Geçenlerde bir söz okudum; “En
ateşli görünenler, en önce terk ediyor mahalleyi” demiş Fyodor Mihayloviç Dostoyevski.
1872’de yayımlanmış romanı Ecinniler’de (Demons) aynen böyle yazmış. Bunun
üzerine biraz daha okuyup, araştırayım dedim.
İsmet Özel’in “Senin bulunduğun
yerde biri ahlaksızlık yapabiliyorsa, sen de ahlaksızsın” sözünü hatırladım. Kocaman
bir mıh gibi beynime çakıldı. Ardından bizim mahalleyi terk edenler gözümün
önüne geldi. Gerçeklik payı var mıydı? Bilemedim. Dostoyevski'ye kalsa her ulus
kendi öz benliği ile yaşar ve zaten var olan tanrısını kendi geleneklerinden
esintilerle donatır. Bir süre sonra bu tanrı ulusun bir simgesi hâline gelir.
Gelin birlikte düşünelim. Önce etrafımıza
şöyle bakalım; gerçek anlamda sadaka verecek birini bulmakta zorlanırken, bazı
fakirleri görürüz, sadaka vermeye can atarlar. Sadaka vermekte zorlananlara
baktığınızda ise bunların bedeninin, bütçelerinin değil, ruhlarının fakir
olduğunu; açlıklarının karınlarında değil, bedeni ihtiyaçlarının ötesinde, daha
derinlerde olduğunu anlarsınız. Bazılarımızın yemek felsefesi genelde
“Olmayınca aramam, olunca dayanamam” şeklindedir. Bu anlayıştakiler bir makama,
mevkie geldiklerinde gerçek açlıkları ortaya çıkar; kamuda ya da özel sektörde
fırsatını bulunca dayanamayıp “malı götürür” sonra da “Bizim aldığımız rüşvet
değil. Zamanında çok acı çektik, bunu da çoktan hak ettik. Hem yaptığımız ne ki
ihtiyacı olanlara yardım için para topluyor, masrafı alıyoruz, haram değil
bizimki”[1]
diyecek duruma düşüyorlar.
“Bunun sebebi ne?” diye kafayı
yorduğunuzda, insanların “Dindar çünkü fakir; fakir, çünkü dindar” sarmalından sıyrılamadığını
anlıyorsunuz. Cebi üç kuruş para görenin durumu, hali, yaşam standardı birden değişiyor.
Bunlardan inanç altyapısı zayıf olanların İslam diye bir dertlerinin olmadığı,
bütün derdin tasanın “paranın, itibarın, makamın, şöhretin…” eksikli olduğu
ortaya çıkıyor ve kendilerini beyaz Türklere kabul ettirmeye, onların semtine
taşınmaya can attıklarını anlıyorsunuz.
Parası olmadığı zamanlarda günah
işleyemeyen bu Müslümanların içinde bulunduğu durumu İslami hassasiyetlere
bağlıyorsanız siz bilirsiniz. Bunlar; beyaz Türklerle beraberken ikindinin
sadece farzını kılmak için kerahet vaktini bekliyor; İslam düşmanlarına karşı
gelirken, ne hikmetse namaz kılmaya da vakit ayıramıyorlar. Lakin paraya, pula
güce sahip olduklarında da ikinci evi tutup imam nikâhlı eşini yerleştirmeye
can atıyorlar. Unutmayın ki gün akşamlıdır, yazın sonu hazandır.
Günlük hayatta “Kurallar işlesin,
ama bana değil” derken çocuklarının tayininde tanıdık arayanlar; salgın
hastalık nedeniyle yüz yüze yapılamayan sınavların uzaktan eğitime geçilmesiyle
kameranın görüş açısı dışındakilerin desteğini alıp sınıf geçtikten sonra ortalığı
bayram yerine çevirenler; toplumsal ve sosyal hayatın hemen her alanında hak
edilmeyen ayrıcalıkları talep edenler... Hepsi bizim mahallenin, beyaz Türklere
özenen sonradan görmeleri “Ömer görmüyor ama Allah görüyor” diyen nesli anlatan,
ama dindarlığı sözde bırakıp ideallerinden uzak düşmüş insanlar mı bu topluma
sahip çıkacak? Buna okuyucular karar versin.
Modernizmin insanı nasıl
yalnızlaştırdığını, bencilleştirdiğini, kimliğimizi dönüştürdüğünü,
geleneklerimizi yok ettiğini konuşan bir toplum içinde dile getirelim; kendi
gerçeğimizle yüzleşelim. Bunu yaparken de geç kalmayalım. Annesi başörtülü, babası
dindar ailelerin çocukları Türk kültüründen nefret etsin diye uğraşmayın. İnsanları
bırakın kendi inanç hallerine… Yeni kuşak gençlerde saygı kalmadı, ahlak zayıfladı,
öğrenci sorumsuz, gelin küstah, torun asi gibi söylemleri birbirinin peşi sıra
sıralayıp çocuklara “Katarina Blum’un Çiğnenen Onuru” veya bilmem neyi okutmak yerine
önce Yunus’u, Mevlana’yı anlatın. Anlatmazsanız, gelecek neslin kaybolmasının
vebali sizindir. Nurettin Yıldız bir paylaşımında “Herkesin gündelik dünyasının
peşinde olduğu bir vasatta sen günleri, yılları aş ve asırların çatısından bak
dünyaya” diyor. O dünya Yunus’un Mevlana’nın felsefesinde çoktan kurulmuş,
anlayana…
Para kazanalım, kalkınalım,
garanti işimiz, başımızı sokacağımız iki göz evimiz, altımızda modelli bir
arabamız olsun; bitsin şu fakirlik, adaletsizlik diye devinirken, bazı temel
değerleri yok etmeyelim; etmişsek de ne çare. Yurt dışından Türkiye’deki
iktidara yakın görünme ile kapısından giremeyeceği kurumlara, hayal edemeyeceği
ortamlarda teveccüh görenler; bundan 20 sene önce ne durumda olduklarını, bugün
neyin peşinde koştuklarını ve şu an neyi yaşadıklarını iyi düşünsünler. Sizden
sonra gelecek yeni nesil, sizin bugün nasıl yaşadığınızın göstergesi olacak.
Bugün kızdıklarınız da aslında dün yaşadığınız gerçeklerinizdir. Biraz durup
düşünmek, vicdan muhasebesi yapmak lazım.
Babasından kalan on dönüm tarlayı
pay etmesini beceremeyenler; “Atatürk’ü, Cumhuriyeti” tartışmaya başlatmadan
önce biraz durup düşünsünler. Sonra dinini, Türkiye’nin tarihini öğrensinler. Süleyman
Demirel: Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız. Size cevabım şudur:
Cumhuriyet benim işte! İslamköy'den çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı
yapan, Cumhuriyet'tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk'e borçluyuz."
derken bir gerçeğe dikkat çekiyordu. Hala ikna olmamakta ısrar edenler, “Bir
ilme bütünüyle vakıf olmayanlar, o ilmin kusurlarını göremezler” diyen Gazalî
ile “Mealle Müslümanlık olmaz” diyen Cemil Meriç’in sözlerini hatırlasınlar. Olmadı,
ona buna sataşmadan önce dönüp kendi şecerelerine baksınlar.
İsmet Özel, “İslamcılardan bir
halt olmaz!” derken haklı mıydı, bilemiyorum; lakin bu görüşe “İtiraz edecek
neyimiz var?” diye etrafa bakarken, çok şükür ki içimizde hala harama
bulaşmamış, kul hakkına girmemiş, namazı, orucu, zekâtı, sadakası anlamını
yitirmemiş; ibadetleri içi boş ritüellere dönmemiş samimi Müslümanları görüyor,
derin bir rahatlama hissi duyuyorum. Toplumu kurtaracak olanlar da günahın da
sevabın da sahicisini bilen; ahlakın başörtüsünde, giyim kuşamda olmadığının
ayırdında, ülkesini ve dünyayı iyi analiz edip anlayan, kendi gerçekliğinin
farkında ve yaşamın içinde olan kadınlar ile iyi giyimli, iyi eğitimli,
değerlerine bağlı, güzel kadından da iyi yaşamdan da hoşlanan erkekler olacak.
Avrupa Türk toplumunu yine bu
toplumun içinden çıkan rafine zevklere sahip yeni kuşak ileri hedeflere
taşıyacak.
[1] Aziz
Kemal Nafi. Bizim Kumaşın Kalitesi Düşük Çıktı. https://www.magaradergisi.com/mansetler/1479-bizim-kumasin-kalitesi-dusuk-cikti.html (27.09.2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder