Geçtiğimiz günlerde bir dizi
konferanslar vermek üzere Almanya’nın değişik şehirlerindeydim. Ağırlıklı
olarak Türkçenin ana dili olarak öğretilmesi ve bu dilin ikinci dil olarak
öğrenilen Almanca üzerindeki olumlu etkileri üzerine konuştum. Toplantılara
katılanlarla yaptığım ikili görüşmelerde de bazı sorulara cevap verme fırsatım
oldu. Bazı veliler, öğrenciler Türkçenin neden bu kadar önemli olduğu, neden
üzerinde ısrarla durulduğu konusunda bazı sorular yönelttiler. Ben de aklımın
erdiği, dilimin döndüğü kadarı ile açıklamaya çalıştım.
Dil sadece kelimelerden oluşmaz.
Her bir kelime aynı zamanda bir tasavvuru oluşturur; bir hayal ile
bağlantılıdır. Duyulan her bir sesin ardında ayrı bir dünya, farklı bir dünya
görüşü vardır. Söz gelişi, Türkiye’nin kedileri “miyav”, köpekleri “hav hav”
der. Denizli’nin horozu dendi mi aklımıza “ü ürü üüü” diye bir çığlık, tavuk
denince de “gıt gıdak” sesi gelir. Anadolu’da arıların vızladığını, farelerin
viklediğini, ördeklerin vakladığını söyleriz. Ama bu durum başka dillerde böyle
değildir. Bir İspanyol horozların “kikiriki” dediğine dair yemin edebilir veya
bir Danimarkalı ördeklerin “rap rap” diye öttüğünü öne sürebilir. Öte yandan
bir İzlandalı köpeklerin “voff” diye bağırdığından çok emin olduğunu söylerken,
bu dilleri bilmeyenlerin şaşırması çok doğaldır. O halde konuşulan dil ile kültürün
yakın bir ilişkisi vardır ve her dil kendi kültür dünyasının aynasıdır. Türkçe
de Türkün kültürünü, tarihini yansıtır; ondan izler taşır. Türkçeyi öğrenenler
de farkında olmaksızın geçmişten geleceğe köprü kurarlar. Türkçeyi yabancı dil
olarak öğrenenler ise kendi kültür dünyalarıyla Türk dünyası arasında köprü
kurar, Türk dünyasını öğrenir; bu yolla kültürler arası iletişim kurarak, öteki
denen dünyanın farkına varıp, onu daha iyi anlamaya çalışarak dünya barışına
katkı sağlarlar.
Yurt dışında tamamen yabancı bir
kültürün etkisine açık şekilde yaşayan evlatlarımızın ana dili olarak Türkçeyi
öğrenmeleri onların geçmişten geleceğe uzanan kültür dünyamızı öğrenmeleri için
de bir vesile oluşturur. Bu şekilde, Türkçeye ve Türk kültür dünyasıyla
ilişkili temel bilgilere hâkim olan çocuklarımız, yaşıtları arasında da bir
adım öne çıkarak özgüvenleri yüksek bireyler olarak hayata atılır, yaşamlarını bu
şekilde sürdürürler.
Avusturya’da yaşayan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı veya Türkiye kökenli çocukların bu ülkede Türkçe dersi
almaları mümkündür. Avusturya’daki değişik eğitim kurumlarında öğrenim gören ve
birinci dili Almanca olmayan 182.757 öğrenci için 855 okulda 25 değişik dilde, 414
öğretmen tarafından seçmeli anadili dersi verilmektedir (Garnitschnig 2015, s. 10
ve 50). Bununla birlikte derslere devam eden öğrencilerin oranı ülke genelinde
yaklaşık % 18,5 düzeyinde kalıyor. Yani, öğrencilerin bu derse gösterdiği ilgi
ne yazık ki arzu edilenin altında kalıyor. Aileler, çocuklarının ev ortamında
konuşarak da ana dillerini öğrenebilecekleri gibi bir yanılgı içindedir. Oysa
sistematik dil öğrenme, ancak formal eğitim kurumlarında gerçekleşir.
Avusturya genelinde 2013-2014
öğretim yılı sonu itibarı ile okula giden 15.338 Türkiye kökenli öğrenciye 161
öğretmen tarafından Türkçe dersi veriyor. Bu eğitim imkânının iyi kullanılması,
Türkçe dersi veya Türkçe öğretmeni olmayan yerlerde yeterli öğrenci grupları
oluşturularak öğretmen ve ders talebinde bulunulması gerekiyor.
Bazı okullarda münferit olarak bu
taleplerin karşılanmasının mümkün olamayacağı öne sürülse bile, bu talebin
yasal altyapısı mevcuttur. Avrupa Topluluğu ülkeleri 06.06.1974 tarihinde imzaladıkları
sözleşme ile üye ülkelerde aktif iki dilliliği destekleme kararı almıştır.
Ayrıca 25.07.1977’de alınan bir tavsiye kararı ile üye ülkelerde çalışan
göçmenlerin çocuklarının okul eğitimi ile ilgili bir protokol
(77/486/EWG-Richtlinie des Rates) üzerinde anlaşılmış ve üye ülkelerdeki
çocukların ana dillerini öğrenmeleri için kendi bünyelerinde kurumlar oluşturulması
önerilmiştir. Aradan geçen süre zarfında yapılan çalışmaların arzu edilen
düzeye ulaşmaması nedeniyle Avrupa Parlamentosu’nun 18.09.1981 tarihli kararına
atıfta bulunularak, talimatnamenin yürürlüğe girdiği belirtilmiştir. Bu uyarı
1985’de tekrar edilmiş; 10.04.1987’de ise üye ülkelere ellerindeki bütün
imkânları kullanarak, bahane üretmeden 1977’de alınan kararı uygulaması gerektiği
bildirilmiştir (İleri 2000, s. 113).
Avusturya’daki çocuklara ana dili olarak Türkçe dersi de bu karara dayandırılabilir.
Farklı kültürlerden gelen
çocukların okul başarısızlıklarının altında yatan temel neden, onların kültürel
açıdan farklı olmaları veya yaşadıkları sosyal çevreye uyum sağlayıp sağlayamamaları
değil; aksine onların okul içindeki dil yetersizlikleri ve buna bağlı sistematik
ötekileştirmelerdir.
Avusturya’daki okullarda öğrenim
gören Türkiye kökenli çocukların küçük sorunlarının çözümü dahi başta Türk
veliler olmak üzere, öğretmenlerin ilgisizliği nedeniyle bazen uzun zaman alabiliyor;
okullarda verilen ana dili eğitimi de zaman zaman ulusal güvenlik konusu yapılmakta
ve kaldırılması da talep edilebiliyor (Brizic 2007, s. 16). Bu tür olumsuzlukların
yerine, olumlu uygulamaların öne çıkarılmasına, teşvik edilmesine ve nihayet
öğrencilere sunulan imkanların sonuna kadar değerlendirilmesine çalışılmalıdır.
Avusturya Türk Toplumunun zaman
zaman Türk dünyasında “dilde birlik, fikirde birlik, dinde birlik ve işte
birlik” felsefesi için bir ömür vakfeden İsmail Bey Gaspıralı (1851-1914) gibi nice
Türk aydınının bıraktığı kültürel mirasa sahip çıkmak, bu anlayışın gelecek
kuşaklara aktarılması için çalışmak yerine, anlamsız ayrışmalara, bölünmelere
doğru gidebildiği de görülüyor ve bazen Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene”
sözünün dil ve kimlik olarak arka planda kaldığı görülüyor. Bugünkü Avusturya
Türk Toplumu ana dili ve kültürel mirası olarak Anadolu’dan getirdiği değerleri
yozlaştırmadan gelecek kuşaklara aktarabilmek için, dini değerlerine olduğu
kadar, cumhuriyetin temel değerlerine ve onun özünü oluşturan diline de gerekli
özeni göstermek zorunda ve sorumluluğundadır. Bu mevcut kuşakların tarihe ve
gelecek kuşaklara borcudur.
Kaynaklar
Brizic, K. (2007). Das geheime
Leben der Sprachen: Gesprochene und verschiegene Sprachen und ihr Einfluss auf
den Spracherwerb in der Migration. Münster, NewYork, München, Berlin: Waxmann.
Garnitschnig, I. (2015). Der
muttersprachliche Unterricht in Österreich Statistische Auswertung für das
Schuljahr 2013/14. 16. Aufl., Wien: BMBF-Bundesministerium für Bildung und
Frauen, Informationsblätter des Referats für Migration und Schule Nr. 5/2014-15.
İleri, E. (2000). Avrupa
Topluluğu’nun Dil Politikası ve Almanya’da Okula Giden Türk Asıllı Öğrencilerin
Dil ve Eğitim Sorunları. İçinde: Avrupa7da Yaşayan Türk Çocuklarının Ana Dili
Sorunları Toplantısı. Ankara: Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu – TDK
Yayınları: 734, s. 7-66.
Not:
Bu çalışma Europa-Journal Haziran 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net (son erişim: 17.06.2016).
Not:
Bu çalışma Europa-Journal Haziran 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Gazeteye şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.europa-journal.net (son erişim: 17.06.2016).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder