11 Ekim 2016 Salı

Eğitim ihmale gelmez

Eğitim düzeyinin bireyin yaşadığı sosyal refah düzeyi ile yakın ilişkili olduğu yazılır, söylenir. Bununla birlikte gerçekliği denenmemiş, yürekten söylendiğinde inanılmayan sözler uçar gider. Dinleyenin üzerinde de bir etkisi olmaz.

Okullar açılalı bir hayli zaman geçti.  Bu süre içinde içimizden kaçımız çocuğumuzun okuduğu okula gidip, öğretmenleri ile görüştü? Kaçımızın çocuğu ne kadar devamsızlık yaptı veya okula gidiyorum diye evden çıkıp, geri dönene kadar nerelerde vakit geçirdi? Kaç öğretmen, dersler başladığından bu yana gerek meslektaşları gerekse öğrencileri ile sorun yaşadı ve bu sorunun çözümü için çaba sarf etti?  

Bu ve benzeri sorular uzar gider. Konuyu dağıtmadan öze dönelim. Türkiye’de isterse yurt dışında bir ülkede okula giden her öğrencinin, her bir velinin hedefi, çocuklarının iyi eğitim alması, istikbalde iyi bir iş güç sahibi olarak yaşamasının sağlanması. Pek çok aile bunun yolunun iyi bir üniversiteden geçtiğini düşünüyor.

Bakıyorum da kimi veliler daha anasınıfından itibaren çocuklarına yabancı dil dersi aldırmaya çalışıyor. Yabancı dilin dünyaya açılabilmek için bir pencere olduğunu düşünüyor. Yurt dışında da bizler çocukların mümkün olduğunca okul öncesi eğitim basamaklarına devam etmelerini ve burada en azından temel Almancayı öğrenmelerini öneriyoruz. Türkiye’dekiler “Ben doğru dürüst bir yabancı dil öğrenemedim, bari çocuğum öğrensin” düşüncesinde iken, yurt dışındakiler de çocuğun okul başarısı için Almanca bilgisinin olmazsa olmaz şartlardan biri olduğunu biliyor. Bu yönde çaba sarf ediyor; aylık gelirlerinin önemli bir kısmını eğitime ayırıyor.

Eğitime yapılan yatırımın uzun vadeli, sonucunun hemen alınamayacağını bilenler, aslında çocuklarının değil, kendilerinin geleceklerini de güvenceye alıyorlar. Çünkü yapılan araştırmalar gösteriyor ki eğitim kültür düzeyi yükseldikçe, ailenin ekonomik gelir düzeyi de artıyor; sosyal refah düzeyi yükseliyor. Dolayısı ile eğitim, özellikle alt ve alt orta sınıfa ait olanlarımız için önemli bir sınıf atlamak, sosyal refaha ulaşmak için önemli bir işleği yerine getiriyor.

Eğitimden sorumlu olan yetkililer hemen her öğretim yılı başında önemli sözler söyler, topluma önemli gördükleri mesajları verirler. Bu mesajlarda geleceğe ilişkin öngörüler, beklentiler sıralanır. Bunlardan bir kısmı gerçekten ulaşılmak istenen sahici hedefleri gösterirken, bir kısmı da “halkın duygularını okşamak” için veya “gelecek seçim dönemi yatırımı” olarak söylenir. Ne bu sözleri verenler, ne de söylenen nutukları dinleyenler hallerinden şikâyet etmezler. Alışılagelen bir döngü sürer gider.

Bu süreçte sıradan vatandaşların devletten beklentisi, sosyal devlet anlayışının hayata geçirilmesinden başka bir şey değil aslında. Bunun için de bütçe imkânlarının biraz daha geliştirilmesi yeter. Örneğin okullarda ücretsiz dağıtılan kitaplar; tam gün eğitim ve yine ücretsiz öğle yemekleri vb. hiç de yersiz talepler olarak görünmüyor. Bir veli, bir öğrenci sosyal devletten başka ne bekler dersek, makul sayıda öğrenciden oluşan, çağın gereklerine göre donatılmış derslikler, boş zamanlarını değerlendirebilecekleri mekânlar; spor ve kültürel etkinlik alanları…

Çocuklar okula giderken ayakları geriye gitmeden evden çıkmalı. Aileler “Bugün çocuğumun başına neler gelecek acaba?” kaygısından arınmış olmalıdır.

Türkiye’de okula giden öğrencilerin önemli bir kısmı kendi oturduğu mahalledeki bir okula gitmiyor veya gidemiyor. Bunun yerine uzak semtlerdeki okullara gidiyor. Bunun velilere yüklediği maliyet var. Servisi var, dolmuşu var…

Buna rağmen, Türkiye’deki okullaşma oranı istenen düzeye çıkmıyor. Bir önceki yılın istatistikleri hatırı sayılır miktardaki çocuk ve gencin okula gitmediğini gösteriyor. Örneğin ilkokullarda 193.289, ortaokullarda 293813, liselerde 157346 olmak üzere toplam 644.448 öğrenci zorunlu eğitim kapsamında olan okullarda olması gerekirken, 41 gün ve üzeri olan “sürekli devamsız” durumda bulunuyor. Devamsızlık yapan öğrencilerin bir önceki yıla göre oranının % 225 arttığı kayıtlara geçiyor. Öte yandan 507.225 öğrenci yaşıtları ile birlikte normal, örgün eğitimde olması gerekirken, açık öğretim sistemiyle eğitim verilen liselere devam ediyor. MEB verilerine göre 229.727 erkek, 207.798 kız öğrenci açık liselere kayıt yaptırmış. Bu durum, Türkiye okul sisteminin çözülmesi gereken ciddi sorunlarının açık birer göstergesi olarak değerlendirilmeli ve gerekli çözüm önerileri geliştirilip hayata geçirilmelidir.

Gelelim yurt dışındaki öğrencilerin durumuna. İstatistiklere göre, Avusturya’daki çocuk ve gençlerimizin durumu çok da iç açıcı görünmüyor. Daha önceki yazılarımda da kısmen gündeme getirdiğim gibi, Türkiye kökenli öğrencilerin önemli bir kısmının ilkokuldan sonra ortaokula (Hauptschule) ayrıldığı ve bu okula devam eden öğrencilerin ancak % 7’sinin genel eğitim verilen liselere (AHS-Oberstufe) devam ettiği, % 21’inin mesleki eğitim verilen okullara, % 27’sinin çıraklık eğitimi verilen politeknik meslek okullarına devam ettiklerini, %29’unun ise mesleki lise eğitimi verilen okullara devam edebildiklerini ve bu okullara devam edebilen öğrencilerden %35’i meslek ağırlıklı yükseköğretim kurumuna veya bir üniversiteye devam edebildiği görülüyor. Bununla birlikte bunlardan okulunu diploma alarak bitirebilenlerin oranı ancak % 78. Meslek eğitimini kalfalık, ustalık diploması ile bitirebilen ve hayata kalifiye eleman olarak katılabilenlerin oranı da henüz istendik düzeyin epey altında.

Ülkede yaşayan Türkiye kökenlilerinin genel eğitim durumuna bakıldığında da durum değişmiyor. Bunların % 60’ının zorunlu eğitim/ilkokul mezunu olduğu, % 24’ünün bir meslek eğitimi veya çıraklık eğitimi verilen okul mezunu olduğu; % 10’unun lise, meslek lisesi mezunu olduğu, % 5’inin de üniversite mezunu olduğu anlaşılıyor. Oysa yukarıda da belirttiğim gibi, eğitim kültür düzeyi arttıkça sosyal ve ekonomik refah düzeyi de artıyor.  Onun için eğitime hiç olmadığı kadar önem verilmeli, eğitim kültür düzeyinin geliştirilmesi için önemli çaba sarf etmeliyiz.

Şimdi yazının başında yönelttiğim sorulara dönelim ve gerçekçi cevaplar vermeye çalışalım. Çocuklarımızın eğitimi ile ne kadar ilgilenebiliyoruz; okul/öğretmen-öğrenci-aile üçgenini ne kadar sağlıklı kurabiliyoruz, bunları gözden geçirelim. Kendimize karşı dürüst olduğumuzda, sorunun kaynağı dışta olduğu kadar, kendi içimizde de gizli olduğunu göreceğiz.

Eğitim ihmale gelmez, gelecekte söylenecek “keşkeler”  de geçmişin hatalarını telafi etmeye yetmez.

Not: Bu yazı "Haber Avrupa" ekim 2016 sayısı için hazırlanmıştır. Dergiye sosyal medya hesaplarından da ulaşmak mümkündür. https://tr-tr.facebook.com/haberavrupa.europajournal/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...