Bu yazıyı bir Sonbahar günü akşamüzeri
yazıyorum. Dışarıda adeta “kış gelmesin” diye direnen güneşin aydınlığı, Eylül
ayının büyüleyici pastoral atmosferi hâkim. Az önce dünyada "kemanı
ağlatan adam" olarak tanınan ünlü keman virtüözü Farid Farjad’ı dinliyor,
onunla yapılmış bir söyleşiyi okuyordum. "Güzel insan aramak ile insandaki
güzelliği aramak arasında derin bir fark var" demiş üstad. Durdum,
doğruldum oturduğum yerden. “Haksız da sayılmaz” dedi içsesim. Sonra ilave etti
“Pek azımız güzelliği arıyoruz”. “Neden ki?” diye itiraz edecek oldum. “Başka
türlü güzeli elde edemeyeceğini kabullenmiş olan insanlar güzelliği aramaya
meyleder. Evla olan hiçbir sebebe bağlı kalmadan güzelliği aramaktır.” dedi; düşündüm.
Dünya hayatında onca koşuşturma, onca çatışma ne için, neyin uğruna?
Yüzü güzeli mi arıyoruz, gönlü
güzeli mi? Hayatım boyunca sevmek ile bilmeyi bir araya getiren uğraşılar çekici geldi. Okuryazar olmayı insanın yeryüzündeki serüvenini
anlamlandıran bir çaba olarak gördüm.
Zaman geldi dünyanın sayılı
almanaklarında adıma yer verildi. Avrupa üniversitelerinde gördüğüm özellik;
iyi hoca kadar iyi öğrenci almak. Bu uygulama iyi bir üniversite olmanın
ölçütlerinden biri. Bir yere iyi talebeler geliyorsa o üniversite iyidir. İyi bir
ders, ileri araştırmalar iyi öğrencilerle iyi yapılır, hoca istediği kadar iyi
olsun. Öğrenciler o kaliteye yaklaşmak için çaba sarf etmiyorsa, iyi bir ders
yapılamaz. Hangi ders olursa olsun… Peki biz ne yapıyoruz?
Doğunun ilim çeşmesinden su
içmiş, Batı biliminden de geri kalmamış insanlar var çevremizde. “İnsanın
bilgide cimrilik yapmaması” gerektiği, “bildiğini öğretmenin, bilginin zekâtı.”
olduğu inancıyla yetiştirildik. O zekatı hakkıyla ödemek için yola çıktık.
“Öğrenmenin en iyi yolu öğretmektir.” diyerek, öğretirken zenginleştik. Tıpkı
Mevlana’nın iki kişinin elmaları karşılıklı değiştirmesiyle elmaların sayıca
artmadığını, ama insanların bildiklerini paylaşınca zenginleştiğini anlattığı hikâye
gibi.
Her birimiz belli hedefler
koymuş, o hedefe ulaşmak için dur durak bilmeden çabalıyoruz. Felsefe ve İslam
bilimleri alanında engin birikimi olan bürokrat, tarihçi ve akademisyen İbrahim
Kalın, adeta bu durumu dikkat çekiyor ve YouTube’daki bir söyleşisinde
“Unvanlar arazdır, aslolan cevherdir yani insandır; insanın asıl kimliğini,
birikimini, kendisini biraz perdeleyen, gölgeleyen şeyler gibi geliyor. Fikrin
gücü, ikna kabiliyetindedir. Statü dayatırsanız, orada fikir tartışması ve
zenginliği olmaz. Ben falancayım dediğinizde statü dayatıyorsunuz; fikir
üretmiyorsunuz. Dolayısı ile unvanlar yabancılaştırıcı geliyor. Sizin
fikrinizin ikna gücü varsa, o fikir benim için kıymetlidir.” diyor.
İnsanın içine düştüğü bu
sarmaldan kurtulması okumaya, kendini geliştirmesine bağlıdır. Bir kitabı
okumak, ilaç içmek gibidir. O ilacın vücudumuzun neresine gittiğini bilmesek de
mutlaka boşlukları doldurur, bir yerimizi iyileştirir. İbrahim Hoca; "Boş
vakitlerimde kitap okumayı seviyorum" sözünün kitaba saygısızlık olduğuna
dikkat çekiyor. “Kitap öyle boş vakitte okunacak bir şey değildir. Kitap kendi
zatında kıymetlidir. Boş vaktin doldurulması için araç hiç değildir; aksine
vakte kıymet ve değer katar. Kitap okumak, yazmak işinizin, hayatınızın bir
parçasıdır. Kimileri konuşurken iyi düşünür, kimileri yazarken; kimileri de
ikisini birden yapar.” diyor.
Kötülüğe karşı aktif ama
şiddetsiz direniş ve gerçek ile ilgili olan Satyagraha felsefesinin öncüsü olan
Mahatma Gandi (1869-1948); "Kişi düşüncelerinin ürünüdür. Ne düşünürse o
olur." diyor. İnsanın zihninin dünyası, bedeninin dünyasından daha
zengindir. Zihnin hazları, bedenin hazlarından daha derinlikli ve daha
kalıcıdır. Biriyle sohbet etmek, hayatı paylaşmak da önemlidir. Biriyle konuşurken
bir fikri karşılıklı olarak değerlendirmek... Biriyle bir yerde bir konuda
konuşmaya başlayıp çok alakasız bir yerde bitirmek. Bunlar sohbetin, hayatı
paylaşmanın önemli kerteleri… Hele ki sohbet ehli biriyle konuşabilmek… Sohbet
ehli olanlar da aklen, kalben, duygu olarak birbirine sahip çıkar. Sohbet bazen
meçhule, bazen duygu dünyasına, bazen insanın insanı anlaması için çıkılan bir
yolculuktur.
Bu yolculuklarda iyilerle
karşılaşmak dileğimiz. Mustafa Balkan; Pusula Yazılarında şöyle diyor[1]:
“Size, bize ve hepimize düşen görev; iyilerle ittifak kurmak, iyi insanlar
arasına katılmak, iyilerle, samimilerle, şefkatlilerle, candan ve adaletli insanlarla,
dürüstlerle, merhametlilerle, vatanseverlerle, milliyetperverlerle,
müsamahakârlarla, vicdan sahipleriyle, hayırseverlerle, alçakgönüllülerle,
affedicilerle bir olmak ve onlara bütün desteğimizi vermekle mükellef
olduğumuzun şuur ve bilinciyle hareket etmektir.” Bunu yapabilmek için insana gören
göz, işiten kulak, hakikatleri ifade edebilecek dil ve en önemlisi ülke ve
millet sevdası ile dolu bir yürek lazım.
Umuyorum ki dünyayı iyiler ve
iyilikler kurtaracak.
[1] Mustafa
Balkan. Veyis Ersöz Hoca’yı İyi Bilirdik. Pusula Haber. https://www.pusulahaber.com.tr/
(28.08.2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder