Yurt dışında yaşayan bazı gençlerin
milli kimliğimizi umursamadığını, giderek özüne yabancılaştığını, belli bir
eğitim kültür düzeyine gelenlerin de bilinçli olarak kendini milletine karşı
ötekileştirdiğini gözlüyorum. Gençlerimize tarih bilinci aşılayarak, onların maneviyatlarını
güçlendirip, dil-kültür alanındaki gelişimlerine yardımcı olmaya çalışırken,
onların farklı ilgi alanlarına yöneldiğini menfaate dayalı şekilde gücün ve
güçlünün yanında durduklarını, Cengiz Aytmatov'un Dişi Kurdun Rüyaları
adlı eserindeki tanıma uygun şekilde, bilinçli bireyler olarak „közkaman“ bir
hayatı öncelediğini görüyorum. Közkaman; milli kültürden uzak, ait olduğu
milletin dilini bilmeyen, adını, milletini, dinini değiştiren, milli değerlere
yabancılaşan, çevresindekileri de yabancılaştırmak için teşvik edenlere deniyor.
Közkamanlar toplum içinde bilinçli hareket ederken, Gün Olur Asla Bedel
isimli romanda geçen mankurtlar; geçirdikleri işkenceye bağlı olarak bilinçlerini,
duygularını, akıllarını kaybeden; içgüdüleriyle hareket eden insanlardır.
Közkamanların mankurtlara göre akıl ve ruh sağlıkları yerinde olduğundan daha
tehlikeli olup, bunlar ülkesine ve milletine ihaneti bilinçli bir şekilde
yapmaktadırlar.
Gençlerimizi bekleyen önemli
tehlikelerden biri olarak gördüğüm bu tür duygusal gelgitler üzerine uzun
zamandan beri kafa yoruyorum. Geldiğim noktada, gençlerin kendi kültürüne
ilişkin yeterli eğitimi alamaması, kültürel süreçlerden uzak bulunmaları
nedeniyle, içinde yaşadığı baskın kültürün etkisi altında kalmakta; kendi kültürüne,
özüne yabancılaşmasının doğal sonucu olarak da bellek veya bilinç kaybı yaşamakta
ve şuursuz bir hayata geçmiş olduklarını düşünüyor; geçmişten bugüne uzanan,
neden sonuç ilişkisine dayalı, analitik bir kültür aktarımı süreci ile
kültürler arası kültürleme çalışmanın bir an önce başlatılması gerektiğine
inanıyorum.
Geçmişle bağ kurmak demişken ünlü
şair, mütefekkir, yazar, siyasetçi ve diplomat olan Yahya Kemal Beyatlı
(1884-1958)’nın „Akıncılar“ adlı şiirini ve bu şiire konu olan olayı
hatırlatmak isterim.
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kaafilelerle...
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.
Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla...
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde!
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!.
Şair 1919 yılında yazdığı bu
şiirde kendisini savaşa katılan akıncı askerlerden birinin yerine koyarak,
şehit olanların ağzından, yaptıkları savaşı ve ne nasıl şehit olduklarını
anlatır. Şiirde bin kişilik akıncı birliğinin Tuna nehrini geçerek yedi koldan
yaptıkları akın ve akıncıların atlarını doludizgin koşturup, seri bir şekilde
savaşırken kanatlanıp yedi kat arşı aştıkları ve cennete uçtukları anlatılır. Burada
biraz da Peygamberimizin (SAV) atı Burak ile Mi’raç gecesinde arşa yükseldiğine
dair örtük bir benzetme yapılırken, şehitlerimiz de bu yolla kutsanmış olur.
Gençlerin geçmişimizi unutmamaları
için tarih öğrenmesi gerekir. Tarih, savaşlar ve cenklerden ibaret olup, yaşanan
olayların kronolojik sırayla anlatıldığı, hangi olayın, hangi anlaşmanın ne
zaman yapıldığının ezberletildiği bir ders konusu değildir. Tarihini
öğrenmeyen, bugünü bilinçsiz şekilde yaşayan, gelecek için öngörüleri olmayan, toplumsal
stratejilerini belirleyemeyen, kendini geleceğe hazırlayamayan toplumlar,
geleceğin de bir gün geldiği an, zamanın nasıl da akıp gittiğine şaşırmakla
kalmayacaklar, bunlar için bazı tedbirleri almak için iş işten geçmiş olacak.
Yurt dışında yaşayan gençlerimiz
Türk dili ve tarihini önemsemese ve kendini yaşadığı ülkenin kültürüne uyum
sağlamış kabul etse, kendini yaşadığı yere ait hissederek Türkiye ve Türk
dünyası ile arasına mesafe de koysa, gün gelir; kendisine Türk olduğu bedel
ödetilerek hatırlatılır. Ebulfez Elçi Bey (1938-2000)’in dediği gibi, „Sen Türk
olduğunu unutsan bile karşıdaki unutmaz ve günü geldiğinde bedelini ödeterek
hatırlatır“. Şükürler olsun ki unutanlarımız ekserimiz değil.
Akıncılar şiirine geri dönecek
olursak, şaire bu şiiri yazdıran olay neydi?
Önce „Akıncı nedir, kime denir?“,
ona bakalım. Osmanlı ordusunda görevli atlı askeri birliğe, yani günümüzdeki süvari
birliklerine „akıncılar“ denirdi. 16. Yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde orduda
kırk bin akıncının olduğu tarihi kayıtlarda yer alır.
Sırplar 1992 yılında Srebrenitsa'da
binlerce masum insanı katlettikleri sırada, silahlarını ateşlerken neden "Ormenia-
Ormenia" diye çığlık atıyorlardı? Yahut, bu insanların bu şekilde çığlık atmasına
neden olan ve üzerinden 600 sene geçen savaş neydi, ne zaman, hangi koşullarda
yapılmıştı ve her şeyden önemlisi, bugün bu savaşı kaç kişi hatırlıyor?
Hafızamızı tazeleyelim. Ormenia, Kocaeli’deki
yaşam parkında „ormanya“ adıyla bilinen yer değil, tarihteki Çirmen şehrinin
adıdır. Osmanlıları Balkanlardan atmak, Avrupa içlerine ilerlemesini durdurmak
için Papa V. Urban’ın çabaları ile Osmanlılara karşı bir Haçlı ittifakı
kuruldu. Bu ittifak tarafından 1364 yılında yapılan ilk Haçlı seferi,
Sırpsındığı veya I. Meriç Muharebesi olarak bilinir. Haçlı ittifakı (Sırp
İmparatorluğu ve Bulgar İmparatorluğu, Macar Krallığı, Bosna ve Eflak
Prensliğinden oluşan ittifak devletleri) bu savaşta ağır bir yenilgi almıştır.
Bu muharebenin üzerinden yedi
sene geçtikten sonra Sırp kral Jovan Uglješa, Osmanlı ordusundan yenilginin intikamını
almak istemiştir. Lala Şahin Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri takviye
birlikleri beklerken, Sırp askerler başta olmak üzere bütün Haçlı ordusu Meriç
nehrini savaşmadan geçmiş, nehir kıyısında Çirmen yakınlarında kamp kurmuştur.
İstanbul’u ele geçireceklerinden emin oldukları için de güvenlik tedbirlerini
elden bırakmışlar, gece eğlenceye dalmışlardır. Şiirde „Ak tolgalı beyler beyi“
olarak tanımlanan Hacı İlbey‘in komuta ettiği ve yine şiirde bin atlı diye
geçen, sayıları aslında 800 kadar olan akıncılar, şairin dediği „o gün“ (yani
26 Eylül 1371 tarihinde) düşman askerlerine ani bir gece baskını düzenlemiş; ince
bir taktik saldırıya hazırlıksız yakalanan Haçlı askerleri, başta Sırp ve
Makedon komutanları olmak üzere öldürülmüş; bir kısmı uykuda, bir kısmı gece
yapılan eğlencenin etkisiyle sarhoş halde olan 70.000 kişilik dev bir ordu geri
çekilirken paniğe kapılmış, birçok asker Meriç nehrini yüzerek karşıya geçmeye
çalışırken nehirde veya bataklıkta boğularak ölmüş, intikam almak için gelen Haçlı
ordusu ağır bir bozguna uğratılmıştır.
Anlaşılacağı üzere, bu şiir kuru
bir hamasetle yazılmamış; aksine şair tarihte yaşanmış gerçek bir olayı anlatarak,
elde edilen şanlı bir zaferi gençlere anlatmayı, kahramanların anısını taze
tutmayı amaçlamıştır.
Türkler, Müslümanlar geçmişteki
şanlı Çirmen zaferini unutsa da Sırplar, Osmanlı akıncılarının müthiş zaferi
ile sonuçlanan Çirmen yahut II. Meriç Muharebesini hiç unutmamış; Balkanlarda Osmanlının
mirasını temsil eden Müslüman azınlığı BM askerlerinin korumasındayken (?) "Ormenia-
Ormenia" diye naralar atarak katletmiştir.
Çirmen muharebesiyle ilgili anıları
yaşatmak için halk türküleri üretilmiş, bugün bile Isihia adlı sanatçı aynı adla
çıkardığı albümde geçmişin anısına Chernomen (The Battle At Chernomen) adlı bu
şarkıyı söylemiştir[1].
Devletler arası ilişkilerde ezeli
düşmanlık ebedi dostluk aranmaz, milletin menfaatleri öncelenir. Devlet-i
aliyyenin menfaatleri kişilerin menfaatiyle çelişirse, devletin menfaatleri
önce gelir, üstün tutulur.
Tarih şuuru ve bilinci olmayanlar
kendilerinden her isteneni, sorgulamadan bilinçsiz bir şekilde yerine getirir;
öz benliğini yitirerek kimliksizleştirilenler; düşmanının kuklasına, yani
mankurt adama dönüşür. Kimimiz mankurt kimimiz közkaman bir arada yaşayıp
giderken, özümüze dönüp tarihin milletimize yüklediği görevin bilinciyle
hareket etmeli; Elçibey’in “Türk Milleti’ne en çok lazım olan şey maneviyata
dayanarak birleşebilmektir” şeklindeki vasiyetine sahip çıkmalıdır.
Okuyucuya uzmanlık sorusu;
birileri neden Avrupalı Türkleri, kökü mazide saklı asil bir milletin evlatlarını,
olduğu gibi kabul edip, onların toplumsal ve sosyal hayatın içinde daha ileri
bir duruma gelmesine sevinmez ve maneviyatına, diline, geçmişine sahip çıkmak
isteyenleri değersizleştirmeyi, itibarsızlaştırmayı marifet sanır?
Kaynaklar
Aytmatov, Cengiz. (2015). Dişi
Kurdun Rüyaları. Çev. Refik Özdek, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Azap, Samet. (2017).
“Közkaman/lık: İhanet ve Kimlik Sorunsalı” JASS, S. 41, s.104-117.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder