12 Mart 2014 Çarşamba

Üniversitede mobbing ile mücadele

Habertürk’ün bir süre önce verdiği bir araştırma sonuçlarına göre üniversitelerimizde görev yapan öğretim elemanlarının % 63.8’i işyerinde mobbige uğradıklarını söylemiş. Biraz da bu haberin uyandırdığı merak nedeniyle olsa gerek, “mobbing” konulu bir toplantıya katıldım.  Toplantı üniversitemizin kongre merkezinde yapıldı. Mobbing ile Mücadele Derneği Eskişehir Temsilciliği’nin öncülüğünde, üniversite personelini bilgilendirmek, bireysel hak ve haksızlığa karşı mücadele konularında bilinç oluşturmak ve görüş alış verişinde bulunmak amacıyla yapılan bu etkinliğe Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) ile Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) da destek vermişti.

Konuşmacılardan ilk ikisi Anadolu Üniversitesi’nde çalışan ve çalışma hayatında çektikleri kimi sıkıntıları, yaşadıkları mağduriyetleri yargıya taşıyıp, yaşadıkları olumsuzlukların “mobbing” olduğunu mahkeme kararı ile tescil ettirmiş iki öğretim elemanıydı. Biri de bu öğretim elemanlarının yaşadıkları süreçte kendilerine hukuki danışmanlık hizmeti veren, davaları takip eden bir avukattı. Konunun insan üzerindeki etkileri ise yine üniversite öğretim üyesi olarak görev yapan bir özel eğitim uzmanı tarafından ele alınıyordu.

İlk konuşmacı, mobbing hakkında kısaca bilgi verdi; olayın duygusal taciz, yıldırma olarak da adlandırılabileceğini belirtti. İkinci konuşmacı da bazı örnek olayları dinleyiciler ile paylaşıp, verilen örneklerden hangilerinin mobbing, hangilerinin tek seferlik bir durum olduğunu anlattı. Üçüncü konuşmacı da mobbing ve psikolojik etkileri hakkında bilgi verdi. Nihayet son konuşmacı da avukat olduğu için konunun hukuki boyutunu, yasal boşlukları anlattı ve mobbing konusundaki yasal mevzuat boşluğu ve yürütülecek işlemler hakkında bilgi verdi.

Niyahet soru cevap faslına geçildi. Salondaki izleyicilerden bir bölümü yaşadıklarını diğer izleyiciler ile paylaştı. Üniversitelerde bu durumun çok yaygın olduğu anlatıldı. Bir kısım yardımcı öğretim elemanı üniversite içinde yaşananlardan somut örnekler verdi. Üniversitelerde oluşturulan Mobbing Kurulu’nun bu durumdaki rolü ve çalışmaları hakkında yeterli bilgi edinilemediği ortaya çıktı. Mobbing, kanıtlanması oldukça güç bir durum olduğundan, mağdurların bu durumu belgelendirilmesi konusunda öneriler ortaya atıldı. Bir dinleyici, görüşmelerde “çaktırmadan” ses kaydı yapılmasını önerdiyse de avukat, bu uygulamanın yasal olmadığına dikkat çekti. Bir diğer konu da kamu kurumlarında yaşanan olaylarla ilgili olarak kişilerin değil, idarenin kusurlu olduğu, idare mahkemesine dava açılabileceği yönündeki Danıştay kararlarına atıfta bulunuldu ve ardından katılımcılara teşekkür edilerek oturuma son verildi.

Konuyla ilgili olarak şunları söylemek isterim ki duyduklarım beni son derece rahatsız etti; bu yazıyı yazmaya yöneltti. Konuyu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Mobbing kendi göstermelik dindarlığını dini ritüelleri yerine getirmeyenlere karşı oluşturduğu nefret üzerine inşa etmeye yeltenen cahiliye tutsakları gibi,  günümüz çalışma hayatının rekabete dayalı ortamında ahlaki zafiyet ve mesleki hazımsızlık yaşayanların, kifayetsiz muhterislerin çevrelerine vermeye çalıştıkları zararın adıdır. Geçmişte yaşanan olumsuzluklar ile gelecekle ilgili beklentilerin duygu dünyasında yarattığı kaygı ve endişelerden doğan neden sonuç ilişkisidir. Neden, sonuç ilişkisi diyorum; çünkü mobbing yaşanan ortamlarda sağlıklı iletişim kurma imkânı kaybolur. Sağlıklı iletişim, güçlü aile bağları kurmanın yanı sıra gerek çalışma hayatında, gerekse sosyal çevrelerde insani ilişkiler tesis etmenin vazgeçilmezidir.

Bu bağlamda ebeveyn-çocuk ilişkisinde, eşler ve kardeşler arası ilişkilerde iletişim sorunu yaşayanların, toplumsal hayatın her hangi bir döneminde ötekileştirilenlerin, duygusal travma yaşayanların çalışma hayatına atıldıktan sonra da çevresi ile iletişim sorunu yaşadıkları söylenebilir.

Bir diğer husus da mobbing yapanların, kendilerini kibir zehrinin tutkusundan kurtaramayan, iletişim engelliler olduğu unutulmamalıdır. Birinin iletişim engelli olarak tanımlanabilmesi için illa kör, sağır ve dilsiz olması gerekmez. Bunlar, genellikle sorunlu bir iletişim çevresinden gelen hazımsız, görgüsüz, kültürsüz, hak ettiklerinden fazla değer atfedilmiş sıradan insanlardır. Bunlar bulundukları mesleki konuma da hasbel kader gelmiş/getirilmiş olduklarından, öngördükleri hedefe ulaşmak veya elde ettikleri konumu muhafaza etmek için kendilerine rakip olarak seçtiklerini/gördüklerini yok etmek için hemen her yolu denerler. Kendilerini vaz geçilmez görürler. Öngördükleri hedefe ulaşmak için de kendilerine hedef olarak seçtikleri kişi dışında birlikte oldukları çalışma arkadaşlarına yaltaklanarak, hedef seçerek mağdur etmeye çalıştığı kişiye karşı cephe oluşturmaya gayret eder ve orta yerde omurgasız, kişiliksiz, hazımsız insan müsveddeleri olarak dolaşırlar da bu durumlarının farkında olmazlar. Verdikleri zararları örtmek istedikleri zaman da kendileri mağdur ve mazlum rolleri oynarlar.

Bunlarla mücadele etmek için öncelikle, bu kişileri ve güçlerini fazla kaale almamak gerekir; yanı sıra bedensel ve ruhsal olarak güçlü olmakta, açık iletişim kurmakta, stresle başa çıkabilme ve mobbing ile mücadele stratejisini öğrenip karşı strateji uygulamakta fayda vardır. Bu durum başarıldığında, en azametli mobbingcilerin bile pörsümüş balon gibi sönecekleri unutulmamalıdır.

Son olarak, mobbing konusunda ayrıntılı bilgi ve destek almak isteyenlerin Mobbing İle Mücadele Derneği’ne başvuruda bulunabileceklerini hatırlatmak isterim (http://mobbing.org.tr) 


Not: TCK’na göre suç oluşturan eylemler şunlar:
  • Hakaret suçu: Türk Ceza Kanununun (TCK)125. Maddesinde “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak”;
  • Tehdit suçu: TCK’nun 106. Maddesinde “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit etmek”
  • TCK m. 135 “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç¸ yıla kadar hapis cezası verilir. Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki  eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır”,
  • TCK m. 136 ise “Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...