1 Temmuz 2023 Cumartesi

Bizim mahallenin halleri

Geçenlerde bir söz okudum; “En ateşli görünenler, en önce terk ediyor mahalleyi” demiş Fyodor Mihayloviç Dostoyevski. 1872’de yayımlanmış romanı Ecinniler’de (Demons) aynen böyle yazmış. Bunun üzerine biraz daha okuyup, araştırayım dedim.   

İsmet Özel’in “Senin bulunduğun yerde biri ahlaksızlık yapabiliyorsa, sen de ahlaksızsın” sözünü hatırladım. Kocaman bir mıh gibi beynime çakıldı. Ardından bizim mahalleyi terk edenler gözümün önüne geldi. Gerçeklik payı var mıydı? Bilemedim. Dostoyevski'ye kalsa her ulus kendi öz benliği ile yaşar ve zaten var olan tanrısını kendi geleneklerinden esintilerle donatır. Bir süre sonra bu tanrı ulusun bir simgesi hâline gelir.

Gelin birlikte düşünelim. Önce etrafımıza şöyle bakalım; gerçek anlamda sadaka verecek birini bulmakta zorlanırken, bazı fakirleri görürüz, sadaka vermeye can atarlar. Sadaka vermekte zorlananlara baktığınızda ise bunların bedeninin, bütçelerinin değil, ruhlarının fakir olduğunu; açlıklarının karınlarında değil, bedeni ihtiyaçlarının ötesinde, daha derinlerde olduğunu anlarsınız. Bazılarımızın yemek felsefesi genelde “Olmayınca aramam, olunca dayanamam” şeklindedir. Bu anlayıştakiler bir makama, mevkie geldiklerinde gerçek açlıkları ortaya çıkar; kamuda ya da özel sektörde fırsatını bulunca dayanamayıp “malı götürür” sonra da “Bizim aldığımız rüşvet değil. Zamanında çok acı çektik, bunu da çoktan hak ettik. Hem yaptığımız ne ki ihtiyacı olanlara yardım için para topluyor, masrafı alıyoruz, haram değil bizimki”[1] diyecek duruma düşüyorlar.

“Bunun sebebi ne?” diye kafayı yorduğunuzda, insanların “Dindar çünkü fakir; fakir, çünkü dindar” sarmalından sıyrılamadığını anlıyorsunuz. Cebi üç kuruş para görenin durumu, hali, yaşam standardı birden değişiyor. Bunlardan inanç altyapısı zayıf olanların İslam diye bir dertlerinin olmadığı, bütün derdin tasanın “paranın, itibarın, makamın, şöhretin…” eksikli olduğu ortaya çıkıyor ve kendilerini beyaz Türklere kabul ettirmeye, onların semtine taşınmaya can attıklarını anlıyorsunuz.

Parası olmadığı zamanlarda günah işleyemeyen bu Müslümanların içinde bulunduğu durumu İslami hassasiyetlere bağlıyorsanız siz bilirsiniz. Bunlar; beyaz Türklerle beraberken ikindinin sadece farzını kılmak için kerahet vaktini bekliyor; İslam düşmanlarına karşı gelirken, ne hikmetse namaz kılmaya da vakit ayıramıyorlar. Lakin paraya, pula güce sahip olduklarında da ikinci evi tutup imam nikâhlı eşini yerleştirmeye can atıyorlar. Unutmayın ki gün akşamlıdır, yazın sonu hazandır.

Günlük hayatta “Kurallar işlesin, ama bana değil” derken çocuklarının tayininde tanıdık arayanlar; salgın hastalık nedeniyle yüz yüze yapılamayan sınavların uzaktan eğitime geçilmesiyle kameranın görüş açısı dışındakilerin desteğini alıp sınıf geçtikten sonra ortalığı bayram yerine çevirenler; toplumsal ve sosyal hayatın hemen her alanında hak edilmeyen ayrıcalıkları talep edenler... Hepsi bizim mahallenin, beyaz Türklere özenen sonradan görmeleri “Ömer görmüyor ama Allah görüyor” diyen nesli anlatan, ama dindarlığı sözde bırakıp ideallerinden uzak düşmüş insanlar mı bu topluma sahip çıkacak? Buna okuyucular karar versin.

Modernizmin insanı nasıl yalnızlaştırdığını, bencilleştirdiğini, kimliğimizi dönüştürdüğünü, geleneklerimizi yok ettiğini konuşan bir toplum içinde dile getirelim; kendi gerçeğimizle yüzleşelim. Bunu yaparken de geç kalmayalım. Annesi başörtülü, babası dindar ailelerin çocukları Türk kültüründen nefret etsin diye uğraşmayın. İnsanları bırakın kendi inanç hallerine… Yeni kuşak gençlerde saygı kalmadı, ahlak zayıfladı, öğrenci sorumsuz, gelin küstah, torun asi gibi söylemleri birbirinin peşi sıra sıralayıp çocuklara “Katarina Blum’un Çiğnenen Onuru” veya bilmem neyi okutmak yerine önce Yunus’u, Mevlana’yı anlatın. Anlatmazsanız, gelecek neslin kaybolmasının vebali sizindir. Nurettin Yıldız bir paylaşımında “Herkesin gündelik dünyasının peşinde olduğu bir vasatta sen günleri, yılları aş ve asırların çatısından bak dünyaya” diyor. O dünya Yunus’un Mevlana’nın felsefesinde çoktan kurulmuş, anlayana…

Para kazanalım, kalkınalım, garanti işimiz, başımızı sokacağımız iki göz evimiz, altımızda modelli bir arabamız olsun; bitsin şu fakirlik, adaletsizlik diye devinirken, bazı temel değerleri yok etmeyelim; etmişsek de ne çare. Yurt dışından Türkiye’deki iktidara yakın görünme ile kapısından giremeyeceği kurumlara, hayal edemeyeceği ortamlarda teveccüh görenler; bundan 20 sene önce ne durumda olduklarını, bugün neyin peşinde koştuklarını ve şu an neyi yaşadıklarını iyi düşünsünler. Sizden sonra gelecek yeni nesil, sizin bugün nasıl yaşadığınızın göstergesi olacak. Bugün kızdıklarınız da aslında dün yaşadığınız gerçeklerinizdir. Biraz durup düşünmek, vicdan muhasebesi yapmak lazım.

Babasından kalan on dönüm tarlayı pay etmesini beceremeyenler; “Atatürk’ü, Cumhuriyeti” tartışmaya başlatmadan önce biraz durup düşünsünler. Sonra dinini, Türkiye’nin tarihini öğrensinler. Süleyman Demirel: Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız. Size cevabım şudur: Cumhuriyet benim işte! İslamköy'den çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet'tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk'e borçluyuz." derken bir gerçeğe dikkat çekiyordu. Hala ikna olmamakta ısrar edenler, “Bir ilme bütünüyle vakıf olmayanlar, o ilmin kusurlarını göremezler” diyen Gazalî ile “Mealle Müslümanlık olmaz” diyen Cemil Meriç’in sözlerini hatırlasınlar. Olmadı, ona buna sataşmadan önce dönüp kendi şecerelerine baksınlar.

İsmet Özel, “İslamcılardan bir halt olmaz!” derken haklı mıydı, bilemiyorum; lakin bu görüşe “İtiraz edecek neyimiz var?” diye etrafa bakarken, çok şükür ki içimizde hala harama bulaşmamış, kul hakkına girmemiş, namazı, orucu, zekâtı, sadakası anlamını yitirmemiş; ibadetleri içi boş ritüellere dönmemiş samimi Müslümanları görüyor, derin bir rahatlama hissi duyuyorum. Toplumu kurtaracak olanlar da günahın da sevabın da sahicisini bilen; ahlakın başörtüsünde, giyim kuşamda olmadığının ayırdında, ülkesini ve dünyayı iyi analiz edip anlayan, kendi gerçekliğinin farkında ve yaşamın içinde olan kadınlar ile iyi giyimli, iyi eğitimli, değerlerine bağlı, güzel kadından da iyi yaşamdan da hoşlanan erkekler olacak.

Avrupa Türk toplumunu yine bu toplumun içinden çıkan rafine zevklere sahip yeni kuşak ileri hedeflere taşıyacak.



[1] Aziz Kemal Nafi. Bizim Kumaşın Kalitesi Düşük Çıktı.  https://www.magaradergisi.com/mansetler/1479-bizim-kumasin-kalitesi-dusuk-cikti.html (27.09.2020).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...