1 Temmuz 2017 Cumartesi

Emanetleri ehline veriniz

“Allah, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa 57)

Geçtiğimiz günlerde haber kaynaklarına düşen ilginç bir tartışma/yakınmayı okudum. İktidar partisine mensup veya bu camiaya sempati besleyen bir grup, kamu kurumlarına yönelik istihdam politikası bağlamında “İslamcı olanlar atılıyor; yerlerine İslamcı olmayanlar getiriliyor” şeklinde özetlenecek bir serzenişte bulunmuşlar. Aslına bakarsanız çok da gerçekçi olmayan bu yakınmalardan rahatsız olan Sayın Cumhurbaşkanımız da “Bir siyasi partinin çalışmalarında İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürid aramıyoruz” diyerek, yapılan mugalatalara noktayı koymuş.

Kişisel gözlemlerime ve hayattan edindiğim deneyimlere göre, kurumların zaman içinde oluşturduğu “kurumsal kültür, kurumsal hafıza, kurumsal teamüller, ilkeler” giderek göz ardı ediliyor; kamu kurum ve kuruluşlarında zaman zaman yeniden yapılanma adı altında sırat-ı müstakimden sapmalar yaşanabiliyor. Kurum içi dinamikler, bazı eğilimleri memnun etme, tanıdık-ahbap ilişkilerinin bekası uğruna bozulabiliyor. Bazen göreve yeni başlayan bir ekip, işe “bizden” olmayanları tasfiye ederek başlıyor. Konu odaklı değil, kişi odaklı hareket edilebiliyor. Oysa kamu kurumlarını en iyi yönetenler, gelecek kuşaklardan ödünç alınan makam ve mevkilerin sahipleri, yani “liyakat” sahibi olanlardır, “bizden” olanlar değil. Bu görüş, hemen her ortamda açıklıkla beyan ediliyor; ancak uygulamaya geçirilmesi her zaman, her şartta mümkün olamayabiliyor.

Yöneticilerin, -teşbihte hata olmaz derler- kapı önündeki dalkavuklarla zaman geçirmeyi, oyalanmayı bırakıp işin efendilerini muhatap alması, ağırlıklı olarak konu odaklı düşünüp icraata geçmesi, köklü kurumlarda tarih içinde oluşan değerlerin zamanla pekişmesine ve o kurumlarda çalışanlarda aidiyet duygusunun oluşmasına; onların iyi, etkin ve verimli çalışmasına katkı sağlar. Bu duygunun yitirilmesi ve çalışanların “şucu" veya "bucu" şeklinde etiketlenmesi yahut "bizden/ekipten olmaması” gibi bir ayırıma gidilmesi, sadece çalışanlara değil; toplum vicdanına, kamu kurum ve kuruluşlarına da zarar verir.

İcraat makamlarındaki etkili ve yetkili zevatın; dürüst, ilkeli, vatanını milletini seven herkesi ayırım yapmaksızın kucaklaması gerekir. Devlet ve millet olmanın gereği ve sırrı buradadır. Bu özelliklerin tek bir akımın üyelerinin veya duygudaşlarının bakış açıları ile ihata edilmesi halinde, ülke çoğulcu bakış açısını ve dinamiklerini kaybeder; ayrışma ve bölünmeler başlar. 

Kurumsal hafıza ve kurumsal kültür ortadan kaldırıldığında, kurumların başına geçen her yeni lider orayı adeta “kendisinin” malı, mülkü gibi görür; sahiplenir. Yapılan her bir icraatın ilk ve kendi eseri olduğu vehmine kapılır. Değerlerin çatıştığı, liyakat, etkinlik, verimlilik, hesap verebilirlik gibi kavramların “bizdenliğin” gerisine düştüğü kurumlarda üretkenlik düşer. “Bizdenlik” anlayışı işin kendi doğrularını benimseyen, yine kendilerinin belirlediği, çoğulcu veya katılımcı anlayışa karşı çıkan, sadece “davaya sadık" ve sorgulamadan biat eden insanları "tek doğru tercih" olarak görmeye başlar; “öteki” olarak tanımlananlar da “yanlış” sınıfına ayrılır, sıradanlaştırılır, verimsizleştirilir. Bu yaklaşımın bir adım sonrası geçmişin, geçmişte yaşandığı var sayılan olumsuzlukların rövanşını alma, "öteki" olarak görüleni ortadan kaldırma gayretine evrilir. Niyâzî-i Mısrî’nin Her bir nebî her bir velî zilletle erdi menzile dediği dizedeki gibi, kimsenin kimseyi ayrıştırmaya; aynı gök kubbeyi, aynı keder ve tasayı paylaştığı yurttaşları hele "Türkün ateşle imtihan edildiği" bir dönemde zillete düşürmeye hakkı yoktur. Kaldı ki kimse de nebi olma peşinde değildir. Çünkü "öteki" ile "beriki" olarak yaftalanan insanlar da bizim insanımız; Cemil Meriç’in dediği gibi bunlar, “aynı kaynaktan fışkırdılar”.

İktidar sahiplerine düşen, liyakat sahiplerini şu veya bu şekilde etiketlemek değil; iğreti bir esvap gibi üzerlerinden düşen haysiyetlerini giymelerine yardımcı olmak; olanları yaşadığı toplumun üvey evlatları haline getirmemek; bulundukları araftan çıkmalarına yardımcı olmaktır. Hiçbir çıkarın, çıkar gruplarının allayıcısı pullayıcısı olmayan, zor yetişen ve beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan münevverlerini, mütefekkirlerini yok sayan bir milletin evlatlarının geleceğe güvenle bakması da beklenemez.

Uzun sözün kısası; lafa gelince, herkes Müslüman. Dostlar, birlikte rahmet vardır; ayrılık azap. Zaman, toplumun kurumsal hafıza ve teamüllerinin bir an önce güçlendirilmesi; ayrışma yerine bir olma, iri olma, diri olma zamanıdır.

Muhabbetle kalın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...