23 Ağustos 2013 Cuma

Dileyene yar, dileyene diyar olan Anadolu


Thomas Mann, Bir birey olarak insan, sadece kendi hayatını değil, bilerek ya da bilmeyerek ait olduğu çağın ve kuşağın hayatını da yaşar diyorBugün her birimiz bizi çevreleyen kuşağın öngördüğü hayatlarımızı yaşıyoruz. Çevremizdeki değişkenler aynı olmadığı için, bazen bir olanı farklı görüp, birbirinden farklı değerlendirmeler yapabiliyoruz.

Yıllardır hemen hiçbir konuda derin fikir ayrılığına düşmediğim arkadaş ve dostlarımın bir kısmının son gezi olaylarında yaşadığı akıl tutulmasına, üniversitemizdeki yöneticilerin akılla çelişen kimi icraatlarına evet demediğim için buğz ettiğini veya yönetici kadroya yakın olanların benimle olan ilişkisini nasıl adlandıracağından duyduğu endişeyle selamı kestiğini görüyorum. Açıkçası Allah için veya ondan dolayı olmayan selamın yokluğu beni hiç mi hiç rahatsız etmiyor. Ben zaten O’nun için, O’nun sevdiklerini sevmeyi, selamlamayı tercih ediyorum. Onun dışında, susayanların suyu; acıkanların ekmeği sevmesi gibi, yıllarca aynı ortamları paylaşmaktan doğan, gün be gün eksilmeyip pekişen sevgi ve saygıya dayalı dostluk ilişkilerini de Hakk’ın bir lütfu olarak görüyor, bunun için sonsuz şükürler ediyorum.

Duyguların aklı alt ettiği olağan dışı dönemlerde manevi gücüm ve birikimimin bana kazandırdıklarını öğrencilerim, dost ve arkadaşlarımla paylaşıyor, üniversitemizin akademik ve idari kadrolarında görev yapanlar ile diğer paydaşlarımızı sağduyuya davet etmeye çalışıyorum; bunu yaparken de sözle değil, bize kimliğimizi kazandıran özümüzle bir ve beraber olmaya gayret ediyorum. Karar alma ve uygulama mekanizmalarındaki arkadaşlarımızın da rektörlük aday adaylarının ortaya çıkmaya başladığı yeni dönemi bize, insanımıza yakışan bir sağduyu ile yönetmelerini diliyorum.

Yönetime talip olanlardan ne istediğimi kendi kendime sorunca, gönlümden geçenler şunlar: Üniversitemizi yönetmeye talip olanlar her şeyden önce kamu idaresinin bilinç ve sorumluluğu ile hareket etmeyi yaşam biçimi haline getirmiş olsun. Fırat kenarında otlayan kuzuyu kurda kaptıran çobandan kendini sorumlu tutan anlayışı yaşamına geçirsin. Bakü’den Brüksel’e verilen hizmet esnasında gereksiz harcanan kuruşun hesabını sorsun; yönetime talip olacaklar arasından dünya nimetlerine ulaşmak için ilkesiz, heveskâr, hırslı, zengin sofrasına aç yönetici bir adayın çıkacağını düşünmek, bunun sözünü etmek bile belki abesle iştigal. 

Öte yandan, isterim ki yönetici olanlar bir yandan kesesini şişirip dünyalıklarını düzerken öte yandan geçmişte yaşadığı olumsuzluklardan dolayı biriktirdiği kinin, öfkenin intikamını almaktan büyük haz duyan ve egosuna köle olmuş, çaresiz insanlardan olmasın. Kamu çalışanı olduğunu unutup, kamuda kendisi gibi yönetim görevinde bulunan hadimlerle bilim dışı üsluplarla tartışıp nadim olmasın; kurumun menfaatlerini kendi menfaatlerinden üstün tutsun. Her şeyi en iyi bilenlere değil; ortalama akıllılarla ortak akıl üretip, istişare mekanizmasını işleten; gençlerin yanı sıra sağduyulu, yönetim deneyimine sahip insanlarla da birlik olsun.

Stefan Zweig’ın I. Dünya Savaşı ile ilgili anılarında “İstemediğim halde zamanın kroniğinde aklın korkunç yenilgisine, vahşetin acımasız zaferine tanık oldum; benim neslimin dışında başka hiçbir nesil, ulaştığı o yüksek manevi değerlerden böylesi bir ahlâk çöküşü yaşamamıştır.” (Dünün Dünyası s. 8) diye yazmasına neden olan toplumsal çöküşün, yozlaşmanın ışıklarını aklın egemenliğini yitirmeye başladığı, yeni bir savaşın ayak izlerinin duyulduğu bir dönemde müşahede etmekteyim. Üniversitemizin döner sermayesine katkı payı adı altında yapılan ve aslında bütçe içinde cüz’i bir miktarı oluşturan ödentilerle ilgili söz ve eylemlerin insanların, akli melekelerini alt etmesine, avcı fıkrası gibi kulaktan kulağa anlatı vesilesi yapılmasına ve bu yolla kimi kurumsal ve toplumsal değerlerimizi daha fazla aşındırmasına seyirci kalınmasın.

Bu süreçte dostlarım ve dostluklarına değer verdiklerim için şu duayı ediyorum: Allah, kimseyi yanlışı savunacak kadar cahil, doğruyu inkâr edecek kadar da nankör yapmasın. Çünkü nankörlerin gördüğü tek şey çıkarlarıdır. Nankör, çıkarı yoksa kör bakar; çıkarı varsa. hem gözlerini hem kulaklarını dört açar.

Yeni dönemde göreve talip olan birbirinden değerli dost ve arkadaşlarımız ile kurumumuzu yıpratmamak için ortak aklımızı kullanalım; ortak aklımızın önüne nefsani duygularımızın şekillendirdiği, sonradan pişmanlık duyacağımız tutum ve davranışları koymayalım. Unutmayalım, bizler, O’nun ol deyip oldurduğu fanileriz; ama adını dileyene yar, dileyene diyar olan kadim Anadolu'dan alan üniversitemiz, bu topraklar üzerinde sonsuza kadar yaşayacaktır. Bâki (1526-1600)'nin deyişiyle “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”.

* Kimi duygu ve düşüncelerimi içeren bu yazının içeriğinin gerçek kişilerle ilişkilendirilmemesini dilerim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...