Bu defa farklı bir başlık okuyorsunuz. Argumentatum Ad Hominem (kısaca Ad Hominem), safsatanın yahut kuru sıkı palavra atmanın Latincesidir. Yazıda bilimsel bilgi ile safsatanın ayrımı anlatılmaya çalışılacak.
İnsan, zihninde kendi edindiği bilgiler bağlamında bir gerçeklik oluşturur ve çevresindeki olguları da bunun sonucu olarak yorumlar. Bu "yapay" yahut kişiye özgü oluşturulmuş sübjektif gerçeklik, onu oluşturanın dışında da geçerli olan "hakikat" midir? Yaşadığımız çağda, insanlar tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden beri bu durum tartışılmaktadır.
Bu tartışma bir bakıma akıl
yürütme etkinliği olarak da görülebilir. Akıl yürütme ise bir felsefe etkinliği
olarak değerlendirilir. Bu durum yapılan etkinliğe, kurumsal bir hüviyet kazandırmaz.
Hakikati ararken pek çok yanlışa düşülür. Hatırlanacağı üzere; Hz. İbrahim,
üvey babası Azer’in ve Dicle ile Fırat arasındaki bölgede yaşayan Asur ve Babil
kökenli Mezopotamya kavminin[1]
kralları Nemrud’un[2]
tapındığı putları reddettikten sonra ayı ve güneşi yaratıcı olarak kabul
etmişti. O an ona güneş ve ay tapılacak kadar ihtişamlı geliyordu. Buna rağmen,
ay veya güneş tanrı olma özelliğinden uzaktı.
Bazen hayatımızdaki her şey boş,
anlamsız geliyor; sanki anlamlandırılmamış. Anlam ne? Anlam soyut veya somut
olgulardan yani; bir sözden, sözcükten, simgeden, bir olgudan ya da davranışın insana
anımsattığı düşünce ya da nesne olarak tanımlanıyor ve aslında bizzat insanın
kendisinden kaynaklanıyor.
Bu görüşten hareket edildiğinde;
kavramlarla düşünmeyen bir toplumda tartışmaların sadece kişiler üzerinden
yapıldığı görülüyor ve sürekli bir “suçlu” veya “öteki” aranıyor. Hal böyle
olunca da kavramların içi boşalıyor; içi boşalan kavramlar da hiçe dönüşüyor. Vatan,
millet, dil, kültür gibi kavramlara da bu bağlamda azami özen gösterilmesi
gerekiyor.
Avrupa’da ortaya atılmış bir
düşünce sistemi aydınlarımız tarafından sorgulanmadan alınıp ve toplumda
uygulanmaya çalışılması ve nihayetinde başarılı sonuçlar elde edilememesi
durumunda, aydınlar içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmaya başlıyorlar. Buna
karşılık aydınların etkili ve verimli fikirler ortaya koymasını bekleyen
toplum, aydınların başarısız girişimlerinin toplumsal ve sosyal gelişmeye engel
olduğunu görmekte, dolayısıyla ortaya çıkan ürünler ne toplumu ne de toplumun
içinde yaşayan aydınları tatmin etmektedir.
Aydın toplumsal çalışmalar
sırasında içinde yaşadığı toplumunun ihtiyaç ve değerlerini göz önüne almalı,
milletlerarası nitelikteki düşünme şekillerini de taklitle kalmayıp özümsemeli
ve kendi toplumu içinde insanları içinde bulunduğu sorunlardan çözüme götürecek
yolları bulmalıdır[3]. Anlamsızlık
anlamın bağlama uygunsuzluğu ile ilişkili olabilir. O da psikolojik bir anlam
aktarıcısı olabilir. Anlam zihinde (anlakta) oluşur ve anlam oluşturma
sürecinde mutlaka akıl vardır. Anlakla akıl (us) ayrılırsa nesneleri ya da
olguları anlamlandırmakta öznenin tek gerçek olduğu görülür. O halde doğru
anlam oluşturmak için insana rehber bilimsel bilgi olmalıdır. Bilimsel bilgi
ile akıl ortak çalıştığında zihinlerde oluşan anlamın evrensel doğru olarak
kabul görmesini sağlar.
Bugün herkes birbirinden daha
demokrat ama yapılanlara bakınca, demokrasiyle alakası yok. Anadolu deyişiyle;
“Herkes imam olmuş, camiye giden yok.” Herkesin kendi doğrusunu oluşturduğu bu ortam
insanların kimliğini, ahlakını bozuyor, değer yargıları alt-üst oluyor. At
izinin it izine, dost ve düşmanın birbirine karıştığı bir dönem
yaşanıyor. Bütün bu süreçte zorunlu
olarak yürütülen tartışmalardan doğruya ulaşabilmek için tartışmalar kişisel
özellikler üzerinden değil, öne sürülen fikirler üzerinden yapılmalıdır. Bu da ad hominem yani safsatalar bilimsel
bilgiden ayrı tutularak ve tartışmalardaki öznel gerekçeler engellenerek
sağlanabilir.
Ömer Lütfi Mete “Ülkeyi partiler,
programlar, reçeteler düzeltmez. Ahlakımız düzelmedikçe, ahlak siyasete egemen olmadıkça
memleket de düzelmez” derken bireysel sorumluluğa dikkat çekiyor. Toplum
liderlerinin, yani bireylerin toplumun en akıllısı olmadığından hareketle,
bunların sahip olduğu zihniyetten ve bu zihniyetin hayata geçirdiği çok önemli kimi
hatalı uygulamalardan vaz geçmesi gerekiyor. Ayrıcalıklı olanlar, rütbesi olanlar,
iktidara yakın olanlar sıradan vatandaşlar ile kanunlar önünde eşit
tutulmalıdır. Hukukun üstünlüğünün hâkim olmadığı, adaletin sağlanmadığı
toplumların ilerleyemediği unutulmamalıdır. İnsanların maddi refahı kadar,
bedensel ve ruhsal sağlıklarını da güvence altına almak gerekir. Çağımızda insanlar
daha çok tüketmek için daha çok kazanmak zorunda kaldılar; daha çok kazanmak
için daha çok çalışıyorlar. Gelişmiş toplumlara bakıldığında liyakate önem
verildiği görülüyor; yani daha çok çalışan, daha çok üreten, daha iyi
performans gösteren yüceltiliyor.
Platon “Eğer” diyor; “toplum
ahlak olarak bozulmuşsa, birey olarak sizin ahlaklı olmanız ve bunu uygulamanız
hiçbir anlam ifade etmez.” Anadolu insanı da bu durumu “Evladım! El; elin hâksız,
peksiz çobanıdır. Ahlaksızlık toplumu sardıysa, ahlaklı olduğunuzu anlatmanız
işe yaramaz. Çığlıklarınızı ne işiten, ne gören olur.” diyor.
Avrupalı kardeşim, Avrupalının
festivaline Dirndl (Alman fistanı) veya Trachtenhemd mit Lederhose (Deri
pantolon ve kareli göynek) içinde şöyle bir uğrayıp bira içerek uyum sağlanmaz;
oraya giden olsa olsa sarhoş olur. Değerlerine sırtını dönersen, birinci
kuşaktan gelip değerlerini yaşatmaya çalışanlara tepeden bakarak modern, aydın
olunmaz; köksüz olunur. Aynı şekilde, yaşadıklarına anlam veremeyip, devletini
başkalarına şikâyet ederek de aydın olunmaz; ama hain olunur.
Bir toplum safsatalardan
kurtulmadıkça, zihinsel dönüşümü sağlayamaz; çağdaş uygarlığa yol alamaz. Batılı
gibi giyinir, batılı gibi yaşar, batılı gibi tüketir, ama batılı gibi gelişmiş
bir toplum olmaz.
Bilimsel bilgiyi aklın
süzgecinden geçiren insan; kendi kökleri üzerindeki ağaçlar gibi ayakta
kaldıkça, günü nasıl geçerse geçsin, haysiyetini koruma zevkini sonuna dek
yaşar ve millet olmanın, bir millete ait birey olmanın onurunu ve kıvancını
tadar.
[1] Anavatanları
Mezopotamya olan Asuri-Keldaniler, Asur ve Babil krallıklarının torunlarıdır ve
Mesih İsa'nın dili olan Aramiceyi konuşurlar. Bu dile “Souret” derler. Buğra
Poyraz ().Mezopotamya’nın Kaybolan Son Hristiyanları: Keldanilerin Göçü. Miras: Hristiyan Düşünce ve Kültür Dergisi.
http://www.mirasdergi.com/keldaniler/.
(18.07.2020).
[2]
Peygamberler ve Alimler-Peygamberlerin Hayatları: İbrahim Aleyhisselam. Dinimiz İslam. http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3771
(18.07.2020).
[3] Bkz.: Nuray
KARACA, Nevin GÜNGÖR ERGAN. (2013). Türk Sosyologları. Mehmet İzzet ve Zaeddin
Fahri Fındıkoğlu. Mehmet Çağatay ÖZDEMİR (Ed.). Türk Sosyologları. Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:
2915, s. 32. E-ISBN: 978-975-06-3205-1.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder