18 Mart 2020 Çarşamba

Dün dünde kaldı

Cumhuriyet dönemimizin yetiştirdiği önemli filozoflardan Prof. Dr. Ionna Kuçuradi’nin bir konuşmasında sarf ettiği “Yaşamak, eylemde bulunmaktır; eylemde bulunmaksa kararlar vermek, değerlendirmeler yapmaktır” sözünden yola çıkarak Avrupalı Türklere ilişkin gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

Gördüğüm kadarı ile Avrupalı Türkler hayatlarını çatışan anlayışların, çarpışan menfaatlerin ve değer yargılarının örtük mücadelesi şeklinde sürdürüp gidiyor. Bu arada kadim kültürel değerleri hızlı bir erozyon uğrasa da yaraları kendi içinden çıkardığı bir avuç inşan tarafından sarılmaya çalışılıyor. Konuyu biraz açalım.

Bu şartlar altında ister genç, ister orta yaşlı olsun, hemen her Avrupalı Türk, çeşitli sorumluluklar üstlenmekte; bazen yüklendiği sorumluluğun altından kalkabilmek için “Bu kadarına da yürek dayanmaz” denilen bedellerin üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Bu grubu oluşturanlar, yaşanan her ana ayrı bir anlam yükleyip, her dem bu anlamın bıraktığı dayanılmaz gönül kırıklıkları ile başa çıkma azim ve gayreti içinde hayat sürmektedir.

Hemen her şehirde birbirinden habersiz, ıssız okyanusun ortasında varlığından bihaber olduğumuz küçük birer ada misali yaşayan ve kendini milletine adamış isimsiz kahramanları; bunların kısa, orta ve uzun vadeli gelecek planlarını görüyoruz. Başardıklarının gelecekte başaracakları için ışık verdiğine tanıklık ediyoruz.

Bazen de hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan bir yolda, günübirlik menfaatler peşinde, hazan yaprakları gibi oradan oraya savrulan, kırık bir aşk masalı gibi yarım kalan hikâyeleri, hayalleri ve dahi bunların sahiplerinin gökyüzünde kayan yıldızlar gibi meçhule yaptığı yolculuğa tanık oluyoruz.
Kendini toplum lideri olarak görenlerin arasında bir “adanmışlık” sözü almış başını gidiyor. Bu adanmışlık, bazen bir inanca, bazen bir düşünceye, bazen bir ideolojiye saplantı halinde bağlanmakla da kendini gösteriyor. Kendini adayanlara bakıyorum, bazıları “Halka hizmet, Hakk’a hizmet” diyor; hüsnüniyetle toplumun maruz kaldığı olumsuzluklara karşı bedenini, servetini siper etmeye çalışıyor. Yaşadığı olumsuzlukları başkalarının da yaşamaması için Akif’in  “Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın” mesajının ruhuna uygun olarak yaşam biçimi olarak benimsiyor; uğradığı haksızlıklar karşısında, haklarını önemsemeyen veya haklarını aramaktan korkanların ürkek tutumu karşısında duydukları yürek yangınını Necip Fazıl’ın “…alın yazım, yokuşlarda susamak” diyerek Şevket Süreyya Aydemir gibi “suyu aramaya” çıkıyor ve nihayetinde buldukları ile yetinmeye çalışıyorlar. Kısa günün karı bazen yetiyor, bazen yeni başlangıçlar için motivasyon nedeni oluyor. Bunların içinde yaşadığı toplumdan beklentisi, Yavuz Sultan Selim Han'ın Divanında dediği gibi, "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine"[1]. Bunlar, insan olmanın birinci unsuru olan vahdeti, adeta bu toplum hizmetinde arıyorlar.

Her insanın hür ve özgür olarak, insanca yaşayabilmesi için, önce insanın sahip olduğu farklılıkların görülmesi, her bir farkın değerlerinin farkına varılması gerekiyor. Bu değerlerin ayrıştırılması yerine, birleştirilmesi ve sahiplerine kol kanat gerilmesi arzu ediliyor. Bu değerleri anlayamayan, sıradanlaştırmaya çalışanlara karşı verilen mücadelenin zorluklarını bile bile yola çıkmak ve bu gerçeği bütün güçlükleri ile yenmek için de bir bedel ödemek gerekiyor.

Toplum içinde toplum liderliğine soyunanların da geçmişin başarıları ile avunmayı bırakıp, gelecek için neler yapılması gerektiği üzerinde kafa yorması gerekiyor. Öngörüleri olmayanların kör bir nostaljiyi inada dönüştürüp, bugünün gerçeklerini yok saymaya, görmezden gelmeye çalışması, “güneşin balçıkla sıvanmaya kalkışılması” gibidir. Bunların hayatın daha ilginç alanlarında yeni uğraşılar ve hobiler edinmesinin demini Nazım Hikmet şu sözüyle anlatıyor: “Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun.” Evet, bunların içi rahat olsun. Zaman kendi seyrinde akıp giderken, görüşler ve algılar da dönüşüyor; kendini yeniliyor.

İnsanlara, şu veya bu kökene ait olduğu için değil, sırf insan olduğu için, insan türüne ait en temel insan haklarını kazandırmak için gayret göstermek gerekir. Birleşerek yasal haklarını elde etmeye, mevcut kazanımlarını korumaya çalışan insanların taleplerine kulak vermek, bu insanlara karşı duyulan bir vicdan ve insanlık borcu olmalıdır. Öznel menfaatleri uğruna kişileri, kurumları harcayan, mağduriyetleri veya ihtiyaçları ticari kazanıma dönüştürmeye çalışanların toplumsal ve sosyal hayatın gerçekleriyle ilgili sorunları olabileceği göz ardı edilmemelidir. Aynı şekilde kişi, kendi gelişimini sosyal ve ekonomik olarak tamamlamış; günlük hayatın albenisine kapılmış bir şekilde gününü gün edip, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyorsa ve çevresindeki haksızlıklara sessiz kalıyor, yardım çağrılarına kulak kapatıyorsa, bu insanların savunduğu değerlerin de gözden geçirilmesi zaruri bir ihtiyaca dönüşüyor. Bu tutum, kişiler açısından doğru olsa bile, bireysel menfaatleri korumak amacıyla çıkılan yolda genel menfaatlerin korunamayacağının unutulmaması gerekiyor.   

Avrupa Türk toplumu içinde erdemden konuşan, ama sıra erdemli davranmaya gelince, ifadesi değişip menfaati karşı tarafa geçince duraklayan insanların tutumu da göz ardı edilmemelidir. Yaşanan olumsuzlukları kendi kişisel çıkarları da öyle gerektirdiği için önemsemeyen insanların tutumu karşısında rahatsızlık duyanların tek seçeneği, içinde yaşadığı şartlar ne olursa olsun, insanca ve insana yakışır bir şekilde yaşama tutunmaktır. İnsanca yaşamanın şartları ise insanın, daha doğrusu kişinin kayıtsız şartsız “ana değer” olduğunu kavramak ve bu durumu gözden kaçırmadan yaşam kurmaya çalışmak olmalıdır. Dünyadaki varlığımız; sorumluluklarımız, sabrımız ve gayretlerimiz kadardır.

Mevlana C. Rumi ile bitirelim; "Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım!"

Not: Bu yazı Europa-Journal / Haber Avrupa Şubat 2020 sayısı için hazırlanmış olup, https://www.yumpu.com/de/document/view/63100060/haber-avrupa-europa-journal-februar-2020 adresinden erişime açıktır.


[1] Yavuz Sultan Selim: “Fazl-u hakk u himmet-i cünd-î Ricalullah ile - Dil- sûhteri merg, Dilirân-ı merg-zâr eylemektir niyetim.”Yani; benim amacım, insanı verimli ağaç kadar hür, varlık sahiplerine de verimli bir orman hayatı yaşatmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Argo Kullanımı

  Türkçede küfürle karışık sevgi, övgü ifadeleri vardır. Görünüşte çok masum gelen, üzerinde düşününce de derin anlamlar içeren kelimeleri b...