Aklımın erdiği dilimin döndüğü
kadarı ile çevremde sorun olarak gördüğüm konularla ilgili görüş ve önerilerimi
paylaşmaya çalışıyorum.
Son dönemde dikkatimi çeken bir
pazarlama stratejisi var. Buna göre toplumun belli kesimlerini hedef alan ve
bireylerin özelliklerine göre, onları tabiri caiz ise “can damarından” vuran
söylemlerle pazarlama yapılmaya çalışılıyor. İnsanlar bu pazarlama sırasında
belli bir etnik gruba yönelebiliyorlar. Buna da “etnik pazarlama” stratejisi
adı veriliyor. Her ne kadar ayrımcılıkla mücadelede bu konuya müsamaha
gösterilmemesi öneriliyorsa da iş dönüp dolaşıp para kazanmaya gelince, sanki
her yol mubahmış gibi görünüyor. Ben buna "meşrebe göre pazarlama" diyorum.
Söz gelimi, Almanya’da yaşayan
Türkiye kökenli göçmenlerin yaşam tarzlarının, ki onlar buna tüketici profili
adını veriyorlar, tüketim alışkanlıklarının, dünya görüşlerinin yerli halka
göre farklı olduğunu keşfeden pazarlamacılar, “etnik pazarlama” stratejisi
adıyla bir konsept geliştirdiler. Bu konsepte dayalı olarak da özellikle
göçmenlere hitap eden reklam ve pazarlama kampanyaları düzenlemeye başladılar.
Almanya özeline bakınca, önce
Almanya’da Türk medyası ortaya çıktı. Tercüman, Hürriyet, Türkiye, Sabah,
Milliyet, Cumhuriyet, Dünya gibi gazeteler hedef kitle olarak Türklere
yönelikti ve dolayısıyla içerdikleri reklamlar da Türkleri hedef alıyordu.
Zamanla radyo ve televizyon yayınları da başlayınca, hedef kitle daha da
dikkati çeker oldu.
Türklerin kendilerine ait market
zincirleri, medya sistemleri ve ajansları var. Bu kanallar üzerinden, Türkçe ve
Türk kültüründe yapılan tanıtım ve pazarlama etkinliklerinde dil ve kültür
farklılıkları da göz önünde bulunduruluyor. Burada sadece Türkçe yeterli değil,
Türkçe aslında bir araç. Bu araç üzerinden etkin ve kültürel detaylar da
kullanılıyor.
Etnik pazarlamanın bir sonraki
aşamasını ise “helal” sertifikalı ürünlerle ilgili pazarlama stratejisi
oluşturdu. Buna göre helal kesim etler, domuz eti veya jelatini içermeyen
ürünler, hayvan enzimleri içermeyen peynirler ve alkol içermeyen ürünler...
Almanlar da bunun farkına vardı ve ürünlerinde helal sertifikası kullanmaya
başladılar. Pazar giderek büyüyor.
Bu pazarlama stratejisi Türkiye’de
de kullanılmaya başlandı. Helal sertifikalı ürünlerin satışına ilişkin özel bir
satış ve pazarlama stratejisi geliştirilmeye çalışılıyor. Bu uygulama Almanya
veya baskın kültürün Müslümanlar tarafından oluşturulmadığı ülkelerde olağan
olarak görülürken, Türkiye’de de böyle bir uygulamaya geçilmeye çalışılması “Müslüman
mahallesinde salyangoz satışı” gibi bir durumu çağrıştırıyor. Öte yandan
toplumsal ayrışmaya da neden oluyor.
Benim Türkiye’deki gözlemim,
pazarlama stratejilerinde müşteri odaklı ve agresif bir pazarlama ilkesi
uygulandığı yönünde. Bir telefon almak istediğinizde, bir internet servis
sağlayıcı ile irtibata geçtiğinizde neredeyse “aldatılmışlık” duygusunu
yaşamadan işleminizi tamamlamanız mümkün olmuyor. Size önerilen paketlerin kısa
süre sonra özelliklerini yitirdiğini, önemli olan sizin müşteri portföyüne
kazandırılmanız olduğu görülüyor. Ne
kadar çok “müşteri” o kadar çok “prim”. Neredeyse insanlığımızdan
çıkıyoruz.
Düşünüyorum, onlar da haklı
sanki. Pazar gittikçe daralıyor, ürünler çeşitleniyor; küçük ve unutulan
grupların ekonomik ve sosyal olarak gelişmesi, yeni alanların arayışı ve keşfedilmesine
neden oluyor.
Etnik pazarlama, Türkiye’de
kültürel pazarlamaya dönüşmüş durumda. Toplumun içinde genel nüfusa oranla
belli bir gelir kaynağı olarak görülen, giyim kuşamı, dili, dini görüşü, ahlak
anlayışı ve topyekün yaşam tarzı ile mevcut baskın kimliklerden farklı olduğu yeme
-içme alışkanlıkları ile de görülen, geçmişi ve gelecek öngörüleri ile sosyal
ve ekonomik habitatı “farklı” olan “öteki” gruba yönelik bir pazarlama şekli
bu.
Bu pazarlamada anlaşılacağı üzere
demografik değişkenler öne çıkıyor. Bütün stratejiler yukarıda anlattığım yapı
üzerine kuruluyor. Herkese tek bir mesajla ulaşılamayacağına göre, “öteki”
olana ulaşmak ve üretilen ürünün veya sunulan hizmetin bu grubu merkeze alacak
şekilde pazarlanması öne çıkıyor. Nihai amaç, satıcının kar ederek maddi
tatmine ulaşması.
Farklı mesajlar, farklı insanlar
ve farklı ürünler dikkati çekiyor. Evrensel motifler yerini yerel değerlere bırakıyor.
Aynı ülkede iki farklı kültüre sahip insanlara yönelik pazarlama faaliyeti
gerçekleştiriliyor. Dolayısı ile aynı söylem, hedef kitleye göre farklı ifade
edilebiliyor. Tanık olduğum bir telefonla pazarlama çalışmasını örnek vereyim:
Pazarlamacı Selamün aleyküm ... Abi!
Müşteri Kem..
küm... Aleykümselam?
Pazarlamacı Nasılsın abi, iyi misin?
Müşteri Affedersiniz, çıkaramadım. Kimsiniz?
Pazarlamacı Abi, biz hayır işi yapıyoruz. Bir hayır işi için aradık da sizi...
Müşteri Anlamadım.
Pazarlamacı Abi bizde ... Hoca Efendinin kitapları var. Adresinize gönderelim mi?
Müşteri Hayır!
Pazarlamacı Abi, Kur’an kursu yaptıracağız; hayırlara vesile olun. Kaç takım gönderelim?
Müşteri Göndermeyin. Hem siz tanımadığınız insanlara nasıl hitap ediyorsunuz öyle!
Pazarlamacı N’olmuş yani?
Müşteri Hanımefendi, tanımadığınız birine abi/abla diye hitap edilir mi?
Pazarlamacı Ne diyeceğiz?
Müşteri Hanımefendi veya Beyefendi diye hitap edeceksiniz!
Pazarlamacı Benim için fark etmez. Benden büyükse “abi” veya “abla” küçükse de ...
Müşteri Teşekkür ederim; size iyi çalışmalar dilerim!
Konuşma burada bitmiş, sinirler iyice gerilmiştir. Pazarlamacı “Adama bak yahu!” derken, telefonu kapatan müşteri de “Mütedeyyin insanları böyle sömürüyorlar!” diye söylenmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu tür
pazarlama stratejileri etik bulunmaz. Bir ürün toplumun bir kesimine böyle,
bir başka kesimine de başka şekilde tanıtılır ve satılmaya çalışılırsa, bu
strateji olmaktan çıkar ve ayrımcılığa girer. Pazarlama stratejisini uygulayan
şirketler de yüklü tazminatlar öder.
Bu pazarlamada üç unsur dikkati
çekiyormuş. Buna göre etnik grubun özellikleri iyi değerlendirilmeliymiş
(mütedeyyin Müslüman mı, belli bir cemaatin mensubu mu vs). Sonra bu hedef
kitlenin ana kütleden hangi özellikleri ile ne kadar uzakta veya yakında
olduğu, bir başka ifade ile bu grupların belirgin özelliklerinin tespit
edilmesi ve nihayet etnik pazarlama uygulaması.
Türkiye’de insanı canından
bezdiren saldırgan pazarlama stratejilerinde bir ürün için üretilen mesajı
toplumun her kesimine aynı şekilde verilmemesini ve değişen ve daralan Pazar payı
nedeniyle yeni arayışlara gidilmesini anlarım. Ama burası Türkiye ve yurt
dışından ithal edilen bu etno-kültürel pazarlama stratejilerinin tek bir dil ve
tek bir strateji kullanılarak rehberden seçilen insanlara uygulanmasını doğru
ve dikkate değer bulmam, aksine itici görürüm. Ayrıştırıcı bulurum; arama
mesafe koymayı tercih ederim. Pazarlamacıları da pazarlama gurusu değil, “tilkisi”
olarak görür; dolandırılmamak için karşı stratejiler geliştirmeye gayret ederim.
En akıllı olduğunu sanan, aslında en aptal kesime aittir. Kendinden daha akıllı
olabilecekleri hesaba katan da daha akıllılar sınıfındadır ve saygı görmeyi hak
eder. Bu ilke pazarlamacılar için de geçerlidir.
Yukarıdaki telefon konuşmasına
geri dönelim. Burada insanların her birinin gözü kapalı olarak “Hayır işine
vesile olmasını” beklemek hatadır. İnançlar söz konusu olduğunda, kimin kimden
daha fazla inançlı olduğunu sorgulamak mümkün olmayacağına göre, arayanın veya
arananın kendini nasıl konumlandırdığı da önemlidir. Bir kesim “hanif” bir Müslüman
olabilir; arayan bir “cemaat” mensubu olabilir veya tam tersi. Bu durumlarda
verilen dini içerikli mesaj yanlış anlaşılabilir. Zira dinimiz “Hayır işlerinde
yarışın!” derken, “Önce yakınlarınızdan başlayın!” diye de öneride bulunuyor.
En uzaktakine değil, en yakındakine el uzatmak daha mantıklı olduğunda,
telefonla dini içerikli bir pazarlama stratejisi yanlış anlaşılmalara neden
olabilir; hatta yetersiz kalabilir.
Dolayısı ile hedef kitlenin iyi
belirlenmesi; ; Yaldızlı-süslü
laflarla aldatma, aldanma (En’am, 112) diye öneren Kur'an hükümlerine saygı gösterilmesinde, vatandaşların inançlarına saygılı olunmasında, pazarlama stratejilerinin de
toplumsal değerler göz önünde bulundurularak yapılmasında yarar görmekteyim.
Verilen örnekte yapılan işlemi
incelersek:
Hedef kitle: Mütedeyyin,
kendi halinde, işinde gücünde olan vatandaşlar.
Hedef kitlenin özellikleri: Belli bir cemaate bağlı olduğu varsayılıyor
veya bu insanlar kendilerini “dini değerlerine
bağlı” olduğu “hayır işlerinden kaçınmayacakları” öngörülüyor.
Pazarlama stratejisi: Öngörülen hedef kitleye varsayılan özellikler
üzerinden bazen saldırgan, bazen duygusal, bazen de inanç sömürüsüne dayalı bir satış ve
pazarlama stratejisi uygulanıyor. Onlara dini içerikli mesaj verilerek
yaklaşmak ve bu yolla hem ürünü satın almalarını hem de “hayır işine vesile
oldukları” duygusunu vermek. Aslında inançlar kullanılarak, değerler
sömürülerek para kazanmak! Ne kadar da ahlaki?
Ürünü satın alıyorsan karşılıklı
dayanışma duygusu yaşıyorsun; hedef kitleye yalnız olmadığı duygusunu
iletiyorsun; bu arada toplumda motif olarak kullanılan “kanaat önderleri” ile
aranda bağ kuruyorsun. Ürünü satın almayı ret ediyorsan, yaygın olarak
kullanılan metaforla “ötekisin” öteki!
Halbuki sen ne öteki, ne de
beriki olmak istiyorsun. Sadece ürünü veya pazarlama stratejisini
benimsemiyorsun; o kadar. Ama pazarlamacı (niyeti gerçekten pazarlama ise) öyle düşünmüyor. Bunların gelip
geçici sorunlar olduğunu düşünüyor; zamanla buna da alışırlar diyor ya da "öteki" imiş diye yaftalıyor (!?).
Burada kamuya bazı görevlerin
düştüğünü düşünüyorum. Söz gelimi “pazarlama” stratejileri kapsamında bireyin
özel iletişim bilgilerinin güvenliğinin sağlanması ve ticari amaçlı kişi veya
kurumlara satışının, devrinin önüne geçilmesi; negatif iletişim ortamlarının
oluşabileceğinin öngörülmesi; toplumsal huzur ve güvenin zedelenmesi
ihtimalinin hesaba katılması. Bilmiyorum, belki de vardır. Varsa ve ben
bilmiyorsam, o da benim cehaletim olsun!
Türkiye’de bu tür telefonla pazarlama
yöntemlerinin yaygınlığı malum. Öyle ki nitelikli dolandırıcılıktan, en masum kampanya
haberlerine kadar geniş bir yelpaze var. Ben uzmanlık alanım dışına çıkarak pazarlama stratejileri konusunda ne
yapılması gerektiğini anlatmaya yeltenmeyeceğim. O alan uzmanlarının işi.
Ama Türkiye’de kanayan bu yaranın bir an önce pansuman edilmesi gerektiğini görüyor ve buradan bir kültür bilimci olarak soruna dikkat çekmek istiyorum. Kur’an’daki
“Allah ile aldatılmayın” ihtarına rağmen, Türk halkı dinine olan derin saygısı
yüzünden Allah ile aldatılıyor. Hem de Allah ile aldatma, aldanma (Lukman,
33; Fatır, 5; Hadid, 14) hükmüne rağmen.
Not:
Yukarıda anlattığım pazarlama stratejisi değil de haber alma stratejisi ise, benimle ilgili bilgiyi dolambaçlı yol aramadan doğrudan şu adresten alabilir:
https://drive.google.com/file/d/0B5FMsQuFHyrpaXJFWEJPLTV0VEU/view
Not:
Yukarıda anlattığım pazarlama stratejisi değil de haber alma stratejisi ise, benimle ilgili bilgiyi dolambaçlı yol aramadan doğrudan şu adresten alabilir:
https://drive.google.com/file/d/0B5FMsQuFHyrpaXJFWEJPLTV0VEU/view
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder