18 Mart 2019 Pazartesi

Herkes öyle diyor


Günlük hayatın koşuşturması içinde zaman zaman birilerinin bilinçli olarak veya farkında olmadan yaptığı bazı genellemeleri duyarız veya okuruz. Bunlara bazen güler geçer; bazen üzerinde düşünür; bazen de duyduklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, hasılıkelam bütün olup bitenler nedeniyle canımızın acıdığını hissedebiliriz.
 
Genellemeler bazen bilinçli, bazen de farkında olmadan yapılır. Şurası unutulmamalı ki insan olarak genelleme yapmaya bayılıyoruz. Genellemeler bir anlamda insanın zihni faaliyetidir. Bu özelliği ile öğrenme kolaylığı sağlar. Bununla birlikte her zaman doğru, arzu edilen sonucu vermez.

Sokrates’in öğrencileri ile konuşurken “İnsan, iki ayaklı tüysüz bir canlıdır” dediği ve bunu duyan birkaç muzibin tüyü yolunmuş bir tavuğu getirip “İşte, sözünü ettiğiniz insanı getirdik” dediği anekdot olarak anlatılır. Dolayısı ile bir konuda genelleme yaparken, nesnelerin, olay ve olguların kendine has “biricik” veya “özgün” durumlarının gözden kaçırılmaması gerekir. Aksi halde, bilinçsiz yapılan bir genelleme yapanı mahcup duruma da düşürebilir. Alman filozof Friedrich W. Nietzsche (1844-1900) de “Bütün genellemeler yanlıştır” diyerek, genellemelerdeki istisnaların göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Görev yaptığım bölgede çocukları okula giden göçmen kökenli veliler ile yaptığım konuşmalarda gözlediğim durum, “baskın kültürün taşıyıcılarının, aralarındaki azınlıkların dillerine ve kültürlerine karşı örtülü bir engelleme politikasını uyguladığı” gibi bir algının yerleşmiş olmasıdır. Bireysel deneyimler bazen doğru olsa da bunların genellemesi de o kadar gereksiz bir yaklaşımdır.  Duyduğum, dinlediğim yakınmaları analiz ettiğimde, bazen “Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış” misali durumlarla karşılaşıyorum. Toplumun içinde herkes aynı görüşte olmayabilir. Karagöz ile Hacivat öykülerindeki gibi yanlış genellemeleri pekiştirmenin çok gerekli ve anlamlı olmadığını görüyorum.

Okula giden bir öğrencinin dönem içinde yapılan bütün sınavlarda bir aldığını, ama karnesine iki yazıldığını gören bir annenin, çocuğuna “o öğretmen zaten…” diyerek, yangına körükle gitmek yerine sorunun nedenini araştırması, öğretmen ve okul aile birliği temsilcileri ile iletişime geçmesi daha doğru bir davranış olacaktır. Düşük not alan öğrenciye arkadaşlarının “tembel” etiketini yapıştırmadan önce durup düşünmesinde, empati kurmasında, onun halini anlamaya çalışmasında yarar vardır. Gerek annenin, gerekse çocuğun arkadaş çevresinin yaptığı genelleme, bireyin muhataplarıyla iletişiminin zarar görmesine, ilişkilerinin giderek olumsuza dönmesine neden olur. Etiketleyen muhatabına güvensizlik duygusu verirken, etiketlenen de özgüven yitimine uğrar. İki taraflı bir zarar ortaya çıkar.

“Herkes öyle diyor” şeklinde yapılan genellemeler, bir bakıma kolaycılığa kaçmaktır; yapanın bilgisizliğini ve kendine güvenin eksikliğini de yansıtır. Burada önerilen tutum; genelleme yapmadan önce, karşılaşılan durumu mümkün olan bütün yönleri ile tarafsız olarak anlamaya çalışmak ve elde edilen bilgiyi tarafsız gözle analiz edecek zihinsel çabayı göstermek olmalıdır.

Yukarıda değinilen “dil ve kültürün yaşatılması ile ilgili bir engelleme” olsa bile, bunun arkasındaki nedeni “köken dilinin ikinci dilin öğrenilmesi sürecinde engel oluşturduğu” kanaatine bağlamamak gerekir; bu genelleme bilim dışı varsayımıdır. Çünkü köken dili; çocukların kimliklerinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır ve bu dil yok sayıldığında, okula giden çocuk da kısmen yok sayılmaktadır. Bu yok sayma, çocuğa “Dilini ve kimliğini okul dışında bırak!” mesajı olarak algılanıyorsa, çocuğun toplum içinde özgüveni yüksek, çevresi ile sağlıklı ilişkiler kurabilen, donanımlı bir birey olarak yetişmesi de engellenmiş olur. Bu tutum sadece çocuğa değil, içinde yaşanılan toplama ve geleceğine zarar verir. Köken kültürünün yok sayılması, bir minik kuştan kırık kanadıyla uçmasının istenmesi gibi bir haldir. Çocuğun derdi ile dertlenen, onu anlamaya çalışan öğretmenler, çocuğun içinde bulunduğu olumsuzlukları avantaja çevirirken, geleceği de inşa eden öğretmenlerdir. Köken kültürü yok sayılan, saygı gösterilmeyen çocuğun özgüven eksikliği hissetmesinin, derslere daha az katılmasının, kendini yaşıtları arasında daha az değerli hissetmesinin, okula ve okul çevresine ait hissetmemesinin ve sözün kısası; çocuğun kimlik gelişiminde sorunlar yaşamasının, akademik gelişiminin istendik düzeyde gerçekleşmemesinin sorumlusu, ona bu duyguları yaşatanlardır. Burada bir eksiklik söz konusuysa, bu eksikliği gidermek öncelikle eğitim yöneticilerinin sonra da öğretmenlerin görevidir.

Göçmen kökenli çocukların topluma daha kolay uyum sağlayabilmesi için Bielefeldli sosyolog Wilhelm Heitmeyer de dâhil olmak üzere, çoğu bilim insanı “çocuğun bireysel özelliklerinin tanınması, ait olduğu grubun özelliklerinin kabul edilmesi ve topluma aidiyet duygusunun, “biz” hissiyatının pekiştirilmesi” gerektiğini söylüyor. Gerçekten de zaman zaman suçlanan, aidiyet veya bağlılık duygularının zayıf olduğundan şikâyet edilen kişileri suçlamak yerine, onları anlamaya çalışmak; toplumsal ve sosyal hayatı yaşanılır kılmanın anahtar ilkesi olacaktır.

Okulda, çarşıda, pazarda ötekileştirilen; tek kanatla uçmaya çalışan çocuğun sağlıklı gelişimi için diline, inançlarına, kökenine gereken değer verilmeli, saygı gösterilmelidir. Heitmeyer bu durumun eksik olması halinde görülebilecek şu sorunlarla dikkat çekiyor[1]. Tanıma açığının yoğun olduğu yerde ya hoşlanmama, ya geri çekilme, ya da içine kapanma olur. Bulunduğu ortamda kabul görmeyen bireyler, kendilerini yargılamadan oldukları gibi benimseyen başka gruplara yönelir. Bu gruplar her zaman toplumun kabul ettiği legal çevrelerle sınırlı olmayabilir. Toplumun dışına itilen bireyler, kendi varlıklarını bu gruplar içinde sürdürme ve bir çeşit kabul görme imkânını bulur. Baskın kültür içinde yok sayılan bireyler, kendini ifade edebilmek, kabul ettirmek istedikleri bazı durumlarda güç kullanma eğilimi gösterebilir. Böyle bir kabul görme, kabul görmeyen açısından hiç kabul görmemekten daha fazla tercih edilse de toplumsal ve sosyal açıdan sorun oluşturabilecek bir tehdittir.

Kendi köken diline ve kültürüne samimiyetle bağlı olan bir öğrencinin, kendini bulunduğu ortamlarda ikinci dilde sorun yaşamadan ifade etme becerisi olsa bile, baskın kültürün taşıyıcıları tarafından kabul görmemesi, duygusal incinmelere neden olur. Toplumun içinde değil; yanı başında, taşıyıcı kültüre paralel bir hayat sürmeye yönlendirilen çocuğun, beden ve ruh sağlığını bozmadan yaşaması, kendini topluma, devam ettiği okula ait hissetmesi, akademik başarıya odaklanarak yaşaması mümkün mü? Buna rağmen, adeta imkânsızı başaranların başarı öyküleri içimizi ısıtmaya devam etmektedir.

İnsanlar sorunla doğrudan yüzleşmek yerine bazen genellemenin arkasına sığınırlar. Zalimin yüzüne karşı bir şey söyleyemese de “toplumda zulüm artmıştır” diye feryat eder. Yabancı bir kültür çevresindeyse “Hocam, bunlar bizi sevmiyor” diye dertlenir. Yahut birine bir şey söylemek isteyip, söyleyecek fırsatı bulamazsa, ortaya konuşur; genelleme yapar. “Bana bir şey mi dedin?” şeklindeki çıkışa da “Ben havaya bir taş attım; sen niye başını korumuyorsun!” şeklinde cevap verilir.

Bu yazıda genel geçer sözü bırakıp, havaya atılan taşa, verilmek istenen mesaja bakalım. Göçmen kökenli bir çocuğun okula bağlanması, içinde yaşadığı toplumun ortak değerlerine sahip çıkması için devam ettiği okulda tek kanatla uçmaya zorlanmamalıdır. Kültürel çeşitlilik bir zenginliktir ve ev sahibi ülkenin toplumsal, sosyal ve ekonomik hayatına olumlu yansıyacağı gibi, geleceğin daha nitelikli bir yapıya kavuşmasını sağlayacaktır. 

Göçmen kökenli çocukların yaşadıkları ülkelerin dilini köken dilini unutmadan öğrenmelerini sağlayacak altyapılara daha fazla özen gösterilmesi, sadece göçmen kökenli çocukların bugününe değil, Avrupa’nın geleceğine de önemli bir yatırım olacaktır. Bu çocukların bir kısmı ev sahibi ülke vatandaşı olup, yaşamlarını doğdukları ülkelerde sürdürürken, bir kısmı kaynak ülkeye geri dönecek,  gönüllü birer kültür ve ticaret elçisi olarak yaşayacaktır.

-------------
Not: Bu yazı Europa Journal - Haber Avrupa Gazetesi Mart 2019 sayısı için hazırlanmıştır. Yazıya gazetenin http://www.europa-journal.net/images/kolumnen/maerz2019/cakir032019.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.



[1] Wilhelm Heitmeyer: "Der Erfolg der AfD wundert mich nicht". Von Arno Widmann; Berliner Zeitung. 22.10.16.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...