Gençlerin Ali Bey ile ilgili bir
anı kitabı hazırlayacağını öğrendiğimde, akademik bir çalışma ile katkıda
bulunmak istedim. Lakin hayatımızı alt üst eden korona salgını ve buna karşı yürütülen
mücadelede kendi görev alanımla ilgili eğitim stratejilerinin getirdiği
yoğunluk, bu düşüncemin hayata geçmesine engel oldu. Ben de onun anılarını
yaşatmak için hayatımın onunla ilgili bir kısmında kısaca söz etmek, onu genç
kuşaklara anlatmak istedim.
Böyle durumlarda insan söze nereden başlayacağını bilemiyor. Dile kolay, Ali Bey ile kırk senelik bir geçmişimiz var. Her ne kadar bunun son yirmi senesi içinde çok fazla görüşemesek de birlikte olduğumuz süre içinde birbirimizin hayatına dokunmuş; kalıcı izler bırakmışız.
Üniversiteye başladığımda Almanca
adımı söylemekte zorlandığım dönemde henüz askerden yeni gelmiş, gencecik bir
öğretim elemanı olarak konuşma dersimize gelmiş; hayatımıza girmişti. Öyle ki
bazen tatlı sert hoca, bazen sevecen bir dost eli olmuştu bizlere.
Üniversiteyi bitirip asistan
olarak işe başladığım dönemde de meslektaş olarak beraber olduk. Birlikte
yükseklisans yaptık, aynı öğrenci sırasını paylaştık. Türlü öğrencilik halleri
yaşadık. Birbirimize kızdığımız, hem de çok kızdığımız zaman da oldu, birbirimizi
sevdiğimiz, sendelediğimizde birimiz diğerinin elinden tutan bir dost
ilişkisinde olduğumuz dönemler de. Bizim gençliğimizin, söz dinlemez
hallerimizin olduğu zor zamanlarda o benim yanımda durdu; onun zor dönemlerinde
ben onun. Kısacası birbirimizin yanında durmasını bildik. Onun hayat tecrübesi
bizim heyecanımız yol arkadaşlığı etti.
Bir şeyler anlatmak istiyorum.
Düşünüyor; onu tam olarak anlatacak bir anıya karar veremiyorum. Uzmanlar,
insan zihninden bir saat içinde 2100-3300 farklı düşüncenin geçebileceğini
söylüyor ya ben de tam bu durumdayım. O kadar anlatılacak anının içinden birini
seçmek kolay gelmiyor.
Dile kolay; geçen kırk sene
içindeki yaşanmışlıkların birini diğerlerinin arasından seçerken içimi endişe, kaygı
gibi birçok duygu kaplıyor. Birini yazarsam, öbürünün hatırı kalır diyorum.
Okuyanlar “Şunu da yazsaydı, diye hayıflanır mı?” demekten kendimi alamıyorum.
Bu da benim üzerimde canı olmayan ama can alan kovit virüsü gibi görünmez bir
baskı oluşturuyor.
Bir an durdum, düşündüm. Aklıma ilk
geleni yazacağım dedimse de başaramadım. Anı yaşamak; o anı kaplayan ruh
halinde ilk akla geleni bir çırpıda yazıya döküvermek o kadar kolay değil. Ya
aklına bu son derece değerli anı kitabını veya Ali Hoca’nın kendisini, onunla
yaşanmışlıklarımızı umursamadığım, duygularını önemsemediğim gelirse… Ne
pahasına olursa olsun, kalemin beni götürdüğü yere kadar yazıp, onu gelecek
kuşaklara anlatayım. Bu da benim savunma mekanizmam olsun!
Şunu itiraf edeyim ki bir kişi
hakkında yazmak ne kadar zormuş; hele Ali Hoca’yı anlatmak, şaşılacak kadar
fazla çaba gerektiren bir eylemmiş.
İsterseniz deneyin. Kolay
olmadığını göreceksiniz. Ben onu anlatırken şu ruh haline girdim. Buyurun,
okuyun.
Bir gün sabahın alaca
karanlığında kalkıp yürüyüşe çıktınız. Eve dönünce çocuklarınız her gün
yürüdüğünüz yolda gördüklerinizi, şafağın nasıl söktüğünü, doğanın güne nasıl
hazırlandığını, güneşin yükseldikçe içinizi nasıl aydınlattığını anlat deseler.
O kadar kolay değil değil mi?
Anlatmaya çalışırken, yürüdüğünüz
yolda yanından geçip gittiğiniz ve sıradan gelen her bir objenin ayrı bir anlam
kazandığını görürsünüz; birini anlatmaya başladığınızda diğerinin hatırı kalır.
Aslında hayatın olağan akışında dikkatinizi çekmeyen pek çok objeyi ve doğa olayını
yeniden keşfetmeye başlar; her gördüğünüz olağan dışı durumlar sizin hayata ve
insana bakış açınızı yeniden şekillendirir.
Bir yandan temiz havayı içinize
çekip, etraftaki kuş seslerini, börtü böceği fark etmeye “an”ı yaşamaya
çalışırken; her gün sıradan gelen pek çok objeyi bu defa farklı görmeye, birini
diğerinden ayırt eden farkı fark etmeye başlarsınız. Doğanın renklerini,
üzerinden yürüyüp geçtiğiniz yoldaki çakıl taşlarının pırıltılarını, doğanın renkten
renge bürünmüş türlü hallerini fark edersiniz. Yorulup bir köşede dinlenirken
bile, etraftaki börtü böceğin sesini daha iyi duymak, hayatın sunduğu mutluluğu
duyumsamak için gözlerinizi kapatır, bir köşede dinlenme molası bile
verebilirsiniz.
Ali Bey’i anlatmak biraz böyle
bir ruh halidir.
Kalabalığın içinde her hangi birini
görürsünüz. İçlerinden birini anlatmaya başladığınız zaman, ona özgü, onun
kendi nev’i şahsına münhasır hallerini görürsünüz. Ya sever ya da mesafeli
durursunuz. Kim bilir? Belki de dışarıdan “kimseye eyvallah etmeyen” görüntüsünün
altında yumuşacık bir kalbi olduğunu, “acımasız” hallerinin dışında merhametli
bir insan yüreğini keşfedersiniz.
Bunu hayatının pek çok aşamasında
onunla aynı lokmayı paylaşan, aynı yolda yoldaşlık yapanlar gayet iyi bilir. Bunun
için Innsbruck tren garında saatlerce bekleyip, ikinci bir trenin gelmesine
kadar gurbet illerinde hemhal olunduğunu anlatmaya gerek yoktur.
Bir sürü insanın hayatına
dokunmuş; düşen olunca elinden tutmasını bilmiştir. Akademiye yeni giren
gençler onun bulunduğu yeri nasıl doldurduğunu ilk zamanlar anlayamayabilir.
Malumatfuruşlar da ne kadar az bilgiyle ne fazla şey söylemeye çalıştığı
yanılsamasına kapılabilirler. Oysa onun duruşunda Anadolu insanının tevazuunun
yanı sıra en onmaz denen yaraları iyileştirecek merhamet merhemi de vardır. Onun
ilacı nice bitmez denen tezin bitirilmesine, nice geçmez denen öğrencinin dersini
geçip hayata tutunmasına yetmiş; dokunduğu insanların toplumda birey olarak
yaşamasına katkıda bulunmuştur.
Doktora gittiğinizde, doktorunuz “Nefes
alın, nefes verin!” gibi talimat verir, söylenirler. O an sizin hayatınızın
rutinindeki nefes alıp vermeler, doktor için başka anlamlar ifade etmektedir.
Hayatına dokunduğu kişiler için de Ali Bey öyle bir doktordur. Onunla birlikte
olduğunuzda nefes aldığınızı, ciğerlerinize çektiğiniz havanın burnunuzdan
geçişini, ciğerlerinize dolduğunu ve göğsünüzün kabardığını hisseder;
özgüveniniz artar. Sonra da içinizdeki havanın, derdin, tasanın dışarıya yol
bulup uçtuğunu fark edersiniz. Doktorunuzun soğuk stetoskopunun soğukluğunu
sırtınızda hissederken ürperirsiniz, onun size yoldaş olduğundaki kimi hal ve
hareketleri sizi alıp başka dünyalara götürse de doktorun muayenehanesinde
nasıl nefes alıp verdiğinizi hissetmeye başladıysanız, onun hayatınıza
kattıklarını da fark etmeye, gençliğinizin size verdiği deli dolu akan
kanınızın yavaşlamasına fırsat vermek istersiniz. Yol ayrımında olduğunuz o
zamanlar, size yoldaş olmuştur. O an fark etmeseniz bile, yıllar bunu size
anlatır.
“Ali Bey’i anlatırken hangi
duygular zihninize eşlik ediyor?” diye sorsalar; ben her duyguya kabul derim.
Onu anlatırken kimi zaman
dilinizin ucuna gelip söyleyemediğiniz sözler, onunla ilgili
yaşanmışlıklarınıza dair düşünceler ve buna ilişkin kimi gönül kırıklıkları
veya beklenmedik hayal kırıklıkları olsa bile, olumsuzluklara esir olmadan,
mutlu anların yaşamasına izin verin. Derin bir nefes alın. “Bunlar da son
derece insana özgü, insana yakışan duygular; iyi ki onun öğrencisi olmuşuz, iyi
ki Ali Hoca’yı tanımışız.” deyin. Bu duygunun bedeninizi rahatlatacağına eminim.
Hayatı uzun bir maraton bilinciyle
yaşamak lazım. Bu uzun maratonda dünyevi tutkuların ve isteklerin zaman zaman
yoğun olduğunu, sonra azgın suların bir süre durulduğunu ve er geç sakin bir
hal alıp önüne gelen her şeyi kapıp götüren hırçınlığını kaybettiğini bilin.
Hayatın gelecek bir döneminde, başınızı
sokacak bir göz ev ile iki lokma aşın tadını çıkardığınız ailenizi, o günü
yaşamanızı sağlayana şükürler ettiğiniz günü ve dostlarınızı unutmayın. Bunu anlamak
için de onca yaşanmışlıklar içindeki farkı fark edecek zamana ihtiyacınız
olduğunu, ama bir ömür beklemenin de gerekmediğini unutmayın. Vaktinde yapmanız
gereken sorumlulukları ertelemeyin. İş hayatında kendinize rakip olarak gördüklerinize
şu veya bu gerekçeyle kızsanız veya çok arzu etmenize rağmen koyduğunuz
hedeflere öngördüğünüz sürede ulaşamadığınızdan dolayı moralinizi bozmayın.
Hayatta ne yaşadığınızı fark etmek veya bunu sadece bir değişim ve hayatın size
sunduğu bir kaleydeskop görüntüsü olarak değerlendirin. Her olumlu çabanın mutluluğuna
ermek için de zamana ihtiyaç olduğuna inanın. Bu bilinci de zamanın bizzat
kendisi öğretiyor insana.
Her nerede ne yapıyor veya ne
hissediyorsanız, onu vaktinde yaşayın derim. Hayatın dünde kalanlarını bugün
telafi etmeye çalışırken geleceği ve onun sunduğu fırsatları bir kuş misali
elden uçurmamaya bakın… Atalarımızın dediği gibi, “eldeki bir kuş, daldaki
sürüden iyidir”. Hayat dönüp dolaşıp başladığınız yere geliyor. Aslonan “anda
kalmak” ise eğer, tercih ettiğiniz hayat illa doğa, huzur, deniz ve mutluluk
içermeyebilir. Kendi gök kubbenizin altında yaşarken, hayatın sasık yönünü
duyumsayacağınız; ağzınızın tadının kekremsi bir hal aldığı günleri de
görebilirsiniz. O an pes etmek yerine, hayatınızdaki rol model olan iyi
örnekleri hatırlayın.
Bütün bunları yaparken içtiğiniz
bir bardak suyun, elinizdeki bir fincan kahvenin damağınızda bıraktığı tadı ve
ondan aldığınız hissi, hayatın size verdiği bir sürpriz olarak değerlendirin. Bir
sene de denize gitmemiş oluverin. Hayatınızı denizin kenarında mutsuz, endişeli
veya öfkeli bir halde sürdürmek yerine kendi dünyanızdaki dostlarınızla bir
arada olmaya çalışın. Onlar sizin dikkatinizi başka alanlara dağıtır. Hayata ve
insanlara bakışınızın değişmesini, sizin içinde bulunduğunuz karamsar ruh
halinin ortadan kalkmasını sağlayabilir.
Olumsuz duyguların da yaşanması
gerekir ki hayattaki farklı tatların fark edilmesinin önü açılsın. Aksi halde
bu duygular içimizde çözülmemiş bir kör düğüm gibi veya anlatılamamış bir
mesele gibi daha açıkçası yutkunup da boğazınızdan geçmeyen bir kocaman lokma
gibi yer eder. Hâlbuki insan ilişkilerinde anlarınızı yaşadığınızda, üstesinden
gelemeyeceğiniz zorlukları kabul etmek daha kolaydır.
Ben Ali Bey’i anlatan bir yazı
hazırlamaya çalışırken söz nereden nereye geldi. Aslında Ali Bey ile olan
ilişkilerimi de bu anlattıklarımın içine gizledim. Onu akademik yükseltilme
süreçlerinde ve özel hayatında verdiği mücadelelerde yakinen tanıdım.
Sözün özü; insanın karakteri zor
zamanlarda belli olurmuş. Onun zor zamanlarının da iyi zamanlarının da tanığı
olan bir öğrencisi, çalışma arkadaşı ve dostu olarak; şahsında hayatındaki pek
çok yokluğa ve yoksunluğa rağmen pes etmeyen yağız Anadolu insanın azmini
gördüm. Bazen yorulduğu, bazen kırıldığı anlar oldu. Her şey hayatın akışına,
ritmine göre başladı, bitti.
Ali Bey’e bundan sonraki süreçte
yüreğinden geçen bütün güzellikleri dolu dolu yaşamasını; sevdiklerinin yanında
daha iyi “an”larda hayatın tadını çıkarmasını dilerim.
Kaynak:
Mustafa ÇAKIR (2020). Ali Bey ile Anı Yaşamak. İçinde: Dil ve Edebiyat Yazıları: Prof. Dr. Ali Gültekin’e Armağan / ed. İnci Aras, Zeynep Kösteloğlu. - İstanbul: Hiperyayın, 2020. S. 47-52. ISBN: 978-605-281-954-8
e-ISBN: 978-605-281-955-5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder