26 Haziran 2020 Cuma


Gençlerin Ali Bey ile ilgili bir anı kitabı hazırlayacağını öğrendiğimde, akademik bir çalışma ile katkıda bulunmak istedim. Lakin hayatımızı alt üst eden korona salgını ve buna karşı yürütülen mücadelede kendi görev alanımla ilgili eğitim stratejilerinin getirdiği yoğunluk, bu düşüncemin hayata geçmesine engel oldu. Ben de onun anılarını yaşatmak için hayatımın onunla ilgili bir kısmında kısaca söz etmek, onu genç kuşaklara anlatmak istedim.



Böyle durumlarda insan söze nereden başlayacağını bilemiyor. Dile kolay, Ali Bey ile kırk senelik bir geçmişimiz var. Her ne kadar bunun son yirmi senesi içinde çok fazla görüşemesek de birlikte olduğumuz süre içinde birbirimizin hayatına dokunmuş; kalıcı izler bırakmışız.

Üniversiteye başladığımda Almanca adımı söylemekte zorlandığım dönemde henüz askerden yeni gelmiş, gencecik bir öğretim elemanı olarak konuşma dersimize gelmiş; hayatımıza girmişti. Öyle ki bazen tatlı sert hoca, bazen sevecen bir dost eli olmuştu bizlere.

Üniversiteyi bitirip asistan olarak işe başladığım dönemde de meslektaş olarak beraber olduk. Birlikte yükseklisans yaptık, aynı öğrenci sırasını paylaştık. Türlü öğrencilik halleri yaşadık. Birbirimize kızdığımız, hem de çok kızdığımız zaman da oldu, birbirimizi sevdiğimiz, sendelediğimizde birimiz diğerinin elinden tutan bir dost ilişkisinde olduğumuz dönemler de. Bizim gençliğimizin, söz dinlemez hallerimizin olduğu zor zamanlarda o benim yanımda durdu; onun zor dönemlerinde ben onun. Kısacası birbirimizin yanında durmasını bildik. Onun hayat tecrübesi bizim heyecanımız yol arkadaşlığı etti.

Bir şeyler anlatmak istiyorum. Düşünüyor; onu tam olarak anlatacak bir anıya karar veremiyorum. Uzmanlar, insan zihninden bir saat içinde 2100-3300 farklı düşüncenin geçebileceğini söylüyor ya ben de tam bu durumdayım. O kadar anlatılacak anının içinden birini seçmek kolay gelmiyor.

Dile kolay; geçen kırk sene içindeki yaşanmışlıkların birini diğerlerinin arasından seçerken içimi endişe, kaygı gibi birçok duygu kaplıyor. Birini yazarsam, öbürünün hatırı kalır diyorum. Okuyanlar “Şunu da yazsaydı, diye hayıflanır mı?” demekten kendimi alamıyorum. Bu da benim üzerimde canı olmayan ama can alan kovit virüsü gibi görünmez bir baskı oluşturuyor.

Bir an durdum, düşündüm. Aklıma ilk geleni yazacağım dedimse de başaramadım. Anı yaşamak; o anı kaplayan ruh halinde ilk akla geleni bir çırpıda yazıya döküvermek o kadar kolay değil. Ya aklına bu son derece değerli anı kitabını veya Ali Hoca’nın kendisini, onunla yaşanmışlıklarımızı umursamadığım, duygularını önemsemediğim gelirse… Ne pahasına olursa olsun, kalemin beni götürdüğü yere kadar yazıp, onu gelecek kuşaklara anlatayım. Bu da benim savunma mekanizmam olsun!

Şunu itiraf edeyim ki bir kişi hakkında yazmak ne kadar zormuş; hele Ali Hoca’yı anlatmak, şaşılacak kadar fazla çaba gerektiren bir eylemmiş.

İsterseniz deneyin. Kolay olmadığını göreceksiniz. Ben onu anlatırken şu ruh haline girdim. Buyurun, okuyun.

Bir gün sabahın alaca karanlığında kalkıp yürüyüşe çıktınız. Eve dönünce çocuklarınız her gün yürüdüğünüz yolda gördüklerinizi, şafağın nasıl söktüğünü, doğanın güne nasıl hazırlandığını, güneşin yükseldikçe içinizi nasıl aydınlattığını anlat deseler. O kadar kolay değil değil mi?

Anlatmaya çalışırken, yürüdüğünüz yolda yanından geçip gittiğiniz ve sıradan gelen her bir objenin ayrı bir anlam kazandığını görürsünüz; birini anlatmaya başladığınızda diğerinin hatırı kalır. Aslında hayatın olağan akışında dikkatinizi çekmeyen pek çok objeyi ve doğa olayını yeniden keşfetmeye başlar; her gördüğünüz olağan dışı durumlar sizin hayata ve insana bakış açınızı yeniden şekillendirir.
Bir yandan temiz havayı içinize çekip, etraftaki kuş seslerini, börtü böceği fark etmeye “an”ı yaşamaya çalışırken; her gün sıradan gelen pek çok objeyi bu defa farklı görmeye, birini diğerinden ayırt eden farkı fark etmeye başlarsınız. Doğanın renklerini, üzerinden yürüyüp geçtiğiniz yoldaki çakıl taşlarının pırıltılarını, doğanın renkten renge bürünmüş türlü hallerini fark edersiniz. Yorulup bir köşede dinlenirken bile, etraftaki börtü böceğin sesini daha iyi duymak, hayatın sunduğu mutluluğu duyumsamak için gözlerinizi kapatır, bir köşede dinlenme molası bile verebilirsiniz.

Ali Bey’i anlatmak biraz böyle bir ruh halidir.

Kalabalığın içinde her hangi birini görürsünüz. İçlerinden birini anlatmaya başladığınız zaman, ona özgü, onun kendi nev’i şahsına münhasır hallerini görürsünüz. Ya sever ya da mesafeli durursunuz. Kim bilir? Belki de dışarıdan “kimseye eyvallah etmeyen” görüntüsünün altında yumuşacık bir kalbi olduğunu, “acımasız” hallerinin dışında merhametli bir insan yüreğini keşfedersiniz.

Bunu hayatının pek çok aşamasında onunla aynı lokmayı paylaşan, aynı yolda yoldaşlık yapanlar gayet iyi bilir. Bunun için Innsbruck tren garında saatlerce bekleyip, ikinci bir trenin gelmesine kadar gurbet illerinde hemhal olunduğunu anlatmaya gerek yoktur.

Bir sürü insanın hayatına dokunmuş; düşen olunca elinden tutmasını bilmiştir. Akademiye yeni giren gençler onun bulunduğu yeri nasıl doldurduğunu ilk zamanlar anlayamayabilir. Malumatfuruşlar da ne kadar az bilgiyle ne fazla şey söylemeye çalıştığı yanılsamasına kapılabilirler. Oysa onun duruşunda Anadolu insanının tevazuunun yanı sıra en onmaz denen yaraları iyileştirecek merhamet merhemi de vardır. Onun ilacı nice bitmez denen tezin bitirilmesine, nice geçmez denen öğrencinin dersini geçip hayata tutunmasına yetmiş; dokunduğu insanların toplumda birey olarak yaşamasına katkıda bulunmuştur.

Doktora gittiğinizde, doktorunuz “Nefes alın, nefes verin!” gibi talimat verir, söylenirler. O an sizin hayatınızın rutinindeki nefes alıp vermeler, doktor için başka anlamlar ifade etmektedir. Hayatına dokunduğu kişiler için de Ali Bey öyle bir doktordur. Onunla birlikte olduğunuzda nefes aldığınızı, ciğerlerinize çektiğiniz havanın burnunuzdan geçişini, ciğerlerinize dolduğunu ve göğsünüzün kabardığını hisseder; özgüveniniz artar. Sonra da içinizdeki havanın, derdin, tasanın dışarıya yol bulup uçtuğunu fark edersiniz. Doktorunuzun soğuk stetoskopunun soğukluğunu sırtınızda hissederken ürperirsiniz, onun size yoldaş olduğundaki kimi hal ve hareketleri sizi alıp başka dünyalara götürse de doktorun muayenehanesinde nasıl nefes alıp verdiğinizi hissetmeye başladıysanız, onun hayatınıza kattıklarını da fark etmeye, gençliğinizin size verdiği deli dolu akan kanınızın yavaşlamasına fırsat vermek istersiniz. Yol ayrımında olduğunuz o zamanlar, size yoldaş olmuştur. O an fark etmeseniz bile, yıllar bunu size anlatır.

“Ali Bey’i anlatırken hangi duygular zihninize eşlik ediyor?” diye sorsalar; ben her duyguya kabul derim.

Onu anlatırken kimi zaman dilinizin ucuna gelip söyleyemediğiniz sözler, onunla ilgili yaşanmışlıklarınıza dair düşünceler ve buna ilişkin kimi gönül kırıklıkları veya beklenmedik hayal kırıklıkları olsa bile, olumsuzluklara esir olmadan, mutlu anların yaşamasına izin verin. Derin bir nefes alın. “Bunlar da son derece insana özgü, insana yakışan duygular; iyi ki onun öğrencisi olmuşuz, iyi ki Ali Hoca’yı tanımışız.” deyin. Bu duygunun bedeninizi rahatlatacağına eminim.

Hayatı uzun bir maraton bilinciyle yaşamak lazım. Bu uzun maratonda dünyevi tutkuların ve isteklerin zaman zaman yoğun olduğunu, sonra azgın suların bir süre durulduğunu ve er geç sakin bir hal alıp önüne gelen her şeyi kapıp götüren hırçınlığını kaybettiğini bilin.

Hayatın gelecek bir döneminde, başınızı sokacak bir göz ev ile iki lokma aşın tadını çıkardığınız ailenizi, o günü yaşamanızı sağlayana şükürler ettiğiniz günü ve dostlarınızı unutmayın. Bunu anlamak için de onca yaşanmışlıklar içindeki farkı fark edecek zamana ihtiyacınız olduğunu, ama bir ömür beklemenin de gerekmediğini unutmayın. Vaktinde yapmanız gereken sorumlulukları ertelemeyin. İş hayatında kendinize rakip olarak gördüklerinize şu veya bu gerekçeyle kızsanız veya çok arzu etmenize rağmen koyduğunuz hedeflere öngördüğünüz sürede ulaşamadığınızdan dolayı moralinizi bozmayın. Hayatta ne yaşadığınızı fark etmek veya bunu sadece bir değişim ve hayatın size sunduğu bir kaleydeskop görüntüsü olarak değerlendirin. Her olumlu çabanın mutluluğuna ermek için de zamana ihtiyaç olduğuna inanın. Bu bilinci de zamanın bizzat kendisi öğretiyor insana.

Her nerede ne yapıyor veya ne hissediyorsanız, onu vaktinde yaşayın derim. Hayatın dünde kalanlarını bugün telafi etmeye çalışırken geleceği ve onun sunduğu fırsatları bir kuş misali elden uçurmamaya bakın… Atalarımızın dediği gibi, “eldeki bir kuş, daldaki sürüden iyidir”. Hayat dönüp dolaşıp başladığınız yere geliyor. Aslonan “anda kalmak” ise eğer, tercih ettiğiniz hayat illa doğa, huzur, deniz ve mutluluk içermeyebilir. Kendi gök kubbenizin altında yaşarken, hayatın sasık yönünü duyumsayacağınız; ağzınızın tadının kekremsi bir hal aldığı günleri de görebilirsiniz. O an pes etmek yerine, hayatınızdaki rol model olan iyi örnekleri hatırlayın.

Bütün bunları yaparken içtiğiniz bir bardak suyun, elinizdeki bir fincan kahvenin damağınızda bıraktığı tadı ve ondan aldığınız hissi, hayatın size verdiği bir sürpriz olarak değerlendirin. Bir sene de denize gitmemiş oluverin. Hayatınızı denizin kenarında mutsuz, endişeli veya öfkeli bir halde sürdürmek yerine kendi dünyanızdaki dostlarınızla bir arada olmaya çalışın. Onlar sizin dikkatinizi başka alanlara dağıtır. Hayata ve insanlara bakışınızın değişmesini, sizin içinde bulunduğunuz karamsar ruh halinin ortadan kalkmasını sağlayabilir.

Olumsuz duyguların da yaşanması gerekir ki hayattaki farklı tatların fark edilmesinin önü açılsın. Aksi halde bu duygular içimizde çözülmemiş bir kör düğüm gibi veya anlatılamamış bir mesele gibi daha açıkçası yutkunup da boğazınızdan geçmeyen bir kocaman lokma gibi yer eder. Hâlbuki insan ilişkilerinde anlarınızı yaşadığınızda, üstesinden gelemeyeceğiniz zorlukları kabul etmek daha kolaydır.

Ben Ali Bey’i anlatan bir yazı hazırlamaya çalışırken söz nereden nereye geldi. Aslında Ali Bey ile olan ilişkilerimi de bu anlattıklarımın içine gizledim. Onu akademik yükseltilme süreçlerinde ve özel hayatında verdiği mücadelelerde yakinen tanıdım.

Sözün özü; insanın karakteri zor zamanlarda belli olurmuş. Onun zor zamanlarının da iyi zamanlarının da tanığı olan bir öğrencisi, çalışma arkadaşı ve dostu olarak; şahsında hayatındaki pek çok yokluğa ve yoksunluğa rağmen pes etmeyen yağız Anadolu insanın azmini gördüm. Bazen yorulduğu, bazen kırıldığı anlar oldu. Her şey hayatın akışına, ritmine göre başladı, bitti.

Ali Bey’e bundan sonraki süreçte yüreğinden geçen bütün güzellikleri dolu dolu yaşamasını; sevdiklerinin yanında daha iyi “an”larda hayatın tadını çıkarmasını dilerim.

Kaynak:
Mustafa ÇAKIR (2020). Ali Bey ile Anı Yaşamak. İçinde: Dil ve Edebiyat Yazıları: Prof. Dr. Ali Gültekin’e Armağan / ed. İnci Aras, Zeynep Kösteloğlu. - İstanbul: Hiperyayın, 2020. S. 47-52. ISBN: 978-605-281-954-8
e-ISBN: 978-605-281-955-5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...