İnsanlar gibi bazen insanlık da
kırılıyor, eğilip bükülüyor, türlü gruplara bölünüyor, parçalara ayrılıyor. Bir
ayı aşkın bir süredir Ortadoğu’da ve aslında Gazze’de gökten yağmur değil, ölüm
yağıyor. Tarih kitaplarında anlatılan ve Müslümanlara karşı dini motifler öne
sürülerek siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlerle yapılan Haçlı savaşları şekil
değiştirmiş yeniden yaşanıyor. Bu kriz durumunu gelecek kuşaklara anlatmak, yeni
ve kalıcı bir barışın habercisi olmak umuduyla, açık kaynaklardan derlediğim haberler
ve kişisel yorumlarımla tarihe not düşmek istedim.
Gazze’ye yönelik saldırılarını aralıksız
sürdüren İsrail’in öncelikli hedefleri arasında ibadethaneler, El-Ehli Baptist
ve Türk-Filistin Dostluk hastanesi, Şifa Hastanesi ve okullar yer aldı. Kimi
yorumculara göre, Filistinlilere karşı adeta yok etme politikası yani soykırım uygulanıyor.
Gazze'de iletişim ve internet yok, binlerce yaralı ile sivilin bulunduğu mülteci
kampları hedef alınıyor. Özellikle bir grup İsrailli doktor Şifa Hastanesinin "Filistinli
silahlı grupların" üssü olduğunu iddia ederek bombalanmasını istemesi, katliamları
meşrulaştırmaya yönelik stratejiler olarak değerlendiriliyor. 40 okul, 16
hastane ve onlarca sağlık ocağı kullanılamaz hale geldi. Bütün Gazze şehri Open-Air-Prison
(açık hava hapishanesi) haline döndü.
Katoliklerin ruhani lideri ve
Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, "Filistin ve İsrail'deki devam
eden ciddi durumu düşündüğünü" belirterek, ateşkes çağrısında bulundu. Hollanda,
Londra, Kanada, Brezilya, Türkiye olmak üzere pek çok ülkede sağduyunun sesi olan
insanlar tarafından İsrail’i kınayan gösteriler düzenleniyor. Avrupa
Birliği'nin (AB) eski kıdemli Orta Doğu diplomatı James Moran, "İsrail'in
eylemlerini 'kendini savunma' olarak görmüyorum" diye açıklama yaparken,
AB konuya mesafeli bir pozisyon alıyor.
Filistinli sivil halka yönelik
saldırılar aralıksız devam ederken, pek çok ülke ve uluslararası kuruluşlar Avrupa’daki
yakın tarihin bıraktığı isleri temizlemek istercesine İsrail’in işlediği savaş
suçlarını desteklemeye devam ediyor. Milyonlarca insan ölümle yaşam arasındaki
ince hatta yaşam mücadelesi verirken İsrail’i eleştirenler, „İsrail düşmanı“, inisiyatif
sözcüleri „ırkçı“ yahut „antisemit“ olarak işaret ediliyor. Almanya Başbakanı
Olaf Scholz, Mannheimer Morgen Gazetesine verdiği mülakatta "Almanya'da
Yahudilere saldıran herkes, hepimize saldırıyor demektir" diyerek, ülkede
yaşayan herkesi „Yahudileri korumaya“ davet ediyor. "Antisemitizmi kabul
etmeyeceğiz. Çok net yasalarımız var. İsrail bayraklarını yakmak cezai bir
suçtur. Masum insanların ölümünü alkışlamak cezai bir suçtur. Yahudi karşıtı
sloganlar atmak suçtur." ifadesini kullanıyor.
Bir insanlık dramına dikkat
çekilirken Yahudi düşmanlığı yapılmıyor. Yahudilere söz söyleyen yok. İsrail
Devletinin uyguladığı ve uluslararası hukuk kurallarına uymayan, insanlık dışı
savaş stratejisi eleştiriliyor. Yaşanan olumsuzluklara dikkat çekenler,
tepkilerin odağına alınıyor. Örneğin; Carrefour, Mc Donalds ve Burger King
İsrail askerlerine yardım paketi göndermesine karşı çıkmayanlar; babası
Filistinli olan Bella Hadid‘in “Hiçbir yerde, hiçbir zaman, özellikle de
2023'te, bir hayat diğerinden daha değerli olmamalı. Özellikle etnik kökenleri,
kültürleri veya saf nefretleri nedeniyle” diyerek görüş belirtmesine tahammül
edemiyorlar. Fransız moda markası Dior, marka yüzü olan Bella Hadid yerine
hemen İsrailli manken May Tager’ı tercih ediyor.
Avrupa’da sadece diplomatlar,
devlet adamları değil, sıradan insanlar bile korkuya dayalı inşa edilen ve
yargısız infazın mübah görüldüğü yaşam alanlarında, kendi arkadaş çevresinde
konuşmaya, sağduyunun, doğrunun ve haklının sesini yükseltmeye çekiniyorlar.
Batı medyasında çalışan ve İsrail karşıtı görüşleri ifade eden birçok yazar ve
editör işten çıkarılıyor. Sporcular sivil halka yapılan orantısız güç
kullanımına karşı seslerini yükseltirse veya yazdıkları bir destek mesajı ana
akım medyanın savunduğu ve halka manipüle ettiği görüşlerle uyuşmazsa kulüpleriyle
ilişikleri kesiliyor. ABD ve Fransa'da da İsrail yanlısı kanunlar hazırlanırken,
Eski ABD Devlet Başkanı Obama, verdiği bir mülakatta günah çıkarırcasına,
Filistin-İsrail çatışmasında hiç kimsenin elinin temiz olmadığına vurgu yapıyor
ve herkesin ‘bir dereceye kadar suç ortağı’ olduğunu söylüyor. Ukrayna Devlet
Başkanı Volodimir Zelenski, ise "Kanun ve kurallardan bahsedecek olursak,
teröristlerin olduğu yerde kural yoktur." diyerek aslında Batılı, iki
yüzlü bakış açısını ortaya koyuyor. Ukrayna’da öldürülen sivillere karşı ayağa
kalkan Avrupalıların öldürülen onca Filistinli sivili ve özellikle çocukları
görmezden gelmesi, akıl ve mantıkla açılanabilir gibi değil. Kimileri konuyu
dini boyuta taşıyarak, yaşanan bu durumdan mistik bir anlam çıkarıp „Armageddon
yaklaşıyor. Kıyamet alametleri çoktan tamamlandı.“ şeklinde apofenik söylemler gevelemeye
başladı. Sanki bir yerlerde bir senaryo yazılmış, Filistin’de sahneleniyor.
Türkiye ve Türklerin Filistinliler
ile ilişkilerine bakınca, bu savaşın bizi neden ilgilendirdiği konusuna da
değinmekte yarar var: Aslına bakarsanız, Filistinliler hemen her dönemde kendilerini
Türklerin karşısında konumlandırmaktadır. Yıl 1915; kanal harekatında halife'nin
çağrısına karşı çıkan ve katılmayan Filistinliler, Türk askerine cephe
gerisinden saldırmış ve Türk askerini iki ateş arasında bırakarak 14.000
askerimizin şehit, binlerce askerimizin de esir olmasına sebep olmuştur. Arapların
ihanetlerinin yardımıyla 1918 yılında 16. Tümenin 48. Alayındaki İngilizlere esir
düşen 15.000 mehmetçiğin Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-i Harbiye Kampında kör
edilmeleri de ayrı bir yazının konusunu oluşturmaktadır.
Yakın tarihe gelince; 1989
senesinde Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, "Ermenistan'ın haklı
davasını destekliyoruz" açıklamasını yaptı. Bu vesileyle, Karabağ işgaline
ve Ermeni katliamlarına destek verdi. Devlet Başkanı Mahmut Abbas da
Ermenistan’da sözümona soykırım anıtına çelenk bırakmaktan geri durmadı. 2009 senesinde aynı Mahmut Abbas, Güney Kıbrıs'a
gitti ve burada "Kıbrıs'ta Türk askeri işgalcidir" açıklamasını yaparak
Rum tezlerini desteklediklerini gösterdi. 2020 senesine gelince; Türkiye'nin „mavi
vatan“ tezine karşı cephede yer alarak Eastern Mediterranean Gas Forum
dahilinde, Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum Kesimi ve İsrail ile birlikte hareket etti.
Aynı yıl Çin'in Uygur Türklerine yaptığını zulmü görmezden gelerek Çin'in Uygur
Türkleri politikasına destek verdi ve buradaki soydaşlarımızın terorist
olduklarını belirtti. Filistin Devleti Türkiye’nin başlattığı Barış Pınarı
Harekatı’na da karşı çıktı ve Türkiye’yi kınadı. Liste uzayıp gidiyor. Lakin
herkes unutsa tarih unutmuyor. Burada aziz milletimize hatırlatılması gereken
husus; Filistinliler ile Türklerin arasında öyle zannedildiği gibi bir kardeşlik
hukuku yoktur.
Türkiye’nin Filistinlilere destek
olmasının nedeni; Peygamber Efendimizin (s.a.s) miraç yolculuğunda Kudüs‘teki
Mescid-i Aksa'da tüm peygamberlere imamlık yapması, Mescid-i Aksa'nın Müslümanların
ilk kıblesi olması ve anılan coğrafyada yaşayan halklarla yüzyıllar öncesine
giden ortak bir tarih, yakın kültürel ve sosyal ilişkilerin bulunmasıdır. Bu
hakikatten yola çıkarak Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile 1975 yılında resmi
ilişki kurmuş, aradan geçen zaman içinde 15 Kasım 1988'de sürgünde kurulan
Filistin Devleti'ni ilk gün tanıyan ülkeler arasında yer almıştır.
Türkiye’nin Filistin-İsrail anlaşmazlığıyla
ilgili olarak iki devletli çözüme yönelik, yerleşik BM parametreleri temelinde
ve müzakereler yoluyla adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm getirilmesini, bu
çerçevede 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlüğe
sahip, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulmasını savunmaktadır. Türk
Kızılayı, TİKA, AFAD gibi kuruluşlar aracılığı ile kalkınma yardımları yapılmakta,
kalıcı ve sürdürülebilir projeler hayata geçirilmektedir.
Son yaşanan krizde de Türkiye’nin
tutumu „geleneksel hümaniter dış politika“ çerçevesinde „her zaman ve her
koşulda mazlumun yanında durma“ ilkesiyle devam etmektedir. Birleşmiş
Milletlerdeki konuşmasında Filistin halkını savunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, dün olduğu gibi bugün de "Gazze'de işlenen katliamların
durdurulması boynumuzun borcudur" diyor ve ilave ediyor „Gazze’de
gözükenden çok daha fazlasını yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz“. Nitekim
benzer görüşleri Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da İslam İşbirliği Teşkilatı
(İİT) ve Arap Birliği tarafından ortaklaşa düzenlenen 8. Olağanüstü İslam
Zirvesi'nde de dile getirmiştir.
Türkiye; İsrail-Filistin arasında
nihai barışı tesis edebilmek amacıyla diplomasinin bütün imkanlarını kullanmaya
devam etmektedir. Nitekim, Türkiye Dışişleri Bakanı Fidan, ABD'li mevkidaşı
Blinken ile Ankara’da yaptığı görüşmede de Gazze'de acilen ateşkes istedi. ABD
de takip eden günlerde İsrail’i uyarma ihtiyacı hissetti. Birleşmiş
Milletler’deki Gazze’de acil ateşkes talebi oylamasında ise 121 ülke İsrail’in
ve beraberindekilerin karşısında pozisyon aldı. Oylamada 45 ülke çekimser kaldı.
14 ülke ise İsrail’den yana tavır takındı. „Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir
zaman medeni olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği;
döktüğü kann, akıttığı göz yaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur“ diyen
Alia İzzetbegoviç’i bir defa daha haklı çıktı.
Bütün değerlerin çatıştığı bir süreçte
verilen sorumsuz siyasal mesajların sıradan vatandaşlar üzerinde bıraktığı
olumsuz etkiler göz önüne alınmalı, ırkçılık yapanlara, savaşı destekleyenlere
tolerans gösterilmemelidir. Pareidolia etkisine kapılıp tarihte Musevilere
yapılan insanlık dışı uygulamalar nedeniyle bugünkü İsrail devletinin Filistinlilere
uyguladığı insanlık dışı savaş stratejilerine yeni anlamlar yüklemekten
kaçınılmalı; akan kanın durdurulması, masum sivillerin günlük hayata
dönebilmeleri için kanla yazılıp ateşle oynanan oyuna son verilmeli; Kerameti
kendinden menkul kimi siyasetçilerin Papa II. Urbanus veya fanatik Keşiş Pierre
l'Ermite rolüne soyunma sevdasından bir an önce vaz geçmesi gerekmektedir.
Bir uyarı daha yapmak istiyorum. Arap
milliyetçiliğinin, özgürlük ve bağımsızlığının bir tezahürü olarak ortaya çıkan,
Panarabizm ideolojisinin sembol renklerini taşıyan Filistin bayrağıyla sokaklara
dökülmek, mehmetçiği Gazze‘ye savaşmaya göndermek isteyenlere itibar
edilmemelidir. İnsanlık tarihi incelendiğinde, anlık öfkelerin ne derece büyük
yıkımlara neden olduğunun örnekleri açık şekilde görülmektedir. Öfkesini
yenebilme erdemini gösteren, kriz dönemlerinde kitleleri olumlu mesajlarla
yönetip yönlendirme becerisine sahip devlet adamlarına her zamankinden daha
fazla ihtiyaç olduğu aşikardır.
Başkomutan M. K. Atatürk’ün
dediği gibi „Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz
kalmadıkça savaş bir cinayettir.“
Not: Bu yazı Haber Avrupa Journal’in Kasım 2023 sayısı için hazırlanmıştır. Yazının basılı biçimine http://avrupa.at/tarihe-bir-not/ adresinden, ses kaydına ise https://youtu.be/TvKEPwQ9AVc adresinden erişilebilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder