İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise“
Yunus Emre (1239 - 1321)
Bu sefer Yunus Emre ile başladım. İnsanları sevmek, gönüllerde taht kurmak için insanın önce kendi sevdiğinin, kendini yaratan Çalab‘ın gönlüne taht kurması gerek. Türkçeyi onun insanın ruhundaki anlamını bir sevgiliye edilen sitemi, aşkı sevdayı anlatır gibi anlatacağım bu defa... Yazdığım her satırı; aşka, sevdaya inananların sanal alemdeki ifadelerinden derledim. Okuyanların derdini, kendi duygu dünyalarına ayna tutarak anlatmak istiyorum. İstiyorum ki yürek yangını olanlar, bizim milletimize olan sevdamızı, Türkçemize olan tutkumuz, milletimize gönül borcumuz üzerinde biraz düşünsün.
Hani gençler arasında Karadenizli
anonim bir teyzeye atfedilen bir söz dolaşıyor; „Kiminle yaşarsan yaşa,
kalbindekiyle öleceksin.“ diye. İnsanlar kalbinde yaşattıklarını dilleri ile
dışa vurmasa da bilinç altında, anılarda, rüyalarda yaşatmaya devam ederlermiş.
Bu durum halk diliyle böyle özetlenmiş. Ana dilini konuşmayı reddeden nice
insanın son nefesinde anne özlemiyle anadiline döndükleri söyleniyor. Bilim
insanlarının söylediğini aktarıyorum; gönül insanları da farklı düşünmüyor.
Bu gidişle, yani insanlarımız bu kadar
vurdumduymaz, adamsendeci davranmaya devam ederse, kadim dilimiz, yani
Türkçemiz, köken dilimiz orta ve uzun vadede, çok değil birkaç kuşak sonra bu
coğrafyanın terk edilmeye yüz tutan ihmal edilmiş nostaljik bir değeri olacak;
yaşlıların belleğinde anı olarak kalacak. Tıpkı Polonya’dan gelen Petra’nın
annesinin „Sokakta Lehçe konuşmayın, Polanya’dan geldiğinizi anlamasınlar“
tembihine uyup, dedesinin dilini bugün neden konuşamadığını anlattığı hüzünlü
hikayesi gibi. Türkçenin değerini anlamak için Türkçe konuşana meftun olmak;
gönül verme şerefine nail olmak gerekir. Dilimizin anlatım özelliklerini
anlamak, anlatmak için milletine, değerlerine sevdalanmak gerekir. Tıpkı
insanın biri yakana kadar anlamadığı, yok sandığı; yanınca da sönmem sandığı,
deryalara daldığı gibi... İnsanı insan yapan duygularıdır. Tercih sizin; geride
bırakacağınız ister başarı öyküsü, ister yanık bir sevda türküsü.
„İnsan yanındaki ile yaşlanır, aklındaki ile
ölürmüş“ Türkçe de böyle bir şey. Yaşadığınız coğrafyada hangi dil konuşulursa
konuşulsun, Türkçe gönül diliniz olsun. „Dilimiz kimliğimizdir“ deyince, gülüp
geçenler oluyor. Olsun! Siz siz olun; mutluyken de mutsuzken de, sevip sevilirken
de, söverken de Türkçe konuşun; sevginin, sevdanın, öfkenin, yani duyguların
dili, türkülerimizin dili de Türkçe. Bilmem, anlatabiliyor muyum? Sanmıyorum…
Hem biliyor musunuz ki ünlü yazar Yaşar Kemal bile küçükken yaşadığı travmalar
nedeniyle lal olmuş da dili Türkü söylerken çözülmüş.
Rivayet o ki iyi kadınlar kötü
adamların balkonundan gökyüzüne bakarken, iyi adamlar da yalnızlıktan
ölüyormuş. İnsanlar; çok sevip ulaşamadığında, „Nasibim değilse gönlümden al“
diye dua edermiş, ama gönül bu, bir kere Çalab’ın tahtına göz kırpmışsa,
„İnşallah nasibimdir. Çalab gönlüme baksın; ne olur orda kalsın“ diye de için
için dua etmekten geri durmaz. Sizi bilmem, ama ben tam olarak o noktadayım.
Benim duam sevdama, dilime, milletimin bekasına. Sizin dualarınız da benimle
birlikte olsun inşallah. Amin, amin, amin…
Şu dünya ne tuhaf değil mi? İnsan hiç
sahip olmadığı, eline almadığı, bir şeyi gün gelir kaybettiğini sanıp üzüntüye
gark olur. İnsan kokusunu hissetmediği, birlikte gülüp eğlenmediği, sarılıp
öpemediği birini, nasıl olduğunu bile bilmediği halde, küçük yavruların bir
oyuncağa bağlandığı gibi nasıl bu denli içten sevip bağlanır? Hayat bu
dudaklarınız başkasındayken ruhunuz başkasıyla öpüsür. Yani sözün özü;, Türkçe
düşünür, Almanca konuşursunuz. Dönüp, dolaşıp yine geldik Trabzonlu teyzenin
sözüne değil mi? Ama dil deyip durduğumuz da böyle bir şey. Elma değil ki
ısırıp tadına bakasın, ekşi mi tatlı mı mayhoş mu… Onun tadı anlatım gücünde.
İş ki o gücü kullanıp kah sevginizi kah efkarınızı anadilinizde anlatın.
Gençler terk edilmişliğin verdiği
acıyla dostlarına dert yanar, yaşanmışlıkları anlatır. „Öyle alışmıştım ki
aramasına; bir tek onunla mutlu oluyordum. Onunla keyif alıyordum geçirdiğim
dakikalardan. İkide bir profiline girip bakıyor, her gelen mesajı ondan
sanıyor, aramadığı anı yaşanmış saymıyor, yastığımı gözyaşıyla ıslatıyordum.“
Mecnun’la dolaşan Leyla’dan başka söz duymaz misali, bu duygu durumunu
kanıksayan öteki cevap veriyor; „Sen onun umrunda olmamana, vurdumduymazlığına
da alışabilecek misin?“ Peki gençler, siz gerçek hayatta, iş hayatına
atıldığınızda, memlekete gittiğinizde dedenizle, konu komşuyla, hasılı kelam
uzaktaki yakınlarınızla, istikbalde size umut bağlayanlarla anadilinizde
anşamazsanız, Türkçenin yokluğuna alışabilecek misiniz? Yokluğuna alışma uğruna
yüreğinizdeki iletişimsizlik yangınını nasıl söndüreceksiniz? Hiç düşündünüz
mü?
Anlattıklarım tıpkı televizyon
dizilerinde geçen bir sevda masalı gibi bir senaryo. En olumsuzu düşünün. Siz
onu severken, o sizi bırakıp başka biri ile ele ele dolaşıyor olsun. Sizin onu
sevdiğinizin de farkında. Ara sıra arayıp "İyi misin?" diye soruyor.
Siz de hep aynı cevabı veriyorsunuz; "İyiyim!". Aslında hep aynı
yalanı tekrar ediyorsunuz. İçim yanıyor, kalbim ağlıyor ama yanağıma akmıyor
gözyaşlarım diyemiyorsunuz. Şimdi nasıl anlatayım ıslanan yastığı ters çevirip
yattığımı, diye iç geçiriyorsunuz. Bazı
şeyler gerçekten çok acı. Sezen Aksu’nun biliyorsun adlı şarkısında dediği
gibi; “Düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar”. Biz size Türkçe öğrenin derken,
sizler başka sevdaların peşinden koşuyorsunuz. Yaşadığınız çevrede sahip
olduğunuz değerleri kaybedip iş işten geçtikten sonra son pişmanlık fayda
etmez. Değerler eğitimi de öyle söylemekle kulaktan değil, bizzat yaşayarak
yürekten yüreğe aktarılır. Dedim ya bu bir sevda masalı gibi kuşaktan kuşağa,
dudaktan kulağa değil, yüreğe işlendiğinde, yaşam biçimine dönüştüğünde anlam
kazanıyor.
Hz. Ali dedi ki; „Asla sahip olmadığın
şeyler için üzülme! Kısmetinde varsa, onlar seni bulur, zamanı gelince. Her şey
gelip geçici ey gönül. Bak az önce aldığın nefes dahi geldi geçti. Allah,
ömrümüzün kalan kısmını, geçen kısmından hayırlı eylesin. Dünya'nın en büyük
yükü; aklı sende olmayanı ısrarla yüreğinde taşımakmış. Âllah herkesi lâyık
olduğu kalplerde çiçek açtırsın.“ Bu duaya, „Amin!“ derken, yine Türkçeyi,
Türkçemizi, milletimizin geleceğini düşünüyor, hesap ediyorum.
Bizim dilimiz, Türkçemiz, kadir kıymet
bilenlerimiz için babaannelerimizin zamanında misafire ayrılan ve ev ahalisi
tarafından kullanılmayan yastık ve yorgandaki ipek kumaştır, renktir, desendir,
Anadolu’dur. Asya’dır; sonu gelmeyen bir romandır. Bitmeyen bir şarkı.
Ortasında ara verilmiş ama bir türlü de devam edilememiş yarım kalan bir
şiirdir. Bazen de ağıttır. Türkçemiz ezandır, çandır. Kısacası, derdi de kederi
de sesinde barındıran bir dermandır. Türkçe, rengarenk yüreklerin ve eşsiz
seslerin ruhlarımıza iyi gelen tınısı, tılsımıdır.
Her ilişkiyi „Gel gönlümü, yerden yere
vurma güzel“ diye başlayıp dinleyeni hayal alemine alıp götüren eski bir
şarkının engin derinliğine dalıp, Emel Sayın’ın çığlık çığlığa „Rüyalar gerçek
olsa“ diye söylediği şarkı ile bitirmek istersin; ama ne gam, hayatın
gerçekleri ile rüyanın hazzı her zaman örtüşmez; örtüştüremezsin. Sezen
Aksu’nun şarkısındaki gibi “Düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar”.
Allah insanlara „yeryüzüne de
gökyüzüne de sığmadığını, ancak inanan kullarının kalbinde yaşadığını“
bildirmiştir. Yunus Emre de „Gönül Çalab’ın tahtı“ derken insanın dünyalığına,
sahip olduklarına değil, vicdanına vurgu yapar. Türkçe gider, Türklük biter,
bugün olmayacak dualarla kardeşlik bağı kurmaya çalıştığınız ötekilerden fayda
görmeyince, türlü parçalara ayırdığınız, ayrıştığınız inanç evleriniz de
geçmişte yaşanmış hüzünlü, kırık bir aşk hikayesine döner. Türküler dile gelse; "Ey sevgili bir gün bana yar demedin" diye sitem eder. Dile duyulan sadakate ve
millete yönelik sevdaya gelince; niyetler iyi olduğunda iyi işler de hayırlara
vesile olur; yani „Çalab gönüle bakar“, yoksa Meryem‘ler Maria’ya Adem’ler
Adam’lara karışır, Türkün adı kuşaktan kuşağa kaybolur gider.
Not:
Bu yazı Bu yazı Haber Avrupa – Euro Journal Gazetesi Mart 2021 sayısında yayımlanmıştır. Bkz.: http://europa-journal.net/goenuel-calabin-tahti/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder