17 Haziran 2016 Cuma

Türkçe geçmişten geleceğe köprüdür

Geçtiğimiz günlerde bir dizi konferanslar vermek üzere Almanya’nın değişik şehirlerindeydim. Ağırlıklı olarak Türkçenin ana dili olarak öğretilmesi ve bu dilin ikinci dil olarak öğrenilen Almanca üzerindeki olumlu etkileri üzerine konuştum. Toplantılara katılanlarla yaptığım ikili görüşmelerde de bazı sorulara cevap verme fırsatım oldu. Bazı veliler, öğrenciler Türkçenin neden bu kadar önemli olduğu, neden üzerinde ısrarla durulduğu konusunda bazı sorular yönelttiler. Ben de aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadarı ile açıklamaya çalıştım.

Dil sadece kelimelerden oluşmaz. Her bir kelime aynı zamanda bir tasavvuru oluşturur; bir hayal ile bağlantılıdır. Duyulan her bir sesin ardında ayrı bir dünya, farklı bir dünya görüşü vardır. Söz gelişi, Türkiye’nin kedileri “miyav”, köpekleri “hav hav” der. Denizli’nin horozu dendi mi aklımıza “ü ürü üüü” diye bir çığlık, tavuk denince de “gıt gıdak” sesi gelir. Anadolu’da arıların vızladığını, farelerin viklediğini, ördeklerin vakladığını söyleriz. Ama bu durum başka dillerde böyle değildir. Bir İspanyol horozların “kikiriki” dediğine dair yemin edebilir veya bir Danimarkalı ördeklerin “rap rap” diye öttüğünü öne sürebilir. Öte yandan bir İzlandalı köpeklerin “voff” diye bağırdığından çok emin olduğunu söylerken, bu dilleri bilmeyenlerin şaşırması çok doğaldır. O halde konuşulan dil ile kültürün yakın bir ilişkisi vardır ve her dil kendi kültür dünyasının aynasıdır. Türkçe de Türkün kültürünü, tarihini yansıtır; ondan izler taşır. Türkçeyi öğrenenler de farkında olmaksızın geçmişten geleceğe köprü kurarlar. Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenler ise kendi kültür dünyalarıyla Türk dünyası arasında köprü kurar, Türk dünyasını öğrenir; bu yolla kültürler arası iletişim kurarak, öteki denen dünyanın farkına varıp, onu daha iyi anlamaya çalışarak dünya barışına katkı sağlarlar.

Yurt dışında tamamen yabancı bir kültürün etkisine açık şekilde yaşayan evlatlarımızın ana dili olarak Türkçeyi öğrenmeleri onların geçmişten geleceğe uzanan kültür dünyamızı öğrenmeleri için de bir vesile oluşturur. Bu şekilde, Türkçeye ve Türk kültür dünyasıyla ilişkili temel bilgilere hâkim olan çocuklarımız, yaşıtları arasında da bir adım öne çıkarak özgüvenleri yüksek bireyler olarak hayata atılır, yaşamlarını bu şekilde sürdürürler.

Avusturya’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı veya Türkiye kökenli çocukların bu ülkede Türkçe dersi almaları mümkündür. Avusturya’daki değişik eğitim kurumlarında öğrenim gören ve birinci dili Almanca olmayan 182.757 öğrenci için 855 okulda 25 değişik dilde, 414 öğretmen tarafından seçmeli anadili dersi verilmektedir (Garnitschnig 2015, s. 10 ve 50). Bununla birlikte derslere devam eden öğrencilerin oranı ülke genelinde yaklaşık % 18,5 düzeyinde kalıyor. Yani, öğrencilerin bu derse gösterdiği ilgi ne yazık ki arzu edilenin altında kalıyor. Aileler, çocuklarının ev ortamında konuşarak da ana dillerini öğrenebilecekleri gibi bir yanılgı içindedir. Oysa sistematik dil öğrenme, ancak formal eğitim kurumlarında gerçekleşir.

Avusturya genelinde 2013-2014 öğretim yılı sonu itibarı ile okula giden 15.338 Türkiye kökenli öğrenciye 161 öğretmen tarafından Türkçe dersi veriyor. Bu eğitim imkânının iyi kullanılması, Türkçe dersi veya Türkçe öğretmeni olmayan yerlerde yeterli öğrenci grupları oluşturularak öğretmen ve ders talebinde bulunulması gerekiyor.

Bazı okullarda münferit olarak bu taleplerin karşılanmasının mümkün olamayacağı öne sürülse bile, bu talebin yasal altyapısı mevcuttur. Avrupa Topluluğu ülkeleri 06.06.1974 tarihinde imzaladıkları sözleşme ile üye ülkelerde aktif iki dilliliği destekleme kararı almıştır. Ayrıca 25.07.1977’de alınan bir tavsiye kararı ile üye ülkelerde çalışan göçmenlerin çocuklarının okul eğitimi ile ilgili bir protokol (77/486/EWG-Richtlinie des Rates) üzerinde anlaşılmış ve üye ülkelerdeki çocukların ana dillerini öğrenmeleri için kendi bünyelerinde kurumlar oluşturulması önerilmiştir. Aradan geçen süre zarfında yapılan çalışmaların arzu edilen düzeye ulaşmaması nedeniyle Avrupa Parlamentosu’nun 18.09.1981 tarihli kararına atıfta bulunularak, talimatnamenin yürürlüğe girdiği belirtilmiştir. Bu uyarı 1985’de tekrar edilmiş; 10.04.1987’de ise üye ülkelere ellerindeki bütün imkânları kullanarak, bahane üretmeden 1977’de alınan kararı uygulaması gerektiği bildirilmiştir  (İleri 2000, s. 113). Avusturya’daki çocuklara ana dili olarak Türkçe dersi de bu karara dayandırılabilir.

Farklı kültürlerden gelen çocukların okul başarısızlıklarının altında yatan temel neden, onların kültürel açıdan farklı olmaları veya yaşadıkları sosyal çevreye uyum sağlayıp sağlayamamaları değil; aksine onların okul içindeki dil yetersizlikleri ve buna bağlı sistematik ötekileştirmelerdir.

Avusturya’daki okullarda öğrenim gören Türkiye kökenli çocukların küçük sorunlarının çözümü dahi başta Türk veliler olmak üzere, öğretmenlerin ilgisizliği nedeniyle bazen uzun zaman alabiliyor; okullarda verilen ana dili eğitimi de zaman zaman ulusal güvenlik konusu yapılmakta ve kaldırılması da talep edilebiliyor (Brizic 2007, s. 16). Bu tür olumsuzlukların yerine, olumlu uygulamaların öne çıkarılmasına, teşvik edilmesine ve nihayet öğrencilere sunulan imkanların sonuna kadar değerlendirilmesine çalışılmalıdır.

Avusturya Türk Toplumunun zaman zaman Türk dünyasında “dilde birlik, fikirde birlik, dinde birlik ve işte birlik” felsefesi için bir ömür vakfeden İsmail Bey Gaspıralı (1851-1914) gibi nice Türk aydınının bıraktığı kültürel mirasa sahip çıkmak, bu anlayışın gelecek kuşaklara aktarılması için çalışmak yerine, anlamsız ayrışmalara, bölünmelere doğru gidebildiği de görülüyor ve bazen Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün dil ve kimlik olarak arka planda kaldığı görülüyor. Bugünkü Avusturya Türk Toplumu ana dili ve kültürel mirası olarak Anadolu’dan getirdiği değerleri yozlaştırmadan gelecek kuşaklara aktarabilmek için, dini değerlerine olduğu kadar, cumhuriyetin temel değerlerine ve onun özünü oluşturan diline de gerekli özeni göstermek zorunda ve sorumluluğundadır. Bu mevcut kuşakların tarihe ve gelecek kuşaklara borcudur.

Kaynaklar
Brizic, K. (2007). Das geheime Leben der Sprachen: Gesprochene und verschiegene Sprachen und ihr Einfluss auf den Spracherwerb in der Migration. Münster, NewYork, München, Berlin: Waxmann.

Garnitschnig, I. (2015). Der muttersprachliche Unterricht in Österreich Statistische Auswertung für das Schuljahr 2013/14. 16. Aufl., Wien: BMBF-Bundesministerium für Bildung und Frauen, Informationsblätter des Referats für Migration und Schule Nr. 5/2014-15.

İleri, E. (2000). Avrupa Topluluğu’nun Dil Politikası ve Almanya’da Okula Giden Türk Asıllı Öğrencilerin Dil ve Eğitim Sorunları. İçinde: Avrupa7da Yaşayan Türk Çocuklarının Ana Dili Sorunları Toplantısı. Ankara: Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu – TDK Yayınları: 734, s. 7-66. 

Not:
Bu çalışma Europa-Journal Haziran 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net (son erişim: 17.06.2016).

Bu bir kabus değil karabasan

Akşam genç arkadaşlar oturmaya gelmişti. İçlerinden biri gayet safiyane bir tavırla “üniversitede kendine kol kanat geren bir hocasından ne kadar istifade ettiğini" anlata anlata bitiremiyordu… Laf lafı açmış, gece bir hayli ilerlemişti. Biraz yorgunluktan, biraz da gençlerin şevkini kırmamak için akademik hayatta gördüğüm aymazlıkları anlatmaya gönlüm elvermedi. Gençler ayrıldıktan sonra günün yorgunluğu iyice çöktü; kendimi yatağa attım… Attım atmasına da bir türlü uykuya dalamadım. Bütün gece bir o yana, bir bu yana dönüp durdum. Beynim zonkluyor, gençlere anlat(a)madığım olaylar gözümün önünden film şeridi gibi akıp geçiyordu. Derken uykuya dalmışım.

Rüya bu ya, üniversitede birilerinin tavassutu ile kendine kadro bulabilmiş birini ona buna sataşırken görüyorum.

Yerden bitme, çökelek derisi gibi şişmiş akademisyen budalası, koridordan geçerken çalışmaları ile azıcık öne çıkmış, kendine rakip olarak görebileceği mesai arkadaşları arasından gözüne kestirebildiklerine ha bire laf sokuşturuyor; odasında göremediklerini ise arkasından çekiştiriyordu. Bunu yaparken de aslında söz söylediklerini hicvetmekten ziyade kendi zavallılıklarını, komplekslerini yılışık bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu esnada da bütün yavşaklıklarını, yılışıklıklarını da -yersen espri, yemezsen ayrı lokma babından- espri diye yutturmaya çalışıyor. Kendi aklınca da "Lafı nasıl da soktum ha..." duygusunun derin hazlarına kilitlenmiş bir şekilde libidosunu tatmin etmeye yeltenip duruyordu.

Yine bir gün öğle yemeğinden dönerken, odasına geçmeden önce uğradığı toplantı odasındaki gençlere “Çalışın, çalışın; fakülteyi siz kurtaracaksınız” diye laf atıyor; "Kardeşim sen ne yapıyorsun, senin bu davranışlarının kime ne hayrı var? Bu yaptıklarından utanmıyor musun?" denileceği anda, yılışıklığını yavşaklığın alasıyla birleştirip "Ben espri yapıyordum" diye şirin modlara bürünmeye çalışıyordu...  Gerçi "Na'pıyorsun?" diye soran da yoktu ya... Bunların al birini vur ötekine…

Rüya bu ya, yine karşılaştığım bir arkadaşım, “Bu durum daha ne kadar sürecek bilmiyorum ama bu utanmazların sergilediği bu tür tutumlar üniversite hayatını ağır bir biçimde kirletiyor.” diye serzenişte bulunuyordu ve “yahu adam alenen saçmalıyor; utanmak şöyle dursun, bir de yaptığının marifet olduğunu sanacak kadar da şuursuzlaşabiliyor” diye ilave ediyordu.

Yaptığı her 'acıtıcı' konuşmadan, çalışma arkadaşına sataşmasından sonra da aylardır fırça yüzü görmediği anlaşılan, nikotin etkisiyle sararmış kirli dişlerini göstererek sırıtıyor; müflis tüccarlar gibi yılışık bir şekilde, yağlı ellerini çoktandır ütü yüzü görmemiş kirli pantolonunun ceplerine sokup, kendinden bir metre ilerde giden göbeğini zıplata zıplata gülüyordu. 

O sırada yanımıza gelen bir başka arkadaşım gördükleri karşısında tam anlamıyla dumura uğruyor ve ağzından gayrı ihtiyarı şu sözler dökülüyordu: “E, bunların haklarını teslim etmek lazım! Herkes böyle olamaz... Bunların zekası kıvrak; ruhu yavşak! Aynı zamanda acayip korkak! Bunlar, kendisi gibi kompleksleri paçalarından akan ve dedikodu şehvetinin hazzına ve yalakalık yapmaya dayanamadığı için hoca bozuntusunun yanından ayrılmayan avanelerle güruh halinde gezmeyi de seviyorlar.” deyiveriyordu.

Gerçekten de bu tipler üstlerine yaranmak, şirin görünmek için üzerinde sakil mi sakil duran bir mağdur sokak çocuğu pozu takınıyor; nezaketten nasibini almamış haleti ruhiye içinde etrafa iltifatlar yağdırıyorlardı. Önceden tezgahladıkları kavuklu ile pişekar rollerini bayağı dalaşmalar şeklinde icra ederken, bulundukları ortamı panayır yerine çevirip, sergiledikleri tuhaflığı kendileri lehine popülarite oluşturmak için kullanmakta beis görmüyorlardı.

Rüyamda başrolü oynayan zat ortalıkta, hiç olmadığı ama olduğunu zannettiği bir 'şımarık, kerameti kendinden menkul akademisyen' pozlarında "Yaşasın kötülük!" diye dolanırken; "Banane, banane işte! Söylüycem!" diye, pantolon askılarını çekiştirerek söyleniyordu. Bir aydan beri kesilmemiş sakalının kirlettiği, yağlı, kepekli saçlarının indiği alnındaki terle birleştiği manzarayı suratındaki müstehzi gülümsemeyle geçiştirmeye çalışsa da kirden sararmış dişleri arasından akan salyasını elinin tersiyle silerken, haftalarca kesilmemiş tırnaklarını zaten gizleyemiyordu...

Şuursuzluğun bu kadar çok boyutlusuna gerçek hayatta rastlamak mümkün değil elbette. Bu tür insanlar gerçek hayatta olmamaları gereken yerde bulunuyor olmaları durumunda, kendileri dışında herkesin farkında olduğu derin bir travma yaşayıp; serbest salınım halinde bir oraya bir buraya toslayabilirler. Böylelerine "Siz yerlerden yer beğenin. O yer yarılsın da içine girin. Cehennemin gayya kuyusuna, mesela... Gidin, gittiğiniz yerde de utanmayı, edebi öğrenin" demek az gelir.

Rüya hali ya, iş öyle bir sarpa sardi ki birisi benden habersiz dövecek onları diye bakıyorum... Bunlar böylesine iğrenç, adi, başı bozuk herifler yani. Korkunç tipler... Biri bir vursa, elinde kalacak. "Acaba ben onlardan önce mi davranmalıyım?" diye hamle ediyorum...

Üzerimde bir ağırlık, eşim sesleniyor; yastığımı çekiştiriyor. Uyan, hey uyan!

Uyandım; uyanmasına da beynim nasıl zonkluyor… “Heeeey kendine gel, derse geç kalacaksın!” diye söyleniyor. Yatağın üzerinde oturup, bizleri yaratana, bu günleri gösterene sonsuz şükürler ediyorum... Üniversitelerimizde bu tür saçmalıkları bizlere göstermediği için hamd-u senalar ediyorum... 

Yatmadan önce okuduğum satırları zihnimde tekrar ediyorum: “İnsan yağmur gibi olmalı…, herkesi ıslatabilmeli… Rahmeti kuşanıp herkese, her şeye merhamet etmeli.. İnsan sözünü; yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara; kırıp dökmemeli, damla damla söylemeli, ince ince sevmeli… Şevkatli olup kimseyi küçümsememeli, hor görmemeli, kimsenin dalını kırmamalı.. İnsan yağmur gibi, bir görünmeli bir saklanmalı… Öyle ince olmalı ki, ihtiyaç duyan onu dizi dibinde bulmalı, ihtiyaç bittiğinde hiç şikayetsiz ortalıktan kaybolmalı…”, 

Bu defa da yavrum, iki gözüm evladım “Hadi baba, acele et. Okula geç kalacağız!” diye sesleniyor. Kendimi lavabonun önünde buluyorum... Yüzüme çarptığım buz gibi su kendime gelmeme vesile oluyor. Aynadaki silüetime bakıp, verdiği nimete bir kere daha şükürler ediyorum.

Not:
Grip gibi ateşli hastalıklar, bazen kabuslara neden olabilirmiş. Bunun dışında gün içinde ne kadar yağlı, acılı veya baharatlı yiyecek yenilirse, geceleri kabus görme olasılığı da o kadar artıyormuş.



Eğitimin Önemi Üzerine

Geçtiğimiz haftalarda düzenlenen bir toplantıda “Göç veren ülkeden göç alan ülkeye Türkiye” konusu işleniyordu. Ben de davetli konuşmacı olarak katıldım. Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve bürokrasinin değişik kademelerinden ulusal ve uluslar arası düzeyde katılımın sağlandığı bu toplantıda mevcut durum ve geleceğe ilişkin öngörüler tartışıldı.

Bu vesile ile Avusturya Türk Toplumu (ATT) ile ilgili gözlemlerimi bilimsel verilerle sundum ve geleceğe ilişkin görüş ve önerilerimi tartışmaya açtım.

Statistik Austria 2015 yılı verilerine göre, yaklaşık 8.577.000 nüfusa sahip olan Avusturya’da yaşayan yabancıların sayısı yaklaşık 1.146.000 kişi. Bu sayı toplam nüfusun % 13.3’üne karşılık geliyor.

Ülkede Türkiye doğumlu veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan yaklaşık 114.300 kişi yaşıyor ve bu sayının büyük bir çoğunluğu Viyana’da. Doğum istatistiklerine bakıldığında Türkler ortalama 2.41 çocuk sahibi iken, Avusturyalı aileler 1.27 çocuğa sahip. Türkler ile yapılan görüşmelerde, görüşülenlerin % 70’i kendini Avusturya’ya değil; kökenlerinin olduğu ülkeye ait hissettiğini; % 76’sı evde Türkçe yayın yapan TV kanallarını, % 30’u da Almanca yayınları izlediğini söylemiş.

Ülkede yaşayan Türklerin % 53’ünün ifadesine göre %24’ü Almancayı anadili düzeyinde veya çok iyi konuşuyor; % 10’u çok iyi konuşamıyor; % 1’i ise hiç konuşamıyor. Ülkede yaşayan Türklerin % 68’inin zorunlu eğitimin üzerinde bir eğitim almadığı; % 54’ünün bir işyerinde çalıştığı ve çalışanlar içinde kadınların oranının da % 39 olduğu anlaşılıyor. Eğitim düzeyleri düşük olduğundan işsizlik oranı da % 14 gibi bir orana çıkıyor.

Avusturya Federal Avrupa, Uyum ve Dışişleri Bakanlığı (Bundesministerium für Europa, Integration und Äußeres) ve iltica, göç ve uyun fonu tarafından desteklenen bu araştırmanın verilerine göre Avusturyalı Türklerin çalışma hayatıyla ilgili istatistiklerine bakıldığında, çalışanların ağırlıklı olarak 25-44 yaşları arasında olduğu görülmektedir. Çalışanlar yıllık gelir durumuna göre değerlendirildiğinde, en yüksek yıllık gelir düzeyine sahip olan Avusturyalılar ortalama 23.844 EUR alırken, Türkler 18.659 EUR düzeyinde kalıyor ve aylık ortalama 1.554,91 EUR kazanıyorlar; Bu durumda ailede tek bir kişinin çalışarak, bütün ailenin geçimini sağlaması mümkün görülmüyor ve ailenin diğer fertleri, eşler veya yetişkin çocukları da çalışma hayatına katılarak aile bütçesine katkı sağlıyor.

İşsizlik oranına bakıldığında ise Türklerin % 17,8’inin işsiz olduğu görülmektedir. Bu oran Avusturya genelinde % 8,4. Avusturyalılar arasındaki işsizlik oranı ise ülke genelinin altında olup, % 7,6 düzeyindedir. Ülkede yaşayan ve Avusturya vatandaşı olmayanlar arasındaki işsizlik oranı % 12,1’dir. Türkler arasındaki işsizlik oranı, bütün yabancılar ortalamasının 5 puan üzerinde görünüyor.

İstatistiklerin bu şekilde görünmesinin önemli nedenlerinden biri Türk kökenli vatandaşların eğitim düzeylerinin ve mesleki yeterliliklerinin istendik düzeyde olmaması şeklinde değerlendirilebilir.

Avusturyalılar da bu konuya eğilmişler ve işsizlik oranı ile eğitim düzeyi arasındaki ilişkiye de bakmışlar. İşsiz olan Türklerin % 30,9’unun ilkokul düzeyinde eğitim aldığını, eğitim düzeyinin düşmesi ile işsizlik oranının yükselmesi arasında doğrudan bir ilişki olduğunu tespit etmişler. Nitekim, Avusturya okul sistemi içinde AHS, BHS ve yükseköğrenim derecesine sahip olanlar arasındaki işsizlik oranı % 2,3 düzeyinde. Bu oranın gerek ülke genelinin gerekse Avusturya ortalamasının altında olduğu görülüyor. Hatta bu oranın ülkedeki bütün yabancılar ortalamasının da altında olması, eğitimin önemini  bir kere daha somut olarak ortaya koyuyor. Çünkü eğitim, geleceğe yapılan ve sonucu uzun vadede alınan önemli bir yatırımdır.

Avusturya genelinde açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayanların oranına bakıldığında açlık % 13 iken, yoksulluk % 4. Türklerin açlık oranı % 23, yoksulluk oranı ise % 9. Avusturyalıların yoksulluk oranı % 10, açlık % 3. Bu veriler, açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanlar bakımından da olumsuz bir tablo ile karşı karşıya olunduğunu gösteriyor (EU SILC 2012-2014, Üç yıllık ortalama-15 yaşın üzerindekiler).

Hayatımızın standartları anlamı aldığımız eğitimle çok yakın ilişkili. O nedenle ben, bir işçi emeklisi çocuğu olarak, eğitim konusu açıldıkça bir başka heyecan duyuyorum.. Benim için, bu konu unutmaya çalıştıkça boğazıma takılan, düğüm düğüm eden, ham meyva tadına dönüşmüş durumda. Kendini bir türlü unutturmuyor. Ben bu durumun adını koymakta zorlanıyor olsam da eğitim sınıflar arası geçişler için önemli bir araç olduğunu biliyor; etrafımdakilere söylemeden edemiyorum. Amacım, sabahın seherinde sahilde gezen biri tarafından kumsala vuran onca denizanası içinden kaldırılıp, engin sulara doğru savrularak güneşin kavurucu sıcağı altında kızgın kumların üzerinde kavrulmaktan kurtarılan bir veya birkaç denizanası misali gençlerimize vesile olmak veya Ağustos sıcağında susuzluktan kavrulmuş dudaklara verilen bir bardak sudan kanmayıp bir testi suyu başından aşağı boca etmeye çalışan bir maraba çabası benimki.

Eğitim, Stefan Zweig’ın I. Dünya Savaşı ile ilgili anılarında “İstemediğim halde zamanın kroniğinde aklın korkunç yenilgisine, vahşetin acımasız zaferine tanık oldum; benim neslimin dışında başka hiçbir nesil, ulaştığı o yüksek manevi değerlerden böylesi bir ahlâk çöküşü yaşamamıştır.” (Dünün Dünyası s. 8) diye yazmasına neden olan toplumsal ve sosyal çöküşü, yozlaşmayı ortadan kaldıracak önemli bir silahtır. Bugünün Avrupalısının da en önemli gereksinimlerinden biri nitelikli eğitimdir aslında...

Eğitiminiz eksik olur, kendinizi ifade edecek yetkinliğe ulaşamazsanız, yaşayacağınız durum kenar mahallede yaşayan bir grup çocuğun futbol maçı yaparken ettiği kavgaya döner. Tartışmalar “Siz, bizim izin verdiğimiz ölçüde özgürsünüz; dilediğimizi izin verdiğimiz sınırlar içinde gerçekleştirebilirsiniz; top da bizim saha da; bizim istediğimiz kadar oynatırız.”

Yaşadığınız her bir yerde, her biriniz önemli eğitim imkânına sahipsiniz. Şairin dediği misal, “O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” (O balıklar ki denizin içindedir, denizi bilmezler) misali, sahip olduğunuz imkânları sonuna kadar zorlayın; her şeye rağmen, her türlü bariyere rağmen, geleceği emanet aldığınız evlatlarınıza, torunlarınıza karşı sorumluluğunuzu yerine getirebilmek; vakit geldiği zaman emaneti ehil ellere teslim edebilmek için eğitim hakkınızı mutlaka kullanın.

Kaynak

Statistik Austria. (2015). Migration und Integration: Zahlen, Daten, Indikatoren. Wien. statistik.at/Statistisches_Jahrbuch_migration_integration_2015_.pd adresinden 29.03.2016 tarihinde erişildi. 

Not:
Bu çalışma Europa-Journal Mayıs 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/mai2016/cakir052016.jpg (son erişim: 17.06.2016).

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...