Günlük hayatın içinde kısa veya
uzun aralıklarla ortaya çıkan, saman alevi gibi parlayan, yani nevzuhur olan
popüler kültürün ögeleri, geçmişi uzun zamana dayanan, yani kadim olan köklü gelenekler
karşısında tutunamasa da insanoğlu, mutlu olmak için sürekli bir arayış içine
giriyor, kendine yeni bir yol arıyor. Bu düşünceden yola çıkarak, toplumsal ve
sosyal hayata dair yaptığım gözlemleri, iyi ve güzel davranışları derledim ve
bir yazıya dönüştürdüm. Okurken keyif almanızı dilerim.
Avrupa ülkelerinde gözlenen Türk
ve İslam karşıtlığı aslına bakarsanız kökü artık çok eskilerde kalan “korkunç
Türk” imgesine kadar geri gitmektedir. Bilinçaltına yerleşen bu imge, tarihi
süreç içinde evrilerek Türkofobiye veya İslamofobiye dönüşmüştür. Avrupa
tarihinde ve günümüz siyasetçilerin diline yerleşmiş bu kavramlar, Türk
karşıtlığını yansıtan nefret eğiliminin yeniden üretilip piyasaya sunulması ve
bu yolla maddi manevi kazanç elde etme çabasıdır.
İçimizden bir kısım insan, Batılıların
ürettiği bu söylemi taklit ederek, kendilerini tatmin ediyor; Batılı gibi
davranıyorlar; ya da öyle davrandıklarını zannediyorlar. Aslında tamamen içsel
olan bu duygusal tatmin dışarıdan bakan üçüncü gözlere, davranış sahibinin ne
kadar kimliksiz ve kişiliksiz kaldığını gösteriyor.
Heyhat, biz konumuza devam
edelim.
Avrupa genelinde yayılan ve
tarihsel önyargıların devamı olan bu yeni akım, modern Türkiye’ye ve Müslüman Türk
varlığına yönelik olup; yakın geçmişte Londra ve Paris’in desteğini alan Sırp
ve Hırvatların Bosnalı ve Arnavut Müslümanlara yaptığı etnik temizlik ile
kendini bir kere daha göstermiştir. 1389 yılında I. Kosova Savaşı’nda alınan
yenilginin[1]
intikamını almak isteyen Sırp askerlerini Türk olarak gördükleri Müslüman
milletlere karşı yaklaşık 600 sene sonra Srebrenitsa Katliamını yapması, bu
duygunun açık bir göstergesidir. Bir yanda asırlardır devam eden kin ve intikam
duygusu, öte yanda tarihte yaşanmışlıkları unutan ve Batılıların Türklere karşı
popüler söylemlerini gerçek zannedip, hal ve yaşam biçimleri ile Batıya uyum
sağladığı yanılsaması ile yaşan Türkiye kökenli Avrupalı Türkler.
Bu nevzuhur Avrupalı Türk
anlayışı, Batılı söylemleri eleştiri süzgecinden geçirmeden kabul etmekle
Türkiye’deki mevcut yönetim ve milliyetçi görüşe karşı olduklarını, Türkiye’deki
mevcut iktidar sahipleri ile araya mesafe koyduklarını zannediyorlar. Bunlar şu
veya bu şekilde Türkiye’ye karşı çıkarken, aslında Batılıların bilinçaltındaki
“Türkiye’nin tarihi liderlik gücüne” de karşı çıkıyorlar; lakin farkında
değiller.
Bu şekilde kadim olana duyulan
tepki ile batılıların nezdinde “beyaz” Türk statüsünü kazandıklarını ve
mütedeyyin, milliyetçi ve muhafazakâr Anadolu insanından yani “siyah”
Türklerden farklı olduklarını anlatmaya çalışıyorlar.
Bu Türkler, Avrupalı ve liberal
olarak tanınmak istiyor ve Avrupa’nın kendilerinden istediklerini düşündükleri
şeyleri talep ediyorlar. İmajları ve istekleri o derece bilinçsizce taklit
ediyorlar ki, asıl amaçları “aydın” liberaller veya solcular haline gelmek
olduğundan tartışılan konular dahi fuzuli hale geliyor. Zamanla başkalarının
gözünde kendilerini nasıl görüyorlarsa ona dönüşüyorlar. “Efendilerinin” algı
ve pratiklerinin bu derece taklit edilmesi ve Avrupalı olarak tanınma arzuları,
mevcut tartışmada önemli bir rol oynamaktadır[2].
İnsan hayatında kurduğu
ilişkilerde samimi olmalıdır. Samimiyet, dilimiz ile kalbimizin, yazdıklarımız
ile yaptıklarımızın birbirini tutmasıdır.
İslami yaşam biçimini kabul
edenlere de söyleyecek, anlatacak hususlar var. Bizim kültürümüzde, Mümin,
kendisinden emin olduğumuz kişidir. Dostlukta ve zorlukta sebat edendir.
Fedakârlıkta mahirdir. Vefanın imandan geldiğini bilir. Yaptığı iyilikleri
alacak hanesine yazmaz. İnşallah böyle insanlar olarak yaşayıp gideriz.
Günlük hayatta da 'Bir kimsenin
kıldığı namaz, tuttuğu oruç sizi aldatmasın!' “Kişinin namazına, orucuna
bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet
edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine
güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına)
bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435). Güvenilir olmayanın
dini de olmaz.
‘Bu dünya hayatı, yalnızca bir
oyun ve tutkulu bir oyalanmadır” (Ankebut 64). Dünyanın eksiği, insanın isteği
bitmez. İhtiyaç ile ihtiras arasındaki mesafe uzun gibi görünse de bir anda
kısalabilir. “Dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında
sizi aldatmasın." (Lokman, 31/33). Yoklukta şaşırmayan, varlıkta
şımarmayan insanlar ne kadar kıymetlidir. Sadi Şirazi’nin dediği gibi, “Düşmanın en
büyük hilesi dostluğudur.”
Yukarıda da değindiğim gibi,
ilişkilerde önce hasbi olmak, Allah’ın rızasını kazanmak için çalışmak lazım. Açık
aramaktan yorulan gözler, doğru ve güzel işleri göremez. Dedi ki sevginin
tartısı fedakârlıktır. Güven duvarı yıkılırsa, insana ait birçok incelik o
duvarın altında kalır. Artık o andan itibaren insan insanın kardeşi değildir,
kurdudur. “Verilen söz sorumluluk gerektirir” (İsra, 17/34). Damlada
bulamadığını deryada da bulamazsın. Sâdi-i şirazi’nin dediği gibi, “Sevgisiz bakınca
Yusuf bile çirkindir, şeytana aşkla bakınca melek sanırsın." Muhammed b.
İdrîs eş-Şâfiî demişti dersin, “Seni sende olmayan meziyetlerle öven bir
insanın, bir gün seni sende olmayan hallerle kötüleyeceğinden şüphen olmasın.”
Hangi yönden gelirse gelsin,
maruz kaldığınız ithamlar karşısında sakın yılmayın! Üzüntüye kapılmayın! Eğer
iman ediyorsanız, mutlaka üstün gelirsiniz!
(Âl-i İmran 139) Dedi ki iyiye karşı iyilik et, kötünün şerri kendine
yeter. “Sana kötülük yapsalar dahi sen iyi olmaktan vazgeçme. Sabret, Allah’a
havale et ve bekle. Unutma; Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır” Yükünü
kaldıramayacağın kalbe, elinden tutamayacağın insana talip olma. Amenna ve
saddaknâ (İnandık ve tasdik ettik).
Bu âleme dost kazanmaya geldik.
İnan başka bir şey yok! Bizi bize gösteren ayna çok önemli. Böyle bir ayna
bulana ne mutlu. Bunlar öyle aynalar ki, senin iyi tarafını gösterip, iyi
tarafını parlata parlata zaman içinde geliştirerek olumsuz taraflarını silip
atar. Hayatın değişir, birden senden güzelliklerin doğduğunu hissedersin. İnsanız; etimiz yenmez, derimiz giyilmez, tatlı
dilimizden başka neyimiz var. İşte böyle mutlu yasamak üzerimize farz;
iyilikleri dillendireceğiz, iyilikleri yaşayacağız, iyilerden olmaya çalışacağız,
böyle de mutlu ve huzurlu yaşayacağız.
Bütün bunlar karşısında modern
akıl mutlu olmaya yetiyor mu? Mutluluk uzaklarda bir yerde değil, yine kendi içimizde,
yaşadıklarımızda gizli ve her birimiz mutlu olmak adına aslında kendimizi ve kendimize dahi itiraf edemediğimiz yahut itiraf etmeye çekindiğimiz hakikatimizi arıyoruz.
“...Ey Rabbim, Sana yönelttiğim
duada cevapsız bırakıldığım hiç olmadı.” (Meryem Suresi /4) Bizleri kapından
eli boş dönenlerden, kendi hakikatini kaybedip yanılgılarının peşi sıra kuvvetli güz rüzgarlarının etkisiyle kuru yapraklar misali oradan oraya savrulan biçarelerden eyleme.
[1]
I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi, Sultan I. Murad
önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar Hrebelyanoviç
önderliğindeki Hırvat, Leh, Macar, Çek ve bütün Balkan prenslikleri
Osmanlılar'a karşı birleşerek oluşturduğu çok uluslu Balkan ordusu arasında 28
Haziran 1389 tarihinde yapılan muharebenin adıdır.
[2] Hakan
Yavuz (2019). Kendinden Nefret Eden Türkler ve Soykırım Tartışması. Daily
Sabah. 07.02.2019.AVIM: Avrasya İncelemeleri Merkezi-Center for Euroasian
Studies. Blog No: 2019/14. – 19.02.2019 tarihinde https://avim.org.tr/Blog/KENDINDEN-NEFRET-EDEN-TURKLER-VE-SOYKIRIM-TARTISMASI-DAILY-SABAH-07-02-2019?slid=SlE2P_G0vb6QGsWqnuy1U5xJtK0&utm_campaign=100936&utm_content=SlE2P_G0vb6QGsWqnuy1U5xJtK0&utm_medium=email&utm_source=newsletter&utm_term=campaign-100936
adresinden ulaşıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder