Türk kamuoyunun Alman Hıristiyan
Demokrat Birliği (CDU/CSU) Başkanı unvanından çok Türkiye karşıtı tutumlarından
tanıdığı Bayan Şansölye Angela Merkel, bundan bir süre önce Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne “tam üye” yerine “ayrıcalıklı üye” yapılarak birliğe üye değil, sanki köle olmasını önermişti[1]. Türkiye
bu öneriye şiddetle karşı çıktı. Bununla birlikte, pek çok Avrupa ülkesinin
sokaklarını temizleyen, ekmeklerini pişirenlerin Türk olmasına rağmen,
Merkel’in bilmediği özelliklerimizin de olduğunun farkındaki sağduyulu politikacılar
bu öneriye itibar etmediler ve Bayan Merkel Avrupalı meslektaşlarının yanı sıra
Alman kamuoyunda da bir defa daha itibar kaybetti. Türkiye, tam üyelik için
tarih aldı.
Ardından NATO’nun 60. yıl toplantısında
Türkiye karşıtı politikası ile Fransız mevkidaşı ile dayanışma içinde olduğunu
gösterir toplantı düzenledi. Bunlar, Türkiye’nin NATO Genel Sekreteri
konusundaki çekincelerini, kapalı kapılar ardından AB üyelik süreci ve
müzakerelerle ilişkilendirip, Türkiye’ye gözdağı vermeye kalkıştılar. Kaale alınmadı...
Almanya’da yapılan kamuoyu
araştırmalarında “oyları” yeniden
tırmanışa geçen Yeşiller ve Sosyal Demokratlardan oluşan koalisyon hükümeti,
Bayan Merkel’i yeni bir arayışa yöneltti. Birileri ona Alman ekonomisinin, çökmekte
olan sosyal devlet anlayışının nasıl kurtarılması gerektiği yönünde çalışmasını
değil de sanki soykırımın 90. yılı olduğunu fısıldadı. Hemen, yeni bir önerge
hazırlanıp sunuldu meclise. “24 Nisan
1915’te Ermeni Sürgünü ve Katliamının başlangıcının 90. yıldönümünün
anılması-Almanya, Türkler ile Ermeniler arasında barışa katkıda bulunmalı” Hem
zaten stratejik ortakları olan Fransa ve kimi Avrupalı dostlarımız (!) benzer
öneriyi çoktan kabul etmemişler miydi? İnsanlık tarihindeki kiri Yahudilerden
özür dileyip pişman olduklarını söyledikten sonra temizlenmiş Almanya neden bu ülkelerden geri kalsındı ki!
Soykırım iddiası 1915 ve 1916
yıllarını kapsıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak isteyen emperyalist
devletler, imparatorluğun sadık tebaası olan Ermenilere bağımsızlık vaat ederek
onları isyana, ülkede karışıklık çıkarmaya zorluyorlardı. -Bunu o dönem Osmanlı
ordusunu yöneten Alman komutanlar ile İstanbul’daki arşivi Almanya’ya
kaçıranlar iyi bilirler. Dolayısıyla Bayan Merkel de kendi ülkesindeki gizli
belgeleri inceletirse olayın boyutlarını daha iyi anlayabilirdi. Neyse, konuyu dağıtmayalım.- İmparatorluğun Almanya safında
savaşa girmesi, Ermeniler ile emperyalistlerin hazırladığı planın uygulanmasını
kolaylaştırmış; Ermeniler Türk ve Müslüman köylerine saldırmışlardı. Osmanlı Hükümeti,
Ermeni patriği ile cemaat ileri gelenlerini hatta milletvekillerini de
çağırarak, isyandan vazgeçilmesini istemiş; Müslüman katliamının durdurulması talimatını vermişse de bu talebinden olumlu sonuç alamamış; nihayetinde Ermeni cemaatinin ileri gelenlerinden 235 kişi
tutuklanmış; Nisan 1915'te de "tehcir" kararı alınmıştı. Ermeniler, Anadolu’daki
çatışmanın sona ermesi ve huzurun yeniden oluşturulabilmesi için Doğu
Anadolu'dan, yine imparatorluk toprakları içinde bulunan Suriye ve Lübnan'a nakledilmişti [2]. 1916
yılında da bu olaya fiilen son verilmişti.
Ermenilerin Doğu Anadolu'da
Türklerle girdikleri çatışmalarda, yaptıkları köy baskınlarında kayıp
vermediklerini öne sürmek mümkün değildir. Yedi düvelin katıldığı bir dünya savaşı yapılmaktadır ve tehcir, bu süreçte durumu fırsata çevirmeyi
hedefleyen Ermenilerin dış tahriklere aldanarak sergilediği bir ayaklanmanın,
isyan ile birlikte devlete baş kaldırma operasyonunun doğal bir sonucudur. Devlet, o günün koşullarına uygun
olarak, bir kısım vatandaşlarını, ülkenin görece olarak daha güvenli olan bir
başka bölgesine nakletmeye karar vermiştir. Bu nakil sırasında yolcuların
güvenliğinin sağlanması, harcırahlarının ödenmesi, geride bıraktıkları
taşınmazlarının yed-i emine teslim edilmesi gibi bir dizi önlemlerin alındığı arşiv kayıtlarında yer almaktadır. Bununla birlikte, savaş şartlarından
kaynaklanan genel asayişsizlik, şahsi kin ve intikam duygularının yaşanmamış
olduğu söylenemez. Tehcir edilen kafilelerin içinde yer alan birtakım insanların
işgalcilerle işbirliği yapması ve binlerce Müslüman’ı katletmiş olması, onların
saldırılara uğraması için de zemin oluşturmuştur. Canı acıyan halkın kendine zulmedenlere karşı koyması ve tehcir sırasında konvoylara saldırmaları olayın tabiatına aykırı değildir. Ziya Gökalp’ın deyimiyle ortada
katliam veya soykırım değil, tam anlamıyla bir "mukatele" yani insan
kırımı yaşanmıştır. Bunun anlamı da "Birbirini öldürme, vuruşma, savaş,
kavga"dır[3]. Her iki taraf da var olma
savaşımı vermiştir. ABD’li Prof. Dr.
Justin McCarty’e göre de ortada bir savaş vardır ve bu savaş
sırasında her iki ulustan da kayıplar verilmiştir[4].
Yitirilen her bir can kuşkusuz çok önemlidir. Bununla birlikte o günün savaş
şartlarında hayatını kaybeden Müslümanların sayısı beş milyonun üzerindedir ve
yine o günün şartlarında Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni nüfusun toplam
sayısı bir milyon civarındadır.
Bugün “1,5 milyon Ermeni soykırıma
uğradı” şeklinde öne sürülen iddialar üzerine, olaylar sıcağı sıcağına iken,
daha 1920 yılında Dâhiliye Nezareti tarafından genel bir soruşturma açılmış,
mahkeme kurulmuş, 1397 kişi dört değişik komisyon tarafından yargılanmıştır.
Bunlardan 143 kişi “Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri” gerekçesiyle Malta
adasına sürgüne gönderilmişlerdir. Bununla birlikte Dünya Savaşı’nın ağır
koşulları altında yeni iskân bölgesi olarak belirlenen Suriye’de Bahriye Nâzırı
Cemal Paşa’nın, olağanüstü insani yardım projeleriyle Ermeni göçmenleri
kucaklaması anlatılmamış, anlatılamamış; yok sayılmış; hatta Paşa’nın iyi
niyetli kimi girişimleri, günümüz tarihçileri tarafından eleştirilmiştir.[5]
Bu arada Dünya savaşından Almanya
ile birlikte yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinin 13 Kasım
1918’den 2 Ekim 1923’e kadar İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından işgal
altında tutulduğu; 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşmasının imzalandığı,
Osmanlı’nın gizli açık bütün belgelerinin işgal kuvvetlerine açık olduğu
unutulmamalıdır. Ayrıca, Ermeniler lehine taraf olan İngilizlerin, Anadolu’daki
başkonsoloslukları aracılığıyla Ermeni iddialarını destekleyecek bilgi ve
belgelerin toplanıp İngiltere’ye iletilmesini istedikleri; Kraliyet
Başsavcılığı’nın toplanan belgelerin Ermenilerin iddialarını kanıtlamaya
yetmediğine karar verdiği de konuyla ilgili şahısların malumudur [6].
Türkler, yaşananlarla ilgili olarak geçmişte bedel ödemişlerdir. Örneğin Yozgat Mutasarrıf Vekili ve
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey "Ermeni
tehciri ve taktili" suçlamasıyla, İngilizlerin emrindeki "Nemrut Mustafa Divan - ı Harb - i
Örfisi"nin kararıyla, 10 Nisan 1919 Perşembe günü Beyazıt
Meydanı'nda idam edilmiştir [7]. Bundan başka Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı) ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın,
sürgün bölgesi olan Suriye’yi de denetleyen 4. Ordu’nun imkánlarını Ermeniler
için nasıl kullandığı çok fazla gelmedi gündeme [8].
Bugün Ermeni diasporasının öne
sürdüğü rakamlar, o dönem yeryüzünde yaşadığı sayılan toplam Ermeni nüfusunun
sayısından daha fazla olduğu tarihçiler tarafından ortaya koyulmaktadır.
Bununla birlikte savaş sırasında her iki ulusun da önemli kayıplarının olduğu
belirtilmekte, ortada Ermeni iddialarını destekleyecek hiçbir tarihi bilgi ve
belgenin olmadığını, aksine o zamana ait olduğu tespit edilen toplu mezarların
da Türklere ait olduğunu belirtiyorlar. Ne gam. İyi niyetle iletişim kurmaya
çalışan vatan evlatları, her seferinde küçük düşürülmeye, hırpalanmaya
çalışılıyor.
Alman Hıristiyan birlik partileri
lideri Bayan Merkel, Şansölye koltuğuna oturduktan sonra da kadı kalben rüşvet almaya karar vermişse,
zalimi mazlumdan ayırt edemez[9]
misali bir yandan Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturma çabalarına devam ediyor;
öte yandan Türkiye ile imzalanan göç anlaşmasının bozulmaması için azami özen
gösteriyor; Türkiye’nin talepleri karşısında da “riyakarlığın” hırçın yüzünü
göstermekte sakınca görmüyorlar. Onun ve Alman toplumu tarafından kabul görülme
arzusuyla yanıp tutuşan Türkiye kökenli Cem Özdemir gibi siyasetçilerin siyasi ikbal
çabaları, her türlü sağduyunun, akıl ve mantığın önüne geçiyor.
Mezopotamya ve Kafkasya üzerinden
sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye, 20. yüzyıl boyunca küresel iletişim
sahnesinde suskun bir ülke oldu. Hakkında konuşuldu, necip Türk Milletine türlü çeşit hakaretler edildi; ama bu suskunluk zincirlerini kırıp kendisini ifade etmekte
yetersiz kaldı. Türkün sessizliğini görenler, bu durumu suçluluğun dışa vurumu
olarak değerlendirmeye yeltenip, “durumdan kendilerine vazife çıkarmaya” gayret etmeye başladılar.
Türkiye’ye nasihatte bulunurken, kendi topraklarına göçmen gelmemesi için onca
politik manevra yaparken ve hatta kendi ülkesine bir zararı olmayan Suriye’yi
Almanya’dan kalkıp Türkiye’de konuşlandırdığı uçaklarla vurmayı kendine hak
görürken insan olmanın onurunu bir kenara bırakıyorlardı. Bu ülkedeki çifte
standartlı demokrasinin mimarları, 2 Haziran 2016 tarihinde Alman Parlamentosunda
1915 olaylarını “Ermeni Soykırımı” olarak niteleyen önergeyi de kabul etmekte
bir beis görmediler.
Bilindiği üzere, bu önerge büyük
koalisyon hükümetini oluşturan Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik
Partileri (CDU/CSU) ile muhalefet kanadından Yeşiller tarafından ortaklaşa verilmişti.
Sonunda kabul de edildi. Şansölye Merkel, göstermelik olarak oylamaya
katılmazken, Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir, yaptığı konuşmada ecdadı
“katil” olarak tanımlarken, aslında kendi zihnindeki sirkati ortaya döküyordu.
Arnold Toynbee, 1966’da
Lord James Bryce ile yazdığı ve Ermeni iddialarına kanıt olarak gösterilen Mavi
Kitap’ta verdiği bilgilerin doğru olmadığını yıllar sonra itiraf etmiş [10];
kitap için,‘Bilseydik böyle bir şeyi yapmazdık’ diyor. Ama bu kitapta yer alan iddialar, bizzat Ermeni Diasporası tarafından bugün de bilinçli olarak kullanılıyor, referans gösterilmeye devam ediliyor ve
dünyanın değişik ülkelerindeki Ermenileri bir arada tutmaya yarayan kuvvetli
bir yapı harcına dönüşüyor. Diaspora bu söylemi güncel tutarak ayakta kalmaya
çalışıyor, bu yolla bir kısım azınlığın mali kaynaklarının sürekliliğini temin
etmek için kullandığı yegâne kaynak olarak dikkati çekiyor. Oysa, bu
anlamsız politikayı sürdürmek için harcadığı bütçeyi, Ermenistan’ın refahına
harcasalar, bugün Kafkasların en yoksul ülkesi olan Ermenistan, dünyada sosyal refah düzeyi
bakımından ön sıralarda yer alabilecek bir potansiyele sahip olurdu.
Türkiye her türlü dış etkilere rağmen
olumlu adımlar atmaya devam ediyor. Türkiye
Ermenistan ile olan ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtabilmek ve geçmişte
yaşananlarla objektif olarak yüzleşebilmek için gerekli adımları atmaktan çekinmiyor. Ermenistan’da yaşayan halkın yaşadığı sefaletin tanığı olarak da hayatını idame ettirmek için ülkeye gelen Ermenilere gerekli yardımı yapmaktan geri kalmıyor. Duvarcılar, her bir tuğlayı üst üste koyup inşaatı yükseltebilmek için
çimentoya, harca gereksinim duyar. Sonra da öreceği duvar için gerekli tuğlayı,
harcı taşıyacak amelelere… Sonuçta herkes bilir ki, duvarı ören ustanın bilgisi
tuğlayı taşıyan ameleye, duvarın örülmesi işini üstlenen taşeronun bilgisi ve
kurnazlığı da ustaya göre daha üstündür. 1915 yılında Anadolu’da
yaşananlar, ayrıntıları iyi planlanamadığı için, bazılarının
yüzüne bulaştırdığı yarım kalan bir öyküdür. O zamanlar harç, tuğla vardı, ama
usta ve ameleler beceriksiz çıktı. Dünya Savaşının sonunda ise Avrupalıların Sevr
diye hazırlayıp önümüze koydukları plan da uygulanamadı. Bugünün Almanya’sı yarım
kalan bu projenin tamamlanması için büyük bir gayretkeşlik örneği gösteriyor. Türkiye
içinden ve Türkiye dışından işbirlikçileri vasıtası ile Türkiye’yi “savaş suçu
işlemek” ve “insan haklarını ihlal etmek” suçlamaları ile Karlsruhe’deki
Federal Savcılığa Şırnak ve Cizre’de yaşanan olaylarla ilgili olarak Alman Ceza
Muhakemesi Kanunu (Völkerstrafgesetzbuch= VStGB) gereğince Erdoğan ve ilgili
yetkili birimler hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunmaktan geri durmuyor [11]. Bu girişimin
başarıya ulaşması halinde, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne kadar gitmesi
ve Türk siyasetçilerini suç işlemiş pozisyonuna düşürebileceği hesaplanıyor.
Geçmişte Fransızlar, Türk
toprağını parçalama işini Ermenilere ihale ederek inşaata kalkışmışlardı. Ustaları
iyiydi ama kalfalar beceriksiz çıktı. Pabuç pahalı olup, Anadolu’dan kaçarken, çıraklarını
de beraberlerinde götürmek zorunda kaldılar. Şimdi bunların torunları Fransa’da
Avusturya’da ve daha pek çok ülkede ardı ardına Ermeni anıtı dikiyor, parlamentolarından
Türkiye aleyhine kararlar çıkarıyorlar. Peki, Almanya’ya n’oluyor? Almanya’nın Türkiye’deki
terörle mücadeleyi insan hakları ihlali olarak görmesi, Türkiye’ye Ermenistan
ile ikili ilişki kurmasını tavsiye etmesi ne hakkı, ne de haddi aslında. Bunu
kendileri de biliyorlar. Ama bizim tarih bilinci ve bilgisi yoksunu
kimliksizlerin seslerini yükseltmeleri daha bir dikkati çekiyor. Alman
okullarında okutulan ders kitaplarında mesnetsiz iddialar yer almaya başladı
bile.
Tarihi boyunca kendi evini yapma
konusunda bilgi ve maharetine sahip Türk ulusu, her bir parçasını şehit kanları
ile sulamak suretiyle bedelini ödediği yeryüzü arsasına kendi binasını kurmayı
başarmıştı. Ustalar, ameleler kendi bağrından yetişmişti ve bütün dünyadaki
mazlumlarla aynı dili konuşuyorlardı. Taşerona gereksinim duymamışlardı.
24 Nisan, Ermenilerin Türklere
karşı yeltendiği başkaldırının başarısızlıkla sonuçlanması ve olayın
elebaşılarının dönemin yöneticilerince gerekli cezalara çarptırılmaları üzerine,
olayın akabinde İstanbul’da toplanan bir grup Ermen komitacının o dönemin önde
gelen kabine üyelerini tek tek öldürmek suretiyle intikam almak için yemin
ettikleri gündür. Soykırım iddiaları ile bağlantılı olarak anılan bu tarih,
edilen yemini hatırlatmak, diyasporada yaşayan Ermenileri bir arada tutmak
içindir! Ne hazin ki, bu yeminin gereğini yerine getirmek için başlanan meşum
cinayetler 15 Mart 1921’de Berlin’de Talat Paşa’nın katledilmesiyle başlamış;
Alman adaleti de olayın gerçek tanıklarını dinlemeksizin “hiç de adil olmayan”
bir kararla katil Soğomon Tehliryan’ı aklamış ve dosyayı kapatmıştır[12].
Bizi AB masalları elli yılı aşkın bir süre oyalayan, ikili ilişkilerde hor gören, zaman zaman aşağılayan, sürekli "istiskal" eden Almanya’ya
karşı böyle bir yasa önerisiyle ortaya çıkıldığında sessiz kalınmamalıydı. “kendi tarihsel katilliklerini ve
pisliklerini hiç eşelemeyenlerin, Ermeni sorununu Türkiye’nin başına küresel
bir çorap gibi geçirmeye çalışmaları ‘tarihsel siyasi’ ve ‘güncel siyasi’ hesaplaşmanın
parçası olarak ortaya çıkmaktadır… Bu durum aydın ve entelektüellik adı
altında, /…/ büyük bir rezilliğin pazarlanmasıdır /…/ haksız yere baltayla
kafamızı, ayaklarımızı kesmeye, bizi üstelik ruhen de yok etmeye hayır”[13]
demeliydik; sanki biraz geç kaldık. Bu konu sağduyulu Alman halkına anlatılabilirdi.
Bayan Merkel Alman siyasi
yaşamında geleceği yeri ve Türkiye ile ilgili politikalarının sonucunu görüyor
ki, böyle bir konunun gündeme getirilmesine ses çıkarmıyordu. Bu sessizlik, “Türkiye
bizim umurumuzda değil” anlamına mı geliyor? Yoksa Almanya için Alternatif'in
(AfD) önde gelen üyelerinden Alexander Gauland’ın Almanya Ulusal Demokratik Partisi'nin
(NPD) sloganından esinlenerek söylediği Bugün hoşgörülü olursak yarın
ülkemizde yabancı olacağız sözü ile mesaj mı veriliyor. Türk halkı ile
Alman halkının kaderlerinin iç içe geçmiş olması, iki ülke arasındaki çok yönlü
derin ilişkiler bundan sonra nasıl seyreder, bekleyip göreceğiz.
Bayan Merkel’in veya onunla
birlikte sapı bizden olup, bize saldıran Türkiye kökenlilerin Türkiye’yi ve
Türkleri sevme gibi bir zorunluluğu; sanatçı bozuntusu mukallitler üzerinden
Türkiye ve onun siyasilerine hakaret etme özgürlüğü de yok [14]. Dolayısı
ile Türkiye kökenli Alman milletvekillerinin ikide bir ortaya çıkıp, “Biz Alman parlamenteriyiz, Türkiye’nin
Almanya’daki uzun kolları değil” deme hakları ve hadleri de değildir. Yolunuz açık, mankurt yaşamınız uzun olsun. Lakin, bunların Almanya’da yaşayan ve sayıca önemli bir kısmının Alman vatandaşı
olduğunu çok iyi bildiği yaklaşık üç milyon insana, sadece Türk oldukları için
değil ama önce insan oldukları için saygı gösterilmesi; bunların onurlarının, Alman
toplumu içindeki geleceklerinin çapsız siyasetçilerinin ikbal planlarından önce
geldiğinin unutulmaması gerekir.
Almanya’daki kimi politikacıların
sürekli saldırdığı ve hedef gösterdiği insanların bu saldırgan politikalara tepkisiz
kalmayacaklarını, bu bağlamda siyaseti kirletmeden, mevcut sorunlara çözüm üretilmesini
beklediklerinin düşünülmesi; daha sorumlu bir politika izlenerek “insanları
işkembeleri yoluyla avlamayı”[15] amaçlayan
halkçı politikalardan bir an önce vazgeçilmesi Türk kamuoyunun beklentileri
arasındadır. Bu yaklaşım hem iki ülke arasındaki siyasi ilişkileri hem de halklar
arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlar. Kaldı ki bu tür popülist
politikaların tarihte Almanlara nelere mal olduğunu bütün dünya gibi kendileri de
biliyordur ve popülizmin bulaşıcı illetinin yaşandığı Fransa’daki Pujadizm veya
Löpenizm’e bakarak Almanya’yı kurtarmayı denesinler.
Alman siyaset sahnesinde hemen her gün ırkçı zihniyetin dışa vurumu türlü şekillerde okunabiliyor. Bu durum, yani çağ dışı dünya görüşünün, olayları kendi bütünlüğü içinde görememenin, konuları birbirinden ayırıp olgulara tek tek bakamamanın ve tarihsel gerçekleri değerlendiremeyecek zayıf entelektüel donanımın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bayan Merkel’in ülkesinde savaş
sonrası yokluk dönemini yaşayan yoksul, ama onurlu insanların bedenlerini azar azar eprimiş kumaşına rağmen ana şefkati gibi sıcacık saran ceketlerinin iki yakasını birleştirmeye
çalıştıkları zor dönemlerde ortaya çıkan onurlu devlet adamları, günümüz burjuvasının yarattığı duyarsız
siyasetçi modeline göre gövdesini daha dik tutuyordu, daha da duyarlıydı.
İki Almanya birleşti; göçün üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçti. Türkiye Cumhuriyeti niteliksiz işgücü ihraç eden ülke konumundan epeyce uzaklaştı. Tarihi birikiminin farkına varmaya ve dünya siyaset sahnesine "çağdaş" ülkeler gibi sömüren değil, kaynak aktaran bir ülke olarak çıkmaya başladı. Binlerce
kilometre uzaklarda yaşamasına rağmen kendini nostaljik bir şekilde Almanların
“tarihi dostu” ve “müttefiki” olarak gören bu aziz milletin çocukları, bugün pozisyonunu kaybetme kaygısı ile türlü politik hesaplar içinde kıvranan Almanya'yı kendi yanında görememenin, bir destek sözünün yanında bin nasihate yeltenen bir tutumla karşı karşıya kalmanın burukluğunu yaşıyor.
Yaşanan türlü çeşit olumsuzluklar ve atlatılan badirelere karşın, bu aziz millet, içte ve dışta günübirlik hesaplar peşinde koşanlara “kötü adın çirkinliğinin harften, deniz suyunun acılığının kaptan olmadığını” gösterecek kültür ve birikime sahiptir.
Yaşanan türlü çeşit olumsuzluklar ve atlatılan badirelere karşın, bu aziz millet, içte ve dışta günübirlik hesaplar peşinde koşanlara “kötü adın çirkinliğinin harften, deniz suyunun acılığının kaptan olmadığını” gösterecek kültür ve birikime sahiptir.
Gün ola devran döne, bakalım daha
neler göreceğiz.
[1] Bu
benzetme Ümit ZİLELİ’ye aittir. Bkz.: Ü. Zileli. “Düz Çizgi: ‘Soykırım’
Saldırısı Başladı!”. Cumhuriyet Gazetesi. 3 Mart 2005, s. 17.
[2] 27
Mayıs 1915'te geçici Tehcir (yer değiştirme) Kanunu çıkarıldı. Tehcirin nasıl
yapılacağını anlatan 15 maddelik genelgede tehcir sırasında dikkat edilmesi
gereken bazı maddeler şunlar: Yedirin, dinlendirin Göç ettirilenler bütün
hayvan ve taşınabilir mallarını birlikte götürebilir. Göçmenlerin can ve mal
güvenliklerinde, yedirilme ve dinlenmelerinin sağlanmasında geçiş yollarındaki
memurlar görevlidir. Aksaklıklardan rütbe sırasıyla bütün görevliler sorumlu
olacaktır. Göç sonunda göçmenler, tarıma elverişli köy ve kent evlerine
yerleştirilecektir. Her aileye yeterli toprak verilecektir. Uygun arazi yoksa,
devlet malı ve köy çiftliklerinden yararlanılacaktır. Muhtaç durumda bulunan
göçmenlerin masraflarını hükümet karşılayacaktır.
Tarım yapacaklardan veya zanaatkârlardan muhtaç olanlara uygun miktarda araç veya sermaye verilecektir. http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=81402 (17.03.2005)
Tarım yapacaklardan veya zanaatkârlardan muhtaç olanlara uygun miktarda araç veya sermaye verilecektir. http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=81402 (17.03.2005)
[3] Bkz.
Hasan PULUR. “Olaylar ve İnsanlar: Ermeni Sorunu Yok Değil Vardır” Milliyet Gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/2005/03/09/yazar/pulur.html
(09.02.2005)
[4] Prof.
Dr. McCarty'nin CHP'nin çağrılısı olarak Türkiye'ye geldiği 21.03.2005
tarihinde basına verdiği demeçte, ''O dönemde bir savaş vardı ve soykırım söz
konusu değildi. Bu savaş içerisinde hükümete baş kaldıran insanlar vardı.
Hükümet buna reaksiyon gösterdi.
Ermeniler öldüler, zaman zaman Türkler tarafından öldürüldüler, ama çok daha fazla Türk insanı
öldü. Bu bir savaştır, soykırım değildir” demiştir.
[5] Hikmet Özdemir. Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenler.
İstanbul: Remzi Kitabevi, 2009, ISBN: 978-975-14-1336-9.
[6] Türk
Tarih Kurumu'ndaki bir 'İngiliz belgesi' çok ilginç. Dosya no: UK-WO: 158/933.
Doküman no: 5796. Belgeyi hazırlayan: İngiliz Karadeniz Ordusu istihbarat
Birimi. Gönderildiği makam: Savaş Kabinesi. Belgede 'il il' Türk, Rum ve Ermeni
nüfusları var. Nüfus 1914'te neymiş, 1919'da ne olmuş. İngiliz belgeleri
'soykırım' değil, 'göç' diyor. Osmanlı, 1919'da '4 tarafsız ülkeye' (İspanya,
Danimarka, Hollanda, İsveç) başvurmuş: “Acele 2'şer hukukçu yollayın, bu konuyu
(Ermeni meselesini) araştırsınlar” Sadece bu belge bile 'soykırım iddialarını'
çürütmeye yetmiyor mu? Aktaran: Şakir Süter. “Soykırım Tüccarları”. Akşam Gazetesi. http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/03/12/yazarlar/yazarlar16.html
[7] Taha Akyol. “Objektif:
Şehit Kemal Bey”. Milliyet Gazetesi.
http://www.milliyet.com.tr/2001/01/22/yazar/akyol.html (09.02.2005)
[8] Sefa Kaplan. Ermeni
kadınların boynunda Cemal Paşa’nın resmi vardı. Hürriyet Online. 13.03.2009.
URL: http://www.hurriyet.com.tr/ermeni-kadinlarin-boynunda-cemal-pasa-nin-resmi-vardi-11199092?_sgm_campaign=scn_a004850058058000&_sgm_source=11199092&_sgm_action=click
(29.06.2016).
[9] Mevlana’dan Ziya Elitez
(Derl.). Mevlana’dan Öğütler.
İstanbul: Kozmik Kitaplar, 2004, s. 110.
[10] Mavi Kitabın Yazarı
İtiraf Emiş. http://www.aktifhaber.com/mavi-kitabin-yazari-itiraf-emis-29727h.htm
(17.06.2016)
[11] Süheyla Kaplan. Almanya’dan
Erdoğan, Davutoğlu ve Bakanlar Hakkında 200 Sayfalık Suç Duyurusu. OdaTv. URL: http://odatv.com/almanyadan-erdogan-davutoglu-ve-bakanlar-hakkinda-200-sayfalik-suc-duyurusu-2706161200.html
(29.06.2016).
[12] Ahmet Yıldırım. Talat
Paşa'yı öldüren Tehliryan'ın oğlundan çarpıcı açıklamalar. Hürriyet Online.
22.04.2015. URL: http://www.hurriyet.com.tr/talat-pasayi-olduren-tehliryanin-oglundan-carpici-aciklamalar-28807577
(29.06.2016).
[13] Orhan BURSALI. Perşembe:
“Ermeni Sorun”. Cumhuriyet Gazetesi.
3 Mart 2005, s. 6.
[14] Alman mahkemesi Erdoğan’ı
haklı buldu. Yeniçağ Gazetesi, 18.05.2016. Online: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/alman-mahkemesi-erdogani-hakli-buldu-137661h.htm
(29.06.2016).
[15] Popülizm ile ilgili
olarak bkz.: Umberto Eco (Çev. Cemal Karaağaçlı). “Avrupa Popülizmin
Tehdidinde” Türk Edebiyatı. 369,
112471/2004/07, s. 19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder