Habertürk’ün bir süre önce verdiği
bir araştırma sonuçlarına göre üniversitelerimizde görev yapan öğretim
elemanlarının % 63.8’i işyerinde mobbige uğradıklarını söylemiş. Biraz da bu haberin
uyandırdığı merak nedeniyle olsa gerek, “mobbing” konulu bir toplantıya
katıldım. Toplantı üniversitemizin
kongre merkezinde yapıldı. Mobbing ile Mücadele Derneği Eskişehir Temsilciliği’nin
öncülüğünde, üniversite personelini bilgilendirmek, bireysel hak ve haksızlığa
karşı mücadele konularında bilinç oluşturmak ve görüş alış verişinde bulunmak
amacıyla yapılan bu etkinliğe Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN)
ile Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) da destek vermişti.
Konuşmacılardan ilk ikisi Anadolu
Üniversitesi’nde çalışan ve çalışma hayatında çektikleri kimi sıkıntıları,
yaşadıkları mağduriyetleri yargıya taşıyıp, yaşadıkları olumsuzlukların “mobbing”
olduğunu mahkeme kararı ile tescil ettirmiş iki öğretim elemanıydı. Biri de bu
öğretim elemanlarının yaşadıkları süreçte kendilerine hukuki danışmanlık
hizmeti veren, davaları takip eden bir avukattı. Konunun insan üzerindeki
etkileri ise yine üniversite öğretim üyesi olarak görev yapan bir özel eğitim
uzmanı tarafından ele alınıyordu.
İlk konuşmacı, mobbing hakkında kısaca
bilgi verdi; olayın duygusal taciz, yıldırma olarak da adlandırılabileceğini
belirtti. İkinci konuşmacı da bazı örnek olayları dinleyiciler ile paylaşıp, verilen
örneklerden hangilerinin mobbing, hangilerinin tek seferlik bir durum olduğunu anlattı.
Üçüncü konuşmacı da mobbing ve psikolojik etkileri hakkında bilgi verdi.
Nihayet son konuşmacı da avukat olduğu için konunun hukuki boyutunu, yasal
boşlukları anlattı ve mobbing konusundaki yasal mevzuat boşluğu ve yürütülecek
işlemler hakkında bilgi verdi.
Niyahet soru cevap faslına
geçildi. Salondaki izleyicilerden bir bölümü yaşadıklarını diğer izleyiciler
ile paylaştı. Üniversitelerde bu durumun çok yaygın olduğu anlatıldı. Bir kısım
yardımcı öğretim elemanı üniversite içinde yaşananlardan somut örnekler verdi. Üniversitelerde
oluşturulan Mobbing Kurulu’nun bu durumdaki rolü ve çalışmaları hakkında yeterli
bilgi edinilemediği ortaya çıktı. Mobbing, kanıtlanması oldukça güç bir durum
olduğundan, mağdurların bu durumu belgelendirilmesi konusunda öneriler ortaya
atıldı. Bir dinleyici, görüşmelerde “çaktırmadan” ses kaydı yapılmasını
önerdiyse de avukat, bu uygulamanın yasal olmadığına dikkat çekti. Bir diğer
konu da kamu kurumlarında yaşanan olaylarla ilgili olarak kişilerin değil,
idarenin kusurlu olduğu, idare mahkemesine dava açılabileceği yönündeki Danıştay
kararlarına atıfta bulunuldu ve ardından katılımcılara teşekkür edilerek
oturuma son verildi.
Konuyla ilgili olarak şunları
söylemek isterim ki duyduklarım beni son derece rahatsız etti; bu yazıyı yazmaya yöneltti. Konuyu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Mobbing kendi göstermelik dindarlığını dini ritüelleri yerine getirmeyenlere karşı oluşturduğu nefret üzerine
inşa etmeye yeltenen cahiliye tutsakları gibi, günümüz çalışma hayatının rekabete dayalı
ortamında ahlaki zafiyet ve mesleki hazımsızlık yaşayanların, kifayetsiz muhterislerin çevrelerine
vermeye çalıştıkları zararın adıdır. Geçmişte yaşanan olumsuzluklar ile gelecekle
ilgili beklentilerin duygu dünyasında yarattığı kaygı ve endişelerden doğan
neden sonuç ilişkisidir. Neden, sonuç ilişkisi diyorum; çünkü mobbing yaşanan
ortamlarda sağlıklı iletişim kurma imkânı kaybolur. Sağlıklı iletişim, güçlü
aile bağları kurmanın yanı sıra gerek çalışma hayatında, gerekse sosyal
çevrelerde insani ilişkiler tesis etmenin vazgeçilmezidir.
Bu bağlamda ebeveyn-çocuk
ilişkisinde, eşler ve kardeşler arası ilişkilerde iletişim sorunu yaşayanların,
toplumsal hayatın her hangi bir döneminde ötekileştirilenlerin, duygusal travma
yaşayanların çalışma hayatına atıldıktan sonra da çevresi ile iletişim sorunu yaşadıkları
söylenebilir.
Bir diğer husus da mobbing
yapanların, kendilerini kibir zehrinin tutkusundan kurtaramayan, iletişim engelliler
olduğu unutulmamalıdır. Birinin iletişim engelli olarak tanımlanabilmesi için illa kör, sağır ve dilsiz olması gerekmez. Bunlar, genellikle sorunlu bir iletişim çevresinden
gelen hazımsız, görgüsüz, kültürsüz, hak ettiklerinden fazla değer atfedilmiş
sıradan insanlardır. Bunlar bulundukları mesleki konuma da hasbel kader gelmiş/getirilmiş
olduklarından, öngördükleri hedefe ulaşmak veya elde ettikleri konumu muhafaza
etmek için kendilerine rakip olarak seçtiklerini/gördüklerini yok etmek için hemen
her yolu denerler. Kendilerini vaz geçilmez görürler. Öngördükleri hedefe ulaşmak
için de kendilerine hedef olarak seçtikleri kişi dışında birlikte oldukları
çalışma arkadaşlarına yaltaklanarak, hedef seçerek mağdur etmeye çalıştığı
kişiye karşı cephe oluşturmaya gayret eder ve orta yerde omurgasız, kişiliksiz,
hazımsız insan müsveddeleri olarak dolaşırlar da bu durumlarının farkında
olmazlar. Verdikleri zararları örtmek istedikleri zaman da kendileri mağdur ve
mazlum rolleri oynarlar.
Bunlarla mücadele etmek için öncelikle,
bu kişileri ve güçlerini fazla kaale almamak gerekir; yanı sıra bedensel ve
ruhsal olarak güçlü olmakta, açık iletişim kurmakta, stresle başa çıkabilme ve
mobbing ile mücadele stratejisini öğrenip karşı strateji uygulamakta fayda
vardır. Bu durum başarıldığında, en azametli mobbingcilerin bile pörsümüş balon
gibi sönecekleri unutulmamalıdır.
Son olarak, mobbing konusunda ayrıntılı
bilgi ve destek almak isteyenlerin Mobbing İle Mücadele Derneği’ne başvuruda
bulunabileceklerini hatırlatmak isterim (http://mobbing.org.tr)
Not: TCK’na göre suç oluşturan eylemler
şunlar:
- Hakaret suçu: Türk Ceza Kanununun (TCK)125. Maddesinde “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak”;
- Tehdit suçu: TCK’nun 106. Maddesinde “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit etmek”
- TCK m. 135 “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç¸ yıla kadar hapis cezası verilir. Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır”,
- TCK m. 136 ise “Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder