26 Kasım 2018 Pazartesi

Öğretmenler günü hitabı


Değerli Öğretmen Arkadaşlarım,

Öğretmenler günü, öğretmenlik mesleğini icra eden kimseleri onurlandırmak için çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir kutlama günüdür.

Almanya’ya geldiğimden bu yana, akıp giden zamanı düşünüyor; geride kalan ömrüme ve çevremdeki insanlara bakıyorum; nefsinin isteklerine boyun eğen; adeta yaptığı işin kölesi gibi davranan, para kazandıkça ahlaki değerlerini aşındıran kimi insanları gözlüyorum. Oysa kimseye yar olmadı dünyanın malı, mülkü. Her solukta bir an eksiliyor ömrümüzden; Türkiye’den geldiğimden bu yana pek çok arkadaşım, sevdiğim Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretine duçar oldu. İyi de kötü de göçüp gidiyor.  Allah geride kalanların ömrüne bereket, anılarını yaşatacak güç versin; ülkemizi güvenli kılsın. Bu insanların içinde onları eğitmeye çalışan öğretmenleri ve onların yanı sıra kendine ve ötekine zarar vermeden hayat mücadelesi verenleri korusun. Bin bir özveri ile görev yapmaya, yokları var etmeye çalıştığımız bu ortamda öğretmen arkadaşlarımızın içindeki mesleki heyecanı nasıl yaşatabildiklerini imrenerek, takdir ve şükranla izliyorum. Her bir öğretmenimizin gayretini, içindeki yurt ve insan sevgisini büyük özen ile anı defterime kaydediyorum.

Öğretmenlerimizin bu süreçte içinde bulunduğu yalnızlık ve sessizliğini her geçen gün daha iyi anlıyor; kendime gerçek öğretmenin kim olduğunu soruyorum. Gerçekten, burada öğretmen kim ve ne iş yapar?

Siz marifetlerinizi gül bahçesinde ötüşen bülbül gibi sergileseniz de her şeyi en iyi bildiğini düşünen muhataplarınızın zaman zaman sizi anlamaya çalışmak yerine, kinayeli sözlerle, aralarında kurduğu tenasüp ve tenakuzlarla sizleri adeta bir cümbüşün, kargaşanın içine çekmeye gayret ettiklerini de dikkatle gözlüyorum. Herkesin eğitimci, her önüne gelenin öğretmen olduğu yerde çalışmak imkânsız olmasa da zordur. Boş keseyle gidilen pazardan, boş file ile dönüleceğini bilmeyen toplumların ayağa kalkması kolay değildir. Kuşkunuz olmasın ki öğretmenim diye ortaya çıkanların hiçbiri gerçek öğretmenlerin başarısını yakalayamaz; zira ekinini yeşil biçenin harmanı güç olur.

Ciğerlere çekilen hava ömrü uzatır; bırakılan soluk, bedeni rahatlatır. Öyleyse her bir solukta iki nimet vardır ve her ikisine birlikte sahip olabilmek şükür etmeyi gerektirir. Bizim için bu diyarı gurbette, sevdiklerimizden uzak, ama ideallerimize yakın olmak güzel bir duygu olsa da vatandaşlarımıza ve milletimize karşı duyduğumuz sorumluluğumuz, adeta Muhsin Çelebi’nin Tebriz’e giderken üzerinde taşıdığı pembe incili kaftanın ağırlığı gibi duruyor[1].

Atatürk’ün deyişi ile “Yeni kuşak, en büyük cumhuriyetçilik dersini bu günkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. Cumhuriyet ise fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesil, öğretmenlerimizin eseri olacaktır.” Bütün bu sözler, aslında gelişmiş dünyanın bulabildiği çözümlerdir.

Bir konuya daha değinmek istiyorum. Şairin dediği gibi, “Biz elçiyiz; elçiye zeval olmaz” Bazı velilerin, “öğrencilerinizi zaman zaman azarladığınız, çocuklara onların hoşuna gitmeyen sözlerle hitap ettiğiniz” şeklinde yakınmaları oluyor. Unutmayın, “Padişahın hoş görüsü ile ayıp güzelleşirmiş” Öğrencilerinize göstereceğiniz sabır ve hoşgörünüzle zoru başarmanız hemen, imkânsızı başarmanız ise biraz zaman alacak, o kadar.

Bilgili, bilgisiyle davranışı uyumlu; güçlü, başarılı, yardım isteyenlerin rehberi, öğrencilerini seven ve kollayan, vatandaşlarımızın gururu, devletimizin güç kaynağı, geleceğimizin güvencesi olan sevgili öğretmen arkadaşlarım; Allah ömrünüzü uzatsın; bilginizi, değerinizi ve onurunuzu artırsın; yüreğinize huzur versin.

Başkalarına ışık verirken, bir kandil misali kendini tüketen ve terör örgütlerinin, hainlerin tehditlerine boyun eğmeden görev yaptığı yerlerde eğitim ateşini yakarken maruz kaldığı meş’um saldırılarda hayatını kaybederek şehit olan öğretmenlerimize de en derin şükranlarımızı sunar; Allah’tan rahmet dilerim.

Nuh’un kaptanlığındaki gemiye binen, denizin fırtınasından korkar mı? Eğitime gönül vermiş bir Başkonsolos ve arkamızda yüce Türk Milleti var. Yerlerin, göklerin ve bu ikisinin arasındakilerin Rabbi olan Allah, toprak ve rüzgâr durdukça Türk’ü fitne yelinden korusun; birlik ve beraberliğimizi daim eylesin. 

Öğretmenler günümüz kutlu olsun!



[1] Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan adlı öyküsüne gönderme.

11 Kasım 2018 Pazar

En büyük rüyam


Bu yazımda Avrupa’da yaşayan Türklerin eğitim, kültür konusundaki gelişmeye açık yönleri ve dilini, kimliğini koruması üzerinde duracağım. Zaman artık ümit etmek değil, düşünceyi eyleme dönüştürmek zamanı.

Bir zamanlar Anadolu’dan Viyana kapılarına kadar giden âşıklar ordusu, aynı topraklarda yaşadığı yoldaşlarına soyunu, sopunu sormadı. Hepsi el birliği ile birlik ve beraberlik ülküsü içinde Türk üslubunu, Türk töresini ve Türk yurdunu oluşturdu. Türk töresine göre kıbleye doğru ayak uzatılmaz; nimete şükür edilir; sofradaki ekmek kırıntıları bile tek tek toplanır. Her gelen Hızır bilinir, gösterişten kaçılır.

Bugün ne günlere geldik. Avrupalılara Türk olduğunu söylemeden önce düşünen, yutkunan, zihninin derinliklerinden türlü çeşitli kariyer planı akıp giden mahzunlara diyecek bir sözüm yok; ama ezelden ebede, Malazgirt’ten Viyana’ya anlatılan destansı öykülerin bir parçası olduğunu düşünen; orada uğradığı bozgunun ardından Sakarya’da yeniden ayağa kalkabilmenin heyecanını duyan bir milletin evlatlarının bugün Avrupa ülkelerine dağılmış neslinin devamını sağlayabilmesi için gelecekte de özü Türk, sözü Türkçe olmak zorundadır.

Gelişmiş ülkelerde, en ileri eğitim imkânlarının ayağınızda olduğu topraklarda yaşıyorsunuz. Ancak sahip olduğunuz nimetlerden yeterince yararlanma konusunda biraz çekimser davranıyorsunuz. Düşünmeyi öğrenemeyenlere hangi fırsatları verirseniz verin, hangi hakları sağlarsanız sağlayın, onlar “Önce hangi ayağını atıyorsun?” sorusuyla aklı karışan, bir türlü yürümeye başlayamayan kırkayağın akıbetini hatırlayın. Sizler asil Türk milletinin aziz evlatlarısınız. Sizlerin içinde bulunduğu derin gaflet uykusundan uyanmanız, benim için görülebilecek en büyük rüyadır. Yaşadığınız, yurt edindiğiniz bu topraklarda çocuklarınızı yaşıtlarıyla aynı eğitimi almalarını sağlamadan, bilimde, teknolojide, yüksek katma değer üretmeden bu toplum içinde tutunmanız kolay olmaz.  Martin L. King Jr.'ın dediği gibi, "Bu dünyada hiçbir şey, bilinçli cehaletten ve aptallıktan daha tehlikeli değildir". Çocuklarınızı okutun. Onları yalansız, dolansız helal lokma ile büyütün. İçlerindeki gücü fark etmelerini sağlayın. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütleyin onlara. Sonra hayallerinizin gerçeğe dönüştüğünü göreceksiniz!

Tarihinizi, soyunuzu araştırın. Avrupa tarihinden Türkleri çıkardığınızda, Avrupa ve dünya milletler tarihi diye bir durumun da ortadan kalkacağını öğrenin. Öğrenin ki bugünkü Avrupa kültürünün nasıl bir eritme kazanına dönüştüğünü görün. Aradaki farkın Greko-Latin kültürü; Hristiyanlığın töresel etkileri, Fransız devrimi ve Alman felsefesinin ulusalcılığı ve nihayet endüstri (sanayi) devrimine dayandığını, özünde ne Türk’e; ne de başka milletlere üstün olmadığını analiz edin; ışığın doğudan yükseldiğini bir kere daha duyumsayın. İnsan olduğumuz için eşitiz. Sonra bizde Greko-Latin kültürü yoksa Hristiyan kültürü yerine İslam’ın canlanışı vardır. Eşitlik özgüvenle, kendine güvenmeyle başlar. Kendine güvenen, özgüveni yüksek, başarma azmi ve kararlılığında olan eğitimli bir kişinin giderek zorlaşan hayatın, küstahlaşan insan ilişkilerinin üstesinden gelemeyeceği düşünülemez. Geçmişte yaşanan,  günümüzde anlatılan pek çok başarı öyküsü bu azim, kararlılık ve planlı çalışmanın ürünüdür. 

Siz yükseldikçe, sizin başarı öyküleriniz anlatılırken, siz John F. Kennedy’nin Halil Cibran’dan alıntıladığı gibi, “Vatan bizim için ne yapabilir diye değil; ben vatanım için ne yapabilirim” diye sorun. Vatanı ve milletiyle özdeşleşmiş bireylerin başarıları ile yeni Türkiye Atatürk’ün deyişiyle “Medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır”.

Bu nedenle, bugün de yarın da “Anadolu’nun bozkırından, çorak ikliminden gemileri yakıp, bilmediği bir kültüre, iklime dalan insanların yeni yetişen gençleri olarak, geride kalanlar için daha yapabilecek neyim var?” diye sorun. Köyünden yalın ayak baş açık, cep delik, cepken delik çıkan; bazen sepetindeki üç beş yumurtayı satıp harçlık eden yahut istikbal için harcayan fakir Anadolu çocuklarının öğretmen, mühendis, doktor, diplomat ve daha fazlası olan bu cumhuriyetimizi kuranları da unutmayın. Cumhuriyeti sahip çıkın, onu gelecek nesillerden ödünç aldığınızı unutmayın.

Aldığınız eğitim ile “dalları meyva ile dolu” ağaç misali açan güneşin, esen rüzgârın, yağan yağmurun altında sahip olduğunuz meyvaların birileri tarafından koparılmasını beklemek yerine, siz onların her birini değerlendiriyor, birilerine dağıtabiliyor; hayır dua alabiliyor musunuz, ona bakın.

Bugün bazılarından duyduğum gibi, siz de dost, ahbap söyleşilerinde şunları söylüyor olabilirsiniz: Sahip olduklarım için çok çalıştım; acı çektim. Bedel ödedim. Devlet bana ne verdi? Bu ülke, çorak topraklara bir tohum attı mı ki benim hasat günümde ortağım olsun? Akılsız mıyım ki bedava dağıtayım.

Bugün bir kandil misali karanlığı aydınlatıyorsam, o kandilde parlayan alev, beni gurbete atan o ülkeye ait değil ki…  Bendeki kandilin yağını koyan başkası, fitilini ateşleyen başkası. Kaldı ki ben artık Türkiye vatandaşı da değilim… Bugün çevreyi aydınlatma vakti gelmiş olsa da başkasının elindeki kandilden kendi karanlığını aydınlatmasını beklemek niye?

Ben, yüreğinin derinlerinde genç bir ergen misali, kimseye açamadığım gizli sırlarla, özlemle gelmeyecek günlerin hayalini kurarken, bugün sahip olduğum kandil senin değil ki… Ödünç aldığımız gök kubbe altında bin bir zahmetle yeni düşler edindik. Bu düşler, geride kalanlar için değil; gelecek için kuruluyor. Geride kalan hüzünler, gelecek için umuda dönüştü… 

Unutmayın, herkesin ardında bir hikâyesi vardır; kiminin şiir olup, şarkı olup terennüm ettiği, kiminin kimselere söyleyemediği. Herkesin hikâyesi kendine göre değerlidir, anlamlıdır. Eğer insanların hikâyelerini bilip anlayabilirsek insanlara daha anlayışlı davranabiliriz. Bu aziz millet böyle düşünenlere hiçbir şey veremediyse bile ayla yıldızı, bağımsız bir devlet olmanın sembolü olan şanlı bayrağımızı bıraktı.

Birinci kuşaktan, ikinci ve üçüncü kuşaktan canlar geçmişte yaşanan kırgınlıklar bizi ayırmasın; aramıza nifak sokmasın. Bilin ki Anayurdun üzerimize düşen ışığı iyi günde, dar günde yüzümüzü ağartan, ufkumuzu aydınlatan güneş oldu. O güneş bazen yüzümüzün akı, bezen gözümüzün yaşı oldu. Anıları bıraktığımız ülkeye büyük özlem duyuyoruz. Bu özlemin ana dili Türkçe olsun. Sizin de torunlarınıza ana dilinizde anlatabileceğiniz yurt öyküleri olsun. 

Mevlana der ki “Bitip tükenmek bilmeyen dertler yağmur olup üstüne yağar; ama rengârenk gök kuşağı yağmurlardan sonra ortaya çıkar”. Gök kuşağının kaynağı güneş ışığıdır. Gençlerin aydınlanabilmesi için eğitim güneşinin aydınlığına ihtiyacımız var.

İki dilli çocuklarla ilgili görüşler

Çocukların dil gelişimini desteklemek için nelerin yapılması, hangi davranışlardan kaçınılması gerektiği konusunda vatandaşlarımızdan gelen sorulara cevap ve özellikle vatandaşların kendi aralarında sıkça dile getirdiği konularla ilgili akademik görüşlerimi paylaşmak isterim. Aşağıda neredeyse şehir efsanesine dönen; kimi ortamlarda rahatlıkla ortaya atılan ve sorgulanmadan kabul edilen kimi görüşlerle ilgili kısa bir değerlendirmeye ve ardından ilgi duyanlar için bilimsel kaynaklara yer verilmiştir.

1. Tek dilli çocuklar ile çok dilli çocukların dil gelişimi arasında fark yoktur.
İlkesel olarak doğru bir görüştür. Bununla birlikte çok dilli çocukların dil gelişimi iki ayrı dili birden öğrendikleri için tek dilli çocuklara göre daha geriden başlar. Yani bu çocuklar daha geç konuşmaya başlayabilir. İki dilli çocuklar öğrendikleri dilleri konuşmaya başladıktan kısa bir süre sonra geride kalmışlıklarını telafi eder ve yaşıtları olan tek dilli çocukların dil gelişim düzeyine erişirler.

Chilla, Solveig. 2011. Bilingualer Spracherwerb. In: J. Siegmüller & H. Bartels (Hrsg.): Leitfaden Sprache-Sprechen-Schlucken-Stimme. München: Elsevier, 46-51.

2. İki dilli çocuklarla konuşurken tek bir dilde değil de iki dilde karışık konuşulması onların dil gelişimini olumsuz etkilemez.
Çocukların gelişim dönemlerinde onlarla tek bir dilde iletişim kurmak yerine iki ayrı dili karıştırarak iletişim kurmak "Code-Mixing" veya "Code- Switching" denen düzenek değiştirmek, günlük hayatın akışında son derece olağan bir durum olarak dikkati çekmektedir. Bu durum bir dilde eksikliği hissedilen bir kelimenin, kavranın diğer dilden ödünç alınması şeklinde işe yarayabilir; önemli bir dilsel iletişim gereksiniminin karşılanmasını sağlayabilir. Anlatılmak istenen bir konuda, iletişim kolaylığı bile sağlar. Bu ortamlarda büyüyen çocuklar zaman içinde her iki dildeki gelişimlerini tamamladıkça iki dili birbirinden ayırma becerisini de edinirler. Çocuğun iki dili birbirinden ayırmadan konuşmaya devam etmesi, iki dili karıştırarak kullanmasının altında ana dilini veya ikinci dildeki yetersiz dil gelişimi gibi başka nedenler olabilir. Bu nedenlerin iyi araştırılması, gerektiğinde uzman yardımı alınması gerekir.

Auer, Peter. 2009. "Competence in performance: Code-switching und andere Formen bilingualen Sprechens". In: I. Gogolin und U. Neumann (Hrsg.): Streitfall Zweisprachigkeit – The Bilingualism Controversy. Wiesbaden: VS Verlag für Sozialwissenschaften, 91-110.
Paradis, Johanne, Genesee, Fred, & Crago, M. 2011. Dual language development and disorders: A handbook on bilingualism and second language learning (2nd Ed.). Baltimore, MD: Brookes Publishing.

3. Çok dilli çocuklara göre tek dilli çocuklarda dil gelişim bozuklukları daha az görülür.
Bu doğru bir görüş değildir. Dünyada bütün çocukların % 6-8’i dil gelişim bozukluğuna sahiptir. Çocuklarda görülen bu dil gelişimi bozukluğunun çok dillilikle ilgisi yoktur. Çok dilli çocuklar için geçerli olan sorun varsa, her iki dilde de ortaya çıkan sorundur ki o da iki yaşına geldiğinde 50 kelimeden daha az sözcük dağarcığına sahip olması, iki kelimeden daha fazla uzunlukta cümle kuramaması, belli jest ve mimiklerin fazlaca tekrar edilmesidir.


4. Çocuklar önce bir dili, ana dilini doğru öğrenmeli, sonra ikinci dili öğrenmeye başlamalı
Bu görüş doğru değildir. Bilim insanları geçmiş yıllarda çocuklara iki ayrı dili aynı anda öğretmeye çalışmanın doğru olmadığını öne sürseler de günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar, bu görüşün aksini ortaya koymuştur. Çocuklar gelişim özellikleri bakımından her iki dili de aynı anda öğrenmeye yatkın bir özelliğe sahiptir. Şartları uyan çocukların üç yaşında veya daha erken çağda ikinci bir dilin konuşulduğu ortamlara sokulmasında yarar vardır.

Chilla, Sibylle & Fox-Boyer, Annette. 2016. Zweisprachigkeit/Bilingualität. Ein Ratgeber für Eltern. 2., überarbeitete Auflage. Idstein: Schulz-Kirchner.

5. İki dilli yetişen çocukların ebeveynleri hangi ana diline sahip olurlarsa olsunlar, çocuklar okula başladığı zaman sorun yaşamaması için çocukları ile mümkün olduğunca Almanca konuşmalıdır.
Bu anlayış hatalıdır. Ebeveynler çocukları ile en iyi bildikleri dilde, yani Almanca biliyorlarsa Almanca, Türkçe biliyorlarsa Türkçe olmak üzere en iyi bildikleri dilde iletişim kurmalıdır. Çünkü çocuklar bir dili öğrenmek için iyi bir rol modele ihtiyaç duyarlar. Evde çocukları ile özellikle Almanca konuşmaya gayret eden  ailelerin Almanca dil düzeylerinin yeterli olması gerekir. Aski halde bu durumun çocukların ana dili gelişimini ve hatalı öğrenilen Almancanın okul başarısını da olumsuz etkileyeceği göz ardı edilmemelidir.  

Chilla, Solveig. 2011. Bilingualer Spracherwerb. In: J. Siegmüller & H. Bartels (Hrsg.): Leitfaden Sprache-Sprechen-Schlucken-Stimme. München: Elsevier, 46-51.
Klassert, Annegret, Gagarina Natalia. 2010. "Der Einfluss des elterlichen Inputs auf die Sprachentwicklung bilingualer Kinder: Evidenz aus russischsprachigen Migrantenfamilien in Berlin". In: Diskurs Kindheits- und Jugendforschung 4, 413-425.
Owens, Robert E. 2012. Language Development. An introduction. 8th edition. Upper Saddle River: Pearson.

6. Almanca öğrenmesini sağlamak için çocukları Kita’ya (Kindertagesstätte/kreşe) göndermek ve orada Almanca konuşulan ortama sokmak yeterli midir?
İlkesel olarak doğru bir yaklaşımdır. Ancak bu soruya cevap vermek için çocuğun Kita’ya ne sıklıkta gittiği ve okul öncesi eğitim kurumuna her gidişinde ne kadar süreyle kaldığının da bilinmesi gerekir. Esasen çocuğun mümkün olduğunca erken yaşlarda okul öncesi eğitim kurumlarına götürülmesi ve buralarda dil öğrenecek, ikinci dili ana dili olarak konuşan çocuklarla etkileşim içinde bulunacak uygun sürelerin olması ve çocukların ikinci dilin konuşulduğu ortamlara sokulması ve hayatta ikinci bir dilin varlığını görmesi gerekmektedir. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da çocukların bu ortamlarda konuştuğu Almancanın yeterliliği, kiminle olduğu ve konuşulan dilin dilsel niteliğidir. Dil yeterliliği olan bireylerin olduğu ve/veya Almancanın ana dil olarak konuşulduğu ortamlara girilmesi, çocuğun Almancayı ikinci dil olarak edinmesini kolaylaştıracağı gibi, çabuklaştıracak bir etkiye de sahiptir.

Chilla, Solveig. 2011. Bilingualer Spracherwerb. In: J. Siegmüller & H. Bartels (Hrsg.): Leitfaden Sprache-Sprechen-Schlucken-Stimme. München: Elsevier, 46-51.
Owens, Robert E. 2012. Language Development. An introduction. 8th edition. Upper Saddle River: Pearson.

Özetle
Günümüzde çok dillilik olağan, günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. Almanya’da her üç çocuktan biri göçmen kökenlidir. Bu durumda çok dillilik hem çocuklar hem de yaşadıkları ülke ile geldikleri ülkeler açısından bir avantaja çevrilebilir. Çok dilli ortamlardaki çocuklar için ana dili kesinlikle dil gelişiminin ve öğrencinin okul başarısının önünde bir engel değildir. Aksine ana dilini bilen çocukların ikinci dili daha iyi öğrendikleri ve çok dilli çocukların geleceğinin aydınlık olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

9 Kasım 2018 Cuma

Eğitimli insanın değeri


Kadim kültürümüz der ki; "kem âlât ile kemâlât olmaz." Günümüz Türkçesindeki karşılığı "sıradan aletlerle mükemmellik yakalanmaz." demektir. Bu yolla olsa olsa vasat, yani ortalama olan yüceltilir, vasat zorlandığında, yarım debriyaj ile rampa çıkmaya çalışan araç gibi patinaj yapılır. Patinaj ile çıkılmaya çalışılan rampadan bazen düzlüğe çıkılır; bazen de motor yanar; araç yola çıkılan noktadan daha geri gider. Zararın telafisi pahalıya mal olur. Onun için araç satın alanlar önce “Beygir gücü ne kadar?” diye sorar. Kimse aldığı arabanın arkadaş sohbetlerinde maytaba alınmasını istemez; aksine iftihar vesilesi olsun ister. Bu insan hayatı için de böyledir. Uluslararası milletler cemiyetinde rekabet edebilmek için hedefimiz; sıradan, vasat insanlar değil; üstün nitelikli insan gücü yetiştirmek olmalıdır. Bu da eğitime önem vermek, eğitimli insana değer vermekle mümkün olur.

Eğitimi ekonomiden ayrı düşünmek mümkün olmaz. Ekonomik açıdan bakıldığında, iki değerden söz edilir. İngiliz ekonomist Adam Smith kullanım ve değişim değeri olmak üzere iki ayrı ekonomik değerden söz eder. Smith, bu ayrımı yaptıktan sonra kullanım değeri üzerinde fazla durmaz, hatta bunun değişim değeri için bile gerekli olmadığını savunur. Smith, konunun anlaşılabilmesi bakımından elmas ve su örneğini verir. Elmasın fiyatı çok pahalıdır, değişim değeri (Smith buna gerçek fiyat der) çok yüksektir. Fakat buna rağmen elmasın günlük hayatta kullanım değeri yok denecek kadar sınırlıdır. Suda ise bu durum tam tersinedir. Su çok yüksek bir kullanım değerine sahiptir, çünkü susuz yaşamak mümkün değildir. Burada suyun kullanım değeri, elmasın değişim değerine göre çok düşüktür. Kullanım değerinin ölçüsü fayda, değişim değerinin ölçüsü ise emektir. Başka bir deyişle, o malın gerçek fiyatı yani değişim değeri, o malı üretirken harcanan emekle ölçülür.

Konu eğitim açısından incelendiğinde, eğitilmiş insanın yetiştirilmesi için geçen zamanda harcanan emek, yani değişim değeri çok yüksektir. Ancak günlük hayatta eğitilmiş insana verilen değer adeta yok denecek kadar sınırlıdır. Hâlbuki kullanım değeri de göz önünde bulundurulmalı ve eğitimin günlük hayatta ihtiyaç duyulan su gibi, bakkaldan alınan ekmek gibi önemli olduğu unutulmamalıdır.

David Ricardo (1772-1823)  ise malları nitelikleri bakımından iki gruba ayırır. Birinci grup mallar, yeniden üretilmesi mümkün olmayan mallardır. Örneğin, kıymetli tablolar, heykeller, kitaplar, antika paralar ve pullar gibi. Bunların değeri kıt olmalarından ve bu malları satın alanların isteği ile gelirinden doğar. Bu tür malların dışında kalan mallar ise ikinci gruba girmektedir. Bu tür mallar yeniden üretilmesi emek harcanarak mümkün olan mallardır ve değişim değeri hem kıtlık derecesine ve hem de üretimleri için gerekli olan emek miktarına bağlıdır. 

Ricardo, tarihin hiçbir döneminde emeğin tek başına üretimde kullanılmadığını ve mutlaka bir araçla kullanıldığını öne sürer. Ona göre, “Herhangi bir silah olmadan ne kunduzu ve ne de geyiği avlamak mümkün olabilir; bu nedenle değişim değerleri de sadece onları yakalamak için harcanan zaman ve emekle değil, fakat aynı zamanda avcının kapitalinin, yani hayvanları yakalamak için kullandığı silahların üretimi için gerekli zaman ve emek ile birlikte belirlenir”. O halde eğitimli insanlar, toplumun değerlerini ileri taşımak, koyulan hedeflere ulaşmak, idealleri gerçekleştirmek için gereklidir. Onlara sahip çıkılmalıdır. Her bir insan özel bir değer olmakla birlikte, eğitimli insan yeniden üretilmesi kolay olmayan insandır ve kıymetli tablolar gibi ihtimam gösterilmeye değer.

Türkiye sıra dışı marka olmak istiyorsa, sıra dışı beyinler de cazibe merkezi haline gelmelidir. Tıpkı en iyi beyinlerin göç ettiği ülkeler gibi biz de beyin ekonomisinden faydalanmalıyız. Avrupalı Türklerin aklını başkalarına emanet eden bir güruha değil, aklı ve ruhuyla hareket eden, kendi olabilen ve aynı zamanda milletine aidiyet bilinci yüksek eğitimli bireyler yetiştirmesi gelecek için yegâne amaç olmalıdır.

---------
Bu çalışma Avusturya'da aylık periyotlarla  yayımlanan Haber Avrupa - Europa Journal adlı gazetenin Kasım 2018 sayısı için hazırlanmış; anılan yayın organında basılıp yayımlanmıştır. Çalışmaya internet üzerinden de
http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/november2018/cakir112018.jpg adresinden ulaşılabilmektedir. 

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...