Bir Ramazan ayını daha gurbeti yurt edinenler ile beraber geçiriyor; katıldığım her iftarda her sahurda inanılmaz gözlem yapma imkânım oluyor. Özellikle birinci ve ikinci kuşak Avrupalı Türkler, hayatın onlardan aldıklarına inatla kafa tutmuş, yeni bir yaşam biçimi ortaya koymuş, hayatın bir yönünün bittiği yerde yeni bir sayfa açmayı başarmış, inanılmaz başarı öyküleri yazmışlar.
Yeni vatanda insanların sadece
ekonomileri gelişmiyor, yaşam biçimleri ve dilleri de yeni şekil alıyor, dini
inançları yeniden ruh ve anlam kazanıyor. Türkiye’de çok da üzerinde
durmadıkları kimi somut olmayan kültürel mirasımız yeniden anlamlandırılıyor; gurbet
illerinde aşkın, sevdanın ve kardeşliğin türküsünü yeniden yazıyorlar. Artık
kiliselerde, tenis kortlarında, spor salonlarında veya kullanılmayan binaların
bodrum katlarında ibadet etme, Allah’a kulluk görevlerini yerine getirmenin alabildiğine
zor olduğu zamanlar çoktan geride kalmış. Göçün üzerinden onlarca yıl geçmiş,
bir yanda vatan bir yanda yurt edinilen yeni topraklar. Göç, yahut hicret de
Allah’a kulluk etmenin araçlarından biri olarak doğal bir süreç olduğuna göre
insanlar istikballerini yeni yurtlarında kazanıp geriye, ana yurtlarına
dönebilenler dönmüş, dönemeyenler Kundeyt Şurdum’un dediği gibi, “ödünç alınan
gök Kubbenin altında” burada yeni bir gelecek kurmuş.
Geçenlerde bir iftar buluşmasında
yerel politikacılardan birinin akıl almaz çalışmaları neticesinde defin
işlemlerinin artık İslami usullere göre tabutsuz yapılmaya başlandığından söz açılınca,
bu ayki yazımı kadim kültürümüzün sembolleri olan mezar taşları ve onun
üzerindeki yazıya, hüvelbaki konusuna ayırmaya karar verdim.
Gençler pek bilmez belki, ama görece
olarak daha yaşlı olanlarımız veya yaşıtlarımız gayet iyi hatırlar. Mezarlık
ziyaretlerine gidildiğine eski mezarların taşlarına هو الباقي (hüvelbâki) yazılmış olduğu görülür. Arap
İslam kültüründe böyle bir gelenek yoktur. Bu gelenek bize özgüdür ve İstanbul’un
fethinden sonra giderek yerleşen bir uygulama ile günümüze kadar gelmiştir. Bundan
kasıt mezar ziyaretine gidenlere dünya hayatının geçici olduğunu ve insanın
ölüm karşısındaki çaresizliğini anlatmaktır. Hüvelbaki, bir yandan ölümsüz ve ebedî
olanın yalnız Allah olduğunu anlatıyor, öte yandan dünya hayatının geçici olduğunu
hatırlatarak mezar ziyaretine gelenlerin acılarının hafifletilmesini sağlıyor.
Aklıselim olanlar için her
mezarlık ziyareti, insanın kendisi ile iç hesaplaşmasına da vesile olur. Dünya
hayatındaki anlamsız ve gereksiz sürtüşmelerin, Batılı deyişle birbirinin kurdu
olan insanların (Lat. homo homini lupus), bizim kültürümüzde “can” olduğunu hatırlatır.
İnsan insanın canıdır. Gereksiz kırgınlıkların ve insan olmanın değerini,
insanın onur ve şahsiyetini sıradanlaştıran durumları bir yana bırakılıp, ihtimal
o ki bu ziyaret vesilesi ile insanın kendi payına dersler çıkararak refaha,
gönül huzuruna erişmesine fırsat verilir.
Siz bakmayın pek çok yerde
bakımsız, hal-i pürmelal mezarlıklara, Türkler mezar taşlarına tarihin her
döneminde ayrı bir önem vermiştir. Bitlis’in Ahlat ilçesindeki 11-12. yüzyıldan
kalan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde olan dünyanın en büyük tarihi Türk
İslam mezarlığı buna en güzel örneklerden biridir. Bu Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı
aynı zamanda Selçukluların Anadolu’da yüzlerce yıl öncesinden bıraktığı Türk
yurdunun tapu senedi olduğunun açık bir göstergesi olarak da kabul
edilmektedir. Buradaki taş işlemeciliği döneminin altın çağını yansıtır. Burada
hattat, nakkaş ve mermer/taş oyma ustası maharetini göstermiştir. Her bir mezar
taşı aslında Mervani, Selçuklulara bağlı Ahlatşahlar, Eyyubiler, İlhanlılar,
Akkoyunlular, Karakoyunlar ve Celayirliler gibi kültürlere ışık tutmakta ve sanat
tarihi açısından önemli bir belge niteliği taşır. Mezar taşlarında oraya
defnedilmiş kişilerin künyesi bulunur; kişilerin cinsiyetleri, toplumsal ve
sosyal konumları buradan tespit edilebilir. İsmi unutulmuş, nesli tükenmiş nice
değerlerin varlığı da yine mezar taşlarındaki kayıtlardan, kitabelerden öğrenilebilmektedir.
Kültürümüzde bir kısmı süslü, bir
kısmı sade, bir kısmı düz ve yazısız olmak üzere türlü mezar taşları vardır. Süslü
mezar taşlarına musanna (sonradan yapılmış sanatkârane) mezar taşları denilmektedir.
Süslemeler usta sanatçılar tarafından taşa oyularak yapılır, yazılar özenle
hazırlanır ve çıkarılan kalıplar, yapılan tasarımlar taşa veya mermere özenle
işlenir.
Anadolu’da yazısız mezar taşları görülür.
Bunlar daha çok Allah dostlarının, O’ndan başka her şeyi gönülden çıkaran ve başkasına
değer vermeyenlerin kendilerini gizlemek için tercih ettiği taşlardır. O
mezarların sahipleri “Ne varlığa sevinir, ne yokluğa yerinir”. Tam da Yunus
Emre’nin dediği gibi “Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa yerinirim, Aşkın ile
avunurum, Bana seni gerek seni!”
Düz yazılı mezar taşlarında ise
camilerimizin çevresinde bulunan musalla taşlarında olduğu gibi, ’’Küllü nefsin
za-ikatü’l-mevt sümme ileyna turce'un” (Ankebut 57) ayeti kerimesi yazılıdır.
Yani “Her can ölümü tadacaktır. Sonra Bize döndürüleceksiniz" denilerek,
sözün başında değinilen “hüvelbaki” yani kalıcı olan Allah’tır ifadesi
desteklenmekte ve insanlara ölümün hakikati, insanın çaresizliği
hatırlatılmakta ve kim bilir belki de geride kalan yakınlarının acılarına
merhem olunmaya çalışılmaktadır. Bu mezar taşlarının ayakuçlarındaki taşlar
düz, yazısız ve süslemesizdir. Sanki Kur’an’ın mesajının yalın ve açık olduğunu
anlatır gibi.
Bir de yazısız ve muntazam
olmayan, doğal dikme taşlı mezar taşları vardır ki bunlar fakir, fukaranın
defnedildiği yerin bir süreliğine de olsa işaretlenmesi için dikilir ve mezarın
kısa sürede kaybolmaması amacını taşır. Bu mezarlardaki mevta da bir süre sonra
pek çok kişi gibi unutulanlar safındaki yerlerini alırlar. Bunlarla bir gün
belki bir yerlerden gelip bir testinin kulpunda buluşacağız. Kim bilir?
Mezar taşına kazınan güzel yazıya,
yani hüsnühata “Kitabe-i senk-i mezar” denir.
Hani, şu Orhan Veli’nin Süleyman Efendi tiplemesinde modern insanı
trajik hale sokan dünyanın telaşesi içindeki umutsuz, çaresiz insanı anlattığı
insan gibi... Taşın üzerine mevtanın adı, doğum ve ölüm tarihi yazılır. Bazen bir
şiir veya birkaç satır süslü cümle konur. Bazen de Ahlat mezarlığındaki mezar
taşlarında görülen kufi veya nesih, sülük ve dahi talik, birbirinin simetrisi,
karşılıklı yazılmış, sağdan sola ve soldan sağa yazılar vardır.
Mezar taşları ölenin cinsiyetine
göre de dikilir. Kadın mezar taşlarında serpuş (erkek şapkası, başlık) olmadığı
gibi erkek mezarlarında da ölenin mensubu olduğu tarikat veya toplumsal
işaretlere yer verilirdi. Dolayısı ile mezara bakıldığında içindekinin kadın mı
erkek mi olduğu kolaylıkla anlaşılırdı. Hatta mezardaki kadın evlenmemiş, genç bir
kız ise mezarı gül motifleri ile bezenirdi.
İnsanoğlu bu durur mu hiç; hem gündüz
hem gece her daim pamuk şekeri gibi bulutları görmek istiyor, ama insan
karanlık gecede mehtap yoksa neyi görebilir ki… Mezarlıklar bazen karanlık
gecelerde hayale dalmış bazen de hayal kırıklığından yorgun düşen insanın,
Çukurova’nın tarlalarında çift süren traktörlerin römorklarında türkü
söylemeden eve dönen tarım işçilerinin akşamın alaca karanlığında ev yolunda aç
biilaç eve dönerken, kirli avuçlarında tuttukları azık çantalarındaki bir parça
kuru ekmek gibi gerçek hayata dair hayaller kurduran mekânlardır. O mekânlar
insanlara Allah’ın sonsuz kudretini anlatırken dünyanın faniliğini ve insanın
ölüm karşısındaki çaresizliğini “Ondan geldik, ona döneceğiz” gerçeğini
hatırlatır.
Velhasılı kelam; söyleyenin
vebali boynuna. Gönlü göç eyleyenlerin canı tutsak kalırmış. Bu güzel günlerde
gözünüz, gönlünüz şen; canınız cananına yoldaş olsun. "Bilesiniz
ki,kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." [Rad Suresi: 28]
Bu yazı Haber Avrupa için hazırlanmış, gazete baskısının yanı sıra YouTube üzerinden sesli makale olarak da yayımlanmıştır.
(Gazete: http://avrupa.at/huevelbaki/)
(YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=zU1v_4qz9DU&t=496s)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder