kubbenin altında kendi kültürleri ile birlikte başka kültürlerin varlığını görecek; hayata ve insana dair bakışları da gelişecektir. Burada yeni bir melez kültür ortaya çıkacak. Bu kültür, bizim geçmişten geleceğe taşımak istediğimiz Anadolu kültüründen yabancısı olmadığımız bir hoşgörü ve sevgi dilinin de taşıyıcısı olacaktır.

Yazıyı bitirmeden söyleyeyim. Arapçayı konuşan 181 milyon kişi, bu dili altıncı sıraya, Portekiz’den Güney Amerika ülkelerine uzanan geniş bir coğrafyaya yayılan 165 milyon kişi de Portekizceyi yedinci sıraya taşımış. Bengalceyi 162 milyon kişi konuşurken, bu dil sekizinci sırada yer alıyor. 158 milyon insanın konuştuğu Rusça, sıralamada dokuzuncu sırada yer alıyor. 124 milyon kişinin konuştuğu Japonca sıralamada onuncu sırada yer alıyor.

Almanca mı? Onu konuşan 121 milyon kişi bu dili on birinci sıraya taşıyor. Fransa dışında ağırlıklı olarak Afrika ülkelerinde yoğun şekilde konuşulan bir dil olan Fransızca 116 milyon kullanıcıyla, en çok konuşulan dünya dilleri arasında 12. Sırada yer alıyor.

Türkçemize sahip çıkalım. Dillerden düşmeyen cümle; “Ben ülkemi ve milletimi çok seviyorum”. O halde gelin, sevginizi gösterin. Sevgi sorumluluk ister; kalplerde hapsolmaya değil, eylemde görülmek ister. Bu eylemi de çocuklarınıza Türkçe öğreterek gösterin. Onları okula, Türk dilinin ve kültürünün öğretildiği Türkçe derslerine götürün.

Not:
Bu yazı Avusturya'da aylık yayımlanan Europa Journal 'Haber Avrupa' Gazetesinin Haziran 2018 sayısında yer almıştır. Özgün metne,
http://europa-journal.net/images/kolumnen/juni2018/cakir062018.jpg adresinden ulaşılabilir.

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Avrupalı Türklerin kültürel kimliği


Türklerin Almanya’da veya herhangi bir Avrupa ülkesinde siyasette, sosyal hayatta, ekonomide, birçok alanda yaşadığı sorun "uyum sorunu" değil; ayrımcılığa uğramadan, insan onuruna uygun şekilde yaşamaya yönelik türlü engellerin aşılmasıyla ilgili sorunlardır. Bunların aşılabilmesi de Türklerin ve yaşanılan ülkelerdeki yerel paydaşların el ele vererek ortak hareket etmesi, Türk kültürü ve kimliğine yönelik söylemlere karşı eylemlerle ortak bir tutum sergilemesiyle mümkün olacaktır. Bu konuyla ilgili görüşlerimi aşağıda sıralamak isterim.

Vatandaşlarımızın veya soydaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde yurttaş olmanın, olmasa bile yerel mevzuattan kaynaklanan yasal yükümlülüklerini aksatmadan yerine getirdikleri sürece Türk kimliğini ve kültürünü korumaya, gelecek kuşaklara aktarmaya çalışması kimseyi rahatsız etmemelidir. Çünkü Türklük, siyasi bir kavram değil, insanları bir arada tutan duygusal bir bağdır. Türklerin yaşadığı coğrafyada bulunan ülkelerin vatandaşlığını almasına rağmen Türkiye ile kurduğu duygusal bağı devam ettirmesi son derece olağan karşılanmalı, sırf bu nedenle yaşadıkları yeni yurtlarına bağlılıkları sorgulanmamalıdır. Türkler geçmişte de bu tür soruları “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanım” diyerek dışa vurmuştur. Bugün Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin Avrupa ortak değerlerini savunurken Meryem gibi Türk, Maria kadar Avrupalı olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Asıl şaşırılması gereken durum, Meryemlerin Marialar kadar toplumsal kabul görememesi ve “öteki” olarak görülmesidir.

Türkler bir yandan yaşadıkları ülkelerde iyi şartlarda sosyal, ekonomik ve siyasi olarak bir statü elde etmeye çalışmakta, öte yandan ecdadını unutmamaya, geride bıraktıkları hısım, akrabaları ile ilişkilerinin kopmasına izin vermemektedir. Türklerin yeni yurtlarındaki yöneticiler, yeni yurttaşlarının ülkelerini ne derece benimsediklerinden kuşku duyarken, bu gerçeği göz ardı etmektedirler. Bu engelin aşılabilmesi için egemen kültürün taşıyıcıları ile azınlık kültürünün taşıyıcıları daha fazla sosyal, kültürel etkileşimlerde bulunmalı, azınlıkları toplum içinde öteki olarak değil, yeni birer değer olarak görmelidir. Bilinmeyene karşı tepki göstermek yerine öğrenmeye çalışmak, her iki tarafın da düsturu olmalıdır.

Yeni vatandaşların yaşadıkları ülkelere uyum sağlayabilmesi, sosyal ve ekonomik olarak sınıf atlayabilmesi, bu kesimin iyi eğitim almasından geçer. Bu bağlamda hiçbir çocuğun köken dili ve kültürüne yönelik eğitim hakkından mahrum bırakılması gerekmez. Köken dilini öğrenmek isteyen Türklerin yaşadığı ülkeye bağlılıkları sorun edilmez.  Çünkü artık küreselleşen dünyada çoklu kimlikler herkes tarafından normal kabul edilen bir durumdur. Hiçbir toplum, hiç kimse, hiçbir şahıs tek bir aidiyete zorlanamaz. Çok dillilik ve çok kültürlülük küreselleşmenin, etkileşimin ve iletişimin açtığı zorunlu ya da yönlendirdiği bir alandır. İnsanların birbirlerini anlayabilmesi için zihinlerde oluşturulan ve kültürel normlara yönelik önyargıların aşılması öncelikler arasına alınmalıdır.

Söz gelimi, Türkiye’de kendine yaşam alanı bulan ve günden güne gelişen Alman toplumu da Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilere katkı sağlayacaktır. Yabancı kültürler içinde oluşan farklı yaşam alanları sorun adacıkları değil, ortak sorumluluk alanlarında gelişen ve ikili ilişkilerin gelişmesine olumlu zemin hazırlayacak önemli fırsatlar oluşturmaktadır.

STK’lar ve çatı kuruluşları yeni dönemde eğitim, dil, kültür ile yükselen İslam karşıtlığı ile ilgili alanlarda, bireylere ve toplumlara yönelen saldırılar, tacizler ve bu konuda alınması gereken tedbirler üzerine yoğunlaşmalı ve işbirliği alanlarını sayılan bu alanlara yöneltmelidir.

Avrupa Türk toplumunun yurt edindikleri topraklardaki yöneticilerinden önemli beklentilerinin olduğu bilinmektedir. Bu beklentilerin kısa sürede karşılanması mümkün olmasa bile “İslam bize ait değildir” gibi mesajlarla toplumu ayrıştırmak yerine, ortak bir toplum ve huzurlu bir gelecek için beslenen olumlu beklentilerin ve umutların yeşertilebilmesi için olumlu mesajlar verilmesi ve karşılıklı anlayış içinde birlikte hareket edilmesi gerekmektedir. Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanların hepsi köktendinci, radikal değildir; aksine bunların ağır bir ekseriyeti günlük hayatını sürdürmeye çalışan, devlete ve topluma karşı yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışan, mütevazı insanlardır. Özellikle Ramazan ayının huzurla yaşandığı bu dönemde Müslümanların teröristlerle özdeşleştirilmesi ve inançlarının, kimliklerinin sorgulanır hale getirilmesi, toplumu germekte ve ortak bir hayatın temelini oluşturmaktan uzak, ayrıştırıcı mesajlar olarak değerlendirilmektedir. Bu olumsuz havanın verdiği tedirginlik ve savunma refleksi farklı değerlendirilmemeli; en azından bu insanların yaşadıkları, ikinci vatan olarak benimsedikleri topraklara bağlılıkları tartışma konusu yapılmamalıdır.

Eğitim konularında işbirliği yapma arzusunda olan “ötekiler”, zaman zaman muhataplarından yeterli karşılık göremeyebiliyor. Oysa dil ve din eğitiminin formal alanların dışındaki zeminlere kayması, bu alanlarda verilecek eğitimin içeriğinin de sorgulanır hale gelmesine neden olacak bir tehdit olarak görülmelidir. Neredeyse birbirleriyle bağı kopmuş şekilde faaliyet gösteren, kökü bir olsa da zaman içinde ayrışan toplumsal grupların, geleceğe yönelik planları arasında din, eğitim ve kültür alanını ekonomik birer faaliyet alanına dönüştürmesinin toplumsal bütünlük açısından tehdit oluşturacağı hususu gözden kaçırılmamalıdır.  Bu tehdidin önüne geçilebilmesi için başta dini cemaatler olmak üzere bütün sivil toplum kuruluşlarının kendi görev alanlarına çekilmesi; siyaset, kamusal alan ve ticaretten elini çekmesi; kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olması sağlanmalıdır. Şeffaf ve denetlenebilirlik, ilişkilerde karşılıklı güvenin tesis edilmesine yardımcı olacaktır.

Her ne olursa olsun, karşılıklı anlaşmanın temelinde uzlaşı kültürü yatmaktadır. Altım seneye yaklaşan göç tarihinde eşit vatandaşlık hakları verilen yurttaşların hala “yabancı” olarak görülmemesi, her iki tarafın da karşılıklı anlayış ve işbirliği ortamlarının oluşmasına zemin hazırlayacak girişimlere daha fazla destek vermesi; günlük dilde “uyum” kavramının yerine de “kabul etme” tutumunun tercih edilmesi için çaba gösterilmesi gerekir.

Her canlının aslı bir çekirdektir. Önemli olan bu çekirdeğin doğasına uygun iklim şartlarını oluşturup, filizlenmesini sağlamaya çalışmaktır. Ancak bu başarıldığı zaman, insanoğlunun hangi coğrafyadan gelirse gelsin, beşeriyet bahçesinde meyve veren bir ağaç olması mümkün olacaktır.

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...