22 Mart 2019 Cuma

Okuyup da ne olacak?

Bazı insanlar, hayattaki başarı ya da başarısızlıklarını şansa bağlar. Bazıları yaşları belli bir doygunluğa geldiğinde, özdeğerlendirme yapıp „keşke“ ile başlayan cümleler kurar; bazıları da „keşke“ demeden, yaşadıklarından dersler çıkarıp hayatın akışına odaklanırlar.

Bir toplumu diğer toplumlardan ayıran en belirleyici niteliklerden biri, toplumların yaşam biçimi ile eğitim ve öğretime olan bakış açısıdır. Bu bakış açısı aynı zamanda eğitim uygulamalarının önemli bir göstergesidir. Her toplum varlığını sürdürebilmek için kendi kültürünün özelliklerini yeni kuşaklara eğitim, kültürleme yoluyla aktarır. Bu aktarım ile bireyler mesleki ve sosyal hayatlarında verimsizlik duygusu yaşamadan, geleceği inşa etme becerisini kazanır.

Toplumun, bireylerini kendi kültürünün istek ve beklentilerine uyum sağlayacak şekilde yetiştirmesine “kültürleme” denir. Kültürleme, kültürel değerlerin bireye aktarılması sürecidir. Kültürlemenin belli bir amaca bağlı olarak yapılması eğitimdir. Bu nedenle eğitim, “kasıtlı kültürleme süreci” olarak da tanımlanmaktadır.

Eğitim, evde, okulda, sokakta, velhasıl hayatın bütün aşamalarını kapsayan bir süreçtir. Davranış değişikliği, her zorluğa göğüs gerilen, her engele bedel ödenen zorlu bir sürecin sonunda olur ve bireyin yaşantıları ile doğrudan ilişkilidir. Bu davranış değişikliğinin gerçekleşmesi için günlük zevklerin birçoğundan mahrum kalınacaksa, kalınacak ve bir bedel ödenecek. Bu bedel ödenmediğinde, ateşe dayanamayan toprağın tuğla olamayacağı gibi kişi hedefine ulaşabilmek için cesaret ve kararlılıkla çalışmazsa, sonuca da ulaşamaz. Sonunda bazen „eğitimsiz“ bazen de „terbiyesiz“ ifadeleri ile tanımlanır. Bu bağlamda terbiye ile eğitim aynı anlamda kullanılmaktadır. Eğitim sürecinde başarılı sonuçlar alamayan toplumların, kendi dışında da parlak başarıları elde etmesi beklenemez.

Gelelim eğitimin genel işlevine; bir başka ifade ile ne işe yaradığına. Eğitim; bireyin topluma, toplum dinamiklerine uyumuna katkıda bulunur. Bireyde var olan beceri ve yeteneklerin mümkün olduğunca gelişmesini sağlar. Bu gelişimin toplumsal, bireysel, ekonomik, sosyal ve siyasal yönleri vardır.

Bu ifadeler biraz daha açılanacak olursa, eğitim; bireyin toplumsal ve sosyal hayatın içinde kendini gerçekleştirmesine yardım eder. Eğitim yoluyla kendini gerçekleştiren birey de etrafında olup bitenleri öğrenme, olaylar ve olguları tartışma isteği duyar. Dili etkili kullanır. Saymayı ve hesap yapmayı öğrenir; problem çözme becerisini geliştirir. İşittiğini duyar, baktığını görür. Sağlık ve hastalık hakkında asgari bilgiye sahip olup, sağlıklı yaşama bilinci kazanır. Spor ve boş zaman etkinliklerine katılır, entelektüel ilgi alanları geliştirir. Güzel olanı takdir eder; başarılı olanları ödüllendirir. Kendi geleceğine kendisi yön verebilir.

Eğitim, bireyin insan ilişkilerini geliştirmesine yardım eder. Böylece eğitimli birey;  insanlığa, onun ortak kültürel değerlerine saygı duymayı ilke edinir; dostluğa önem verir. Eğitimli insanın zengin bir sosyal yaşamı vardır. Başkaları ile işbirliği yapar. Sosyal davranışlarında kibardır. Aile kurumunu sayar, sahip çıkar ve sorumluluklarını yerine getirir.

Eğitim, bireyin ekonomik yetkinliğini de geliştirir. Ekonomik bağımsızlığını kazanan birey; çalışmaktan haz duyar, iyi bir üretici konumuna geçer. Meslekleri tanır ve mesleğini seçmede isabetli kararlar alabilir. Mesleğinde başarılıdır, yaptığı işin toplumsal ve sosyal önemini kavrar. Ekonomik görüşe sahiptir. Kendi gelir ve harcamalarını düzenler; harcamalarında akıllıdır. İyi ve bilinçli bir tüketicidir.

Eğitim, bireyin vatandaşlık sorumluluğunu geliştirir. Bilinçli vatandaş olma sorumluluğunu geliştiren bireyler;  sosyal adalet konusunda da duyarlıdır. Propagandaya karşı eleştirici düşünme yeteneği geliştirir. Hoşgörülüdür; fikir ayrılıklarına saygı duyar. Ulusal kaynakları korur; değerlerine sahip çıkar. Bilimin, insan yararına gelişmesi gerektiğini bilir. Dünyadaki gelişmeleri dikkatle izler. Yasalara saygılıdır. Vatandaşlık görevlerini bilir ve yerine getirir.  Demokratik ilkelere bağlıdır.

Hayatta başarılı olanlar ile başarısız olanların arasındaki en belirgin fark, şans değil; başarısızların yapmaktan çekindiklerini, başarılı olanların birçok şeyden vaz geçerek tutkuyla yapmasıdır. Eğitim sürecindeki sorumluluklarını yerine getirmeyenler başarısız olurken, getirenler başarıyı tadanlardır. 

Bütün bunlardan sonra, okuyup da ne olacağına siz karar verin.

--------
Bu yazı Post Gazetesi'nin Mart 2019 sayısında yayımlanmıştır (s. 16)

18 Mart 2019 Pazartesi

Herkes öyle diyor


Günlük hayatın koşuşturması içinde zaman zaman birilerinin bilinçli olarak veya farkında olmadan yaptığı bazı genellemeleri duyarız veya okuruz. Bunlara bazen güler geçer; bazen üzerinde düşünür; bazen de duyduklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, hasılıkelam bütün olup bitenler nedeniyle canımızın acıdığını hissedebiliriz.
 
Genellemeler bazen bilinçli, bazen de farkında olmadan yapılır. Şurası unutulmamalı ki insan olarak genelleme yapmaya bayılıyoruz. Genellemeler bir anlamda insanın zihni faaliyetidir. Bu özelliği ile öğrenme kolaylığı sağlar. Bununla birlikte her zaman doğru, arzu edilen sonucu vermez.

Sokrates’in öğrencileri ile konuşurken “İnsan, iki ayaklı tüysüz bir canlıdır” dediği ve bunu duyan birkaç muzibin tüyü yolunmuş bir tavuğu getirip “İşte, sözünü ettiğiniz insanı getirdik” dediği anekdot olarak anlatılır. Dolayısı ile bir konuda genelleme yaparken, nesnelerin, olay ve olguların kendine has “biricik” veya “özgün” durumlarının gözden kaçırılmaması gerekir. Aksi halde, bilinçsiz yapılan bir genelleme yapanı mahcup duruma da düşürebilir. Alman filozof Friedrich W. Nietzsche (1844-1900) de “Bütün genellemeler yanlıştır” diyerek, genellemelerdeki istisnaların göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Görev yaptığım bölgede çocukları okula giden göçmen kökenli veliler ile yaptığım konuşmalarda gözlediğim durum, “baskın kültürün taşıyıcılarının, aralarındaki azınlıkların dillerine ve kültürlerine karşı örtülü bir engelleme politikasını uyguladığı” gibi bir algının yerleşmiş olmasıdır. Bireysel deneyimler bazen doğru olsa da bunların genellemesi de o kadar gereksiz bir yaklaşımdır.  Duyduğum, dinlediğim yakınmaları analiz ettiğimde, bazen “Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış” misali durumlarla karşılaşıyorum. Toplumun içinde herkes aynı görüşte olmayabilir. Karagöz ile Hacivat öykülerindeki gibi yanlış genellemeleri pekiştirmenin çok gerekli ve anlamlı olmadığını görüyorum.

Okula giden bir öğrencinin dönem içinde yapılan bütün sınavlarda bir aldığını, ama karnesine iki yazıldığını gören bir annenin, çocuğuna “o öğretmen zaten…” diyerek, yangına körükle gitmek yerine sorunun nedenini araştırması, öğretmen ve okul aile birliği temsilcileri ile iletişime geçmesi daha doğru bir davranış olacaktır. Düşük not alan öğrenciye arkadaşlarının “tembel” etiketini yapıştırmadan önce durup düşünmesinde, empati kurmasında, onun halini anlamaya çalışmasında yarar vardır. Gerek annenin, gerekse çocuğun arkadaş çevresinin yaptığı genelleme, bireyin muhataplarıyla iletişiminin zarar görmesine, ilişkilerinin giderek olumsuza dönmesine neden olur. Etiketleyen muhatabına güvensizlik duygusu verirken, etiketlenen de özgüven yitimine uğrar. İki taraflı bir zarar ortaya çıkar.

“Herkes öyle diyor” şeklinde yapılan genellemeler, bir bakıma kolaycılığa kaçmaktır; yapanın bilgisizliğini ve kendine güvenin eksikliğini de yansıtır. Burada önerilen tutum; genelleme yapmadan önce, karşılaşılan durumu mümkün olan bütün yönleri ile tarafsız olarak anlamaya çalışmak ve elde edilen bilgiyi tarafsız gözle analiz edecek zihinsel çabayı göstermek olmalıdır.

Yukarıda değinilen “dil ve kültürün yaşatılması ile ilgili bir engelleme” olsa bile, bunun arkasındaki nedeni “köken dilinin ikinci dilin öğrenilmesi sürecinde engel oluşturduğu” kanaatine bağlamamak gerekir; bu genelleme bilim dışı varsayımıdır. Çünkü köken dili; çocukların kimliklerinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır ve bu dil yok sayıldığında, okula giden çocuk da kısmen yok sayılmaktadır. Bu yok sayma, çocuğa “Dilini ve kimliğini okul dışında bırak!” mesajı olarak algılanıyorsa, çocuğun toplum içinde özgüveni yüksek, çevresi ile sağlıklı ilişkiler kurabilen, donanımlı bir birey olarak yetişmesi de engellenmiş olur. Bu tutum sadece çocuğa değil, içinde yaşanılan toplama ve geleceğine zarar verir. Köken kültürünün yok sayılması, bir minik kuştan kırık kanadıyla uçmasının istenmesi gibi bir haldir. Çocuğun derdi ile dertlenen, onu anlamaya çalışan öğretmenler, çocuğun içinde bulunduğu olumsuzlukları avantaja çevirirken, geleceği de inşa eden öğretmenlerdir. Köken kültürü yok sayılan, saygı gösterilmeyen çocuğun özgüven eksikliği hissetmesinin, derslere daha az katılmasının, kendini yaşıtları arasında daha az değerli hissetmesinin, okula ve okul çevresine ait hissetmemesinin ve sözün kısası; çocuğun kimlik gelişiminde sorunlar yaşamasının, akademik gelişiminin istendik düzeyde gerçekleşmemesinin sorumlusu, ona bu duyguları yaşatanlardır. Burada bir eksiklik söz konusuysa, bu eksikliği gidermek öncelikle eğitim yöneticilerinin sonra da öğretmenlerin görevidir.

Göçmen kökenli çocukların topluma daha kolay uyum sağlayabilmesi için Bielefeldli sosyolog Wilhelm Heitmeyer de dâhil olmak üzere, çoğu bilim insanı “çocuğun bireysel özelliklerinin tanınması, ait olduğu grubun özelliklerinin kabul edilmesi ve topluma aidiyet duygusunun, “biz” hissiyatının pekiştirilmesi” gerektiğini söylüyor. Gerçekten de zaman zaman suçlanan, aidiyet veya bağlılık duygularının zayıf olduğundan şikâyet edilen kişileri suçlamak yerine, onları anlamaya çalışmak; toplumsal ve sosyal hayatı yaşanılır kılmanın anahtar ilkesi olacaktır.

Okulda, çarşıda, pazarda ötekileştirilen; tek kanatla uçmaya çalışan çocuğun sağlıklı gelişimi için diline, inançlarına, kökenine gereken değer verilmeli, saygı gösterilmelidir. Heitmeyer bu durumun eksik olması halinde görülebilecek şu sorunlarla dikkat çekiyor[1]. Tanıma açığının yoğun olduğu yerde ya hoşlanmama, ya geri çekilme, ya da içine kapanma olur. Bulunduğu ortamda kabul görmeyen bireyler, kendilerini yargılamadan oldukları gibi benimseyen başka gruplara yönelir. Bu gruplar her zaman toplumun kabul ettiği legal çevrelerle sınırlı olmayabilir. Toplumun dışına itilen bireyler, kendi varlıklarını bu gruplar içinde sürdürme ve bir çeşit kabul görme imkânını bulur. Baskın kültür içinde yok sayılan bireyler, kendini ifade edebilmek, kabul ettirmek istedikleri bazı durumlarda güç kullanma eğilimi gösterebilir. Böyle bir kabul görme, kabul görmeyen açısından hiç kabul görmemekten daha fazla tercih edilse de toplumsal ve sosyal açıdan sorun oluşturabilecek bir tehdittir.

Kendi köken diline ve kültürüne samimiyetle bağlı olan bir öğrencinin, kendini bulunduğu ortamlarda ikinci dilde sorun yaşamadan ifade etme becerisi olsa bile, baskın kültürün taşıyıcıları tarafından kabul görmemesi, duygusal incinmelere neden olur. Toplumun içinde değil; yanı başında, taşıyıcı kültüre paralel bir hayat sürmeye yönlendirilen çocuğun, beden ve ruh sağlığını bozmadan yaşaması, kendini topluma, devam ettiği okula ait hissetmesi, akademik başarıya odaklanarak yaşaması mümkün mü? Buna rağmen, adeta imkânsızı başaranların başarı öyküleri içimizi ısıtmaya devam etmektedir.

İnsanlar sorunla doğrudan yüzleşmek yerine bazen genellemenin arkasına sığınırlar. Zalimin yüzüne karşı bir şey söyleyemese de “toplumda zulüm artmıştır” diye feryat eder. Yabancı bir kültür çevresindeyse “Hocam, bunlar bizi sevmiyor” diye dertlenir. Yahut birine bir şey söylemek isteyip, söyleyecek fırsatı bulamazsa, ortaya konuşur; genelleme yapar. “Bana bir şey mi dedin?” şeklindeki çıkışa da “Ben havaya bir taş attım; sen niye başını korumuyorsun!” şeklinde cevap verilir.

Bu yazıda genel geçer sözü bırakıp, havaya atılan taşa, verilmek istenen mesaja bakalım. Göçmen kökenli bir çocuğun okula bağlanması, içinde yaşadığı toplumun ortak değerlerine sahip çıkması için devam ettiği okulda tek kanatla uçmaya zorlanmamalıdır. Kültürel çeşitlilik bir zenginliktir ve ev sahibi ülkenin toplumsal, sosyal ve ekonomik hayatına olumlu yansıyacağı gibi, geleceğin daha nitelikli bir yapıya kavuşmasını sağlayacaktır. 

Göçmen kökenli çocukların yaşadıkları ülkelerin dilini köken dilini unutmadan öğrenmelerini sağlayacak altyapılara daha fazla özen gösterilmesi, sadece göçmen kökenli çocukların bugününe değil, Avrupa’nın geleceğine de önemli bir yatırım olacaktır. Bu çocukların bir kısmı ev sahibi ülke vatandaşı olup, yaşamlarını doğdukları ülkelerde sürdürürken, bir kısmı kaynak ülkeye geri dönecek,  gönüllü birer kültür ve ticaret elçisi olarak yaşayacaktır.

-------------
Not: Bu yazı Europa Journal - Haber Avrupa Gazetesi Mart 2019 sayısı için hazırlanmıştır. Yazıya gazetenin http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/maerz2019/cakir032019.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.



[1] Wilhelm Heitmeyer: "Der Erfolg der AfD wundert mich nicht". Von Arno Widmann; Berliner Zeitung. 22.10.16.

10 Mart 2019 Pazar

Kaybetme beni okul yollarında

Bu yazıyı son zamanlarda gözlediğim önemli bir konuya ayırmak istiyorum; çocuklarımıza ve onların öğretmen ve arkadaş ilişkileriyle aile ilişkilerine.

Okullar her birimizin hayatında kalıcı anılar bırakan öğrenme ve yaşama alanı olarak günlük hayatın önemli, olmazsa olmaz kurumlarıdır. Bu kurumlar, topluma iyi ve sorumlu yurttaşların yetiştirilmesi için kurulur, yaşatılmaya çalışılır. Kabul ettikleri öğrencilerin akademik gelişiminin yanı sıra, kişisel gelişimlerinden de sorumludurlar. Okullar; öğrencinin kendini tanımasına, kendini diğer öğrencilerden ayıran özelliklerinin ayırdına varmasına ve nihayetinde öne çıkan diğer özelliklerini geliştirilerek toplumun ihtiyacı olan alanlarda farklı nitelikteki bireylerin yetiştirilmesine katkıda bulunur.

Bu süreçte öğrencilerin de üzerine düşen görevleri yerine getirmesi gerekir. Okulda yapılan derslerin pekiştirilmesine yönelik alıştırmaların yapılması, kalıcı öğrenmenin sağlanması ve öğrenilecek yeni konuya temel oluşturması, aralarında bağlantı olan ve birbirinin devamı niteliğindeki konuların öğrenilmesi bakımından önemlidir. Bu şartı yerine getirmeyen; yani ödevini düzenli yapmayan; çantayı okulda açıp, okulda kapatan öğrencinin bir süre sonra derste kendine yöneltilen soruları cevapsız bırakması ve arkadaşlarından geri kalması kaçınılmazdır. Bu çocukların okul başarısı, birbiriyle içerik ilişkisi olmayan, bağımsız konulardan oluşan derslerde daha yüksek olur. Çocuk aile içinde ne kadar kıymetli olursa olsun, devam ettiği okulda öğrenci olmanın gereğini ve sorumluluğunu yerine getirmezse, sınıf arkadaşları arasındaki popülaritesini ve öğretmenin gözündeki saygınlığını zamanla kaybeder. Bu itibar kaybını telafi etmeye çalışan çocuk, erken müdahale edilmezse, yüreğindeki öfkeyi ergenlik döneminin getirdiği özellikler ile birleştirip, kendini ifade edebilmek, yaşıtları arasında farkındalık yaratabilmek, dikkati yeniden üzerine çekebilmek için yan yollara sapabilir. Bu yan yollardan biri yaşıtlarına karşı zor kullanmak, okulda kendi durumundaki öğrencilerle birlik olup çeteleşmek, öğretmeni ve sınıftaki arkadaşları ile telafisi zor iletişim sorunları yaşamak gibi durumlar yaşamaya başlar. Erken müdahale çocuğun öğretmeni ile iletişim kurulması, ödevlerini zamanında yapmasını sağlayacak ortamların oluşturulması, kendi kendine yeterli olamadığı derslerden takviye alması ve etüt derslerine devam etmesinin sağlanmasıdır.

Bunun yanı sıra çocuğun sonu olmayan maceralara yönelmesini önlemek için sınıf öğretmeni ve okul rehber öğretmeni ile iletişime geçerek davranış bozukluğunun düzeltilmesini sağlamaya çalışması gerekir. Akademik başarısızlık ile ilişkili olan davranış bozukluklarının yol açtığı tahribatın, itibar kaybının okulda “yabancı” olmaya bağlamanın sorunların çözümüne bir katkısı olmaz; aksine çözümü geciktirir. Buna ilave olarak okul, aile ve rehber öğretmen iletişimi zayıfsa, çocuğun bir rahatsızlığı olduğu varsayımı ortaya çıkar, bir alt sınıfa düşürülmesi önerilebilir, başarısızlık devam ederse, çocuğun okulu bir alt eğitim verilen okul türüne düşürülebilir. Bundan amaç da ilk yıllarda ele alınan konuların ilerleyen sınıflarda kapsamı genişletilerek tekrar edilmesi ve bu süreçte çocuğun bilgi eksikliğinin kapatılmasıdır.

Üst eğitim basamaklarına doğru çıkıldıkça derslerin içerik düzenlemesi de değişecek ve özellikle klasik liselerde ilk yıllarda geniş tabanlı konular ele alınacak, ilerleyen sınıflarda ise küçük birimlerde uzmanlaşma sağlanarak nihayetinde lise bitirme alanları seçilerek sınavlarına girilecektir. Meslek okuluna giden öğrenciler ise ilk yıllarda genel eğitim alacaklar, takip eden yıllarda ise mesleğin özelliğine göre uzmanlık alan derslerine yoğunlaşacaklardır. Bu aşamada da işbirliğine dayalı öğrenme yaklaşımı öne çıkacaktır.

Ailenin yapması gerekenlerden ilki okula giden çocuğunun günlük yaşam çizelgesini iyi planlamak ve titizlikle uygulamaktır. Sabah erken kalkan çocuğun iyi bir kahvaltı yapması, okul çantasının akşamdan hazırlanması, okula vaktinde gitmesi, derslerden sonra geçen sürenin iyi değerlendirilmesi, ödevlerin akşam geç vakte kalmadan yapılması ve nihayet çocuğun bir sonraki güne dinç bir şekilde başlayabilmesi için erkenden uyuması sağlanmalıdır.  

Aileler çocuklarının okul dışındaki hayatından ve okula karşı olan sorumluluklarını yerine getirmesinden birinci derecede sorumludur. Bununla birlikte sorumlu aile rolünü oynamak için aşırılıklardan geri durulması gerekir. Aile ziyaretlerinin hafta sonunda yapılması, çocuklarla az da olsa nitelikli zaman geçirilmesi gerekir. Bu beraberlikler televizyon karşısında ailece dizi filmi izlemek, bilgisayar başında oyun oynamak yerine birlikte kitap okumak, toplumsal ve sosyal ortamlar oluşturarak sağlanabilir. Çocuklar yaşına uygun filmleri izlemeli, bilgisayar vb oyunları da günün belli saatlerinde sınırlı süreler içinde oynamalı, ders kitapları dışında da kitap okumaya vakit ayırabilmelidir. 

Çok yakında dönem sonu karneleri alınacak. Bu karneler sadece çocukların değil, yukarıda saydığım bütün paydaşların karnesi olarak görülmeli; karneyi incelerken taraflar kendilerine de ayna tutulduğunun bilincinde olmalıdır.

-------------
Not: Bu yazı Europa Journal - Haber Avrupa Gazetesi Şubat 2019 sayısı için hazırlanmıştır. Yazıya ve gazetenin http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/februar2019/cakir022019.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

2 Mart 2019 Cumartesi

Türkçe mi Almanca mı?


Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın iyi birer eğitim alması ve hayata başarılı, üretken ve sorumluluğunun bilincinde birer vatandaş olarak atılması, hepimizin ortak arzusudur.

Çocuklarımızın devam ettikleri okullarda başarılı olması için ileri düzeyde Almanca bilmesi kaçınılmaz bir gerçektir. Bu bağlamda “Türkçe mi Almanca mı?” şeklinde bir soru anlamını yitirmektedir. Türkçesi zayıf olan çocukların Almancayı öğrenmesi de zor olmakta, akademik başarıları da istendik düzeyin altında kalmaktadır. Çok kültürlü bir toplum içinde sadece Almanca veya sadece Türkçe öğrenen çocukların kanatlarından biri eksik kalmaktadır. Türkçe derslerine devam eden, hem Almanca hem de Türkçe öğrenen iki dilli çocukların okul başarıları tek dilli çocuklara göre daha ileri düzeydedir. Ayrıca iki dili ve iki kültürü bilen insanların sosyal hayatta daha hoşgörülü ve birlikte yaşama becerilerinin daha gelişmiş olduğu bilinmektedir.

Bu bilinç düzeyinden hareketle, Bayvera Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile 2009/2010 eğitim öğretim yılından bu yana sürdürülen işbirliğiyle Başkonsolosluğumuzun görev bölgesinde bulunan Grundschule, Mittelschule, Realschule ve Gymnasium türü okullarda ücretsiz Türkçe ve Türk Kültürü Dersi verilmektedir. Bu dersi Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığının deneyimli öğretmenleri arasından seçilen ve yurt dışında görevlendirilen uzman öğretmenler vermektedir.

Alman okul sistemi içindeki zorunlu dersler kapsamında olmayan ve normal eğitim öğretim saatleri dışında yapılan bu derse katılım velilerin isteğine bağlıdır. Derslere düzenli devam eden öğrencilere sene sonunda okul türüne göre karne ile birlikte ayrı bir katılım belgesi verilmekte veya karnelerine Türkçe dersini aldığı bilgisi işlenmektedir.

Türkçe dersine devam eden öğrenciler istedikleri takdirde, ortaokulu nitelikli bitirme belgesi için girilen performans sınavında (Leistungsfeststellungsprüfung zum Erwerb des qualifizierenden Abschluss der Mittelschule) Türkçe dersini de seçebilmektedir.

Bu dersin açılabilmesi için en az 12 öğrenci velisinin çocuğunuzun devam ettiği okul idaresine dilekçe vermesi gerekmektedir. Derse katılmak için hazırlanan dilekçeler çocuğunuzun devam ettiği okul idaresi tarafından öğrencilere dağıtılmaktadır. Ayrıca Türkçe öğretmenlerimiz, Türk okul aile birliği derneklerinden de bu konuda yardım alabilir; dilekçelerinizi Başkonsolosluğumuz Eğitim Ataşeliğinin internet sayfasından  (http://munih.meb.gov.tr) da indirebilirsiniz. Çocuğunuzun devam ettiği okulda yeterli sayıda başvuru olmaması ve sizin de arzu etmeniz halinde, çocuğunuzu yakın çevredeki bir başka okulda açılan derse de götürebilirsiniz.

Çocuğunuzun daha iyi bir geleceği için bugün karar verin. 2019/2020 eğitim öğretim yılında Türkçe dersinin açılmasını istiyorsanız, size gönderilen dilekçeyi okul idaresine veya öğretmenlerinize ulaştırın. Çocuğunuzun hem Almanca hem de Türkçe öğrenmesini sağlayın.

Bilgi İçin: TC Münih Başkonsolosluğu Eğitim Ataşeliği
Menzinger Str. 3, 80638 München,   Tel: +49 89 17 81 911 ▪ Faks: 089/17117284   munih@meb.gov.trmunihegitim@gmail.com http://munih.meb.gov.tr


Bu yazı Post Aktüel Şubat 2019 sayısında yayımlanmıştır. Mustafa Çakır. Türkçe mi Almanca mı? İçinde: Post Aktüel. Şubat 2019. s. 5.

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...