Yunus Emre (1238-1328) der ki “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.” İlim yahut bilim, TDK sözlükte “Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci” olarak tanımlanmaktadır. Bilim insanı da deneye dayanan yöntemler kullanarak, gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya, kanıta dayalı bilgi üretmeye çalışır.
Cebinizde cüzdanınızın olduğunu
bilmek, bu gazetenin Avusturya’da yayımlandığını bilmek, bu cümlenin yazarının
dünyaca ünlü bir sporcu olmadığını bilmek… Bunlar kanıta gereksinim duyulmayan günlük,
kullanımlık bilgilerdir. Bu bilgilerin epistemik yahut bilişsel bir değeri
olmakla birlikte, bir bilen ile öbür bilen arasındaki ilişkiye ışık tutmaktadır
ve bu bilenin neyi ne kadar bildiği, bilmeyenin de neyi neden bilemediği Platon
ile öğrencisi Aristoteles’ten bu yana tartışılan bir konudur. Platon doğada
görülenlerin gerçekte ideaların yahut insan ruhunda var olan şeylerin yansıması
olduğunu söylerken, öğrencisi Aristoteles insan ruhunda var olan şeylerin
doğadakilerin yansıması olduğunu söyler ve bilmenin duyular ve akıl yürütme
yoluyla gerçekleştiğini savunur. Tartışmanın ana konusunu bilmenin bireysel ve
toplumsal arka planı oluşturmaktadır. Bu tartışma günümüzde de devam
etmektedir.
İnsan her şeyi bilemez. Bununla
birlikte yaptığı iş, yaşadığı çevre gibi konular göz önüne alındığında,
ortalama bir insanın ömür boyunca neleri öğrenmesi veya hangi konularda neyi
bilmesi gerektiği hususunda bir fikir sahibi olunabilir. Bilmek için öğrenmek
gerekir. Öğrenmek ise bir devinimdir, bu devinimin ve emeğin sonunda elde
edilen kazanımlar bilgiyi oluşturur. Öğrenilen veya edinilen bilgi insanın
özgüvenini pekiştirir ve onu özgürleştirir. Bu durumun farkında olup bilgiye
ulaşanlar; toplumsal ve sosyal hayatta, bilgiyi süs olarak taşımak yerine hayatın
yükünü hafifletmek için kullanır ve bu yolla toplumsal ve sosyal çevrede farkındalık
yaratırlar. Bu gruptakiler bilgiyi rehber edinir, bilimsel bilgiye değer verir
ve bilimsel bilgiyi kullanarak insanlığı ve insan eliyle oluşturulan medeniyeti
çok daha ileri noktalara taşıyabilirler.
İnsan öğrenmenin hazzına,
bilmenin tadına vardıkça, daha ileri öğrenme basamaklarını çıkmak için çaba
göstermeye başlar. Bu çaba kişiyi bilinenden bilinmeyene doğru bir arayışın
hüküm sürdüğü bazen zor, bazen meşakkatli, bazen de çok keyifli bir seyahate
çıkarır. Bu seyahate bazen araştırma, bazen öğrenme edimi denir. Araştırma
aslında “…biliyorum” diyebilmenin mutlu sonuna ulaşmak, keyfini çıkarmak ve sonsuz
okyanuslarda daha ileri araştırmaların anahtarını bulmak, yolunu açmaktır.
Araştırma insanın bir şeyi bilmek
için arayış içinde olduğu süreci anlatır; yetenek geliştirme değil, bilimsel bilgiye,
hakikate ulaşma çabasıdır. Dolayısı ile araştırma süreklilik içeren bir
kavramdır. Bir konuda uzmanlaşmak isteyenlerin, uzmanlaşmak istediği alanla
ilgili olan ve bilinmesi gereken bilgilerle donanması, bilimsel bilgileri alanın
disiplinine sadık kalarak öğrenmesi gerekir. Araştırma gibi öğrenme de zamana
yayılan bilişsel ve duyuşsal bir süreçtir.
Derler ki “Olmak için yanmak
gerekir, yanmak için de ateşi bulmak”. İçine öğrenme ateşi düşenler, herkese
olağan görünen bir durumu, bir olguyu olağan dışı görüp, merak eder; bilgiye
ulaşmak için gerekli ilk adımı atar ve araştırmaya başlarlar. Yapılan araştırmanın
sonucu ile elde edilmek istenen bilgiye ulaşıldığında, öğrenmenin de belli bir
aşaması gerçekleşmiş olur. Bu süreçte bilgiye ulaşan insan, bilgiye ulaştığı an
itibarı ile “ben oldum” derse, araştırma ve gelişme süreci o andan itibaren sona
erer ve öğrenme hali kesintiye uğrar. Çünkü her bir bilgi ileri araştırmalar
için yeni bir basamaktır ve insanlığın gelişimi bu sürecin kesintisiz devamına
bağlıdır.
İnsanın öğrenmesi çevresel
etkilerle de yakın ilişkilidir. Şöyle ki insanın öğrenme çabası aslında bireyin
kendini geliştirme isteği ile de ilişkilidir. Elde edilen bir bilginin
doğruluğunun sınanması için yeni araştırmaların yapılması, kontrol mekanizmasının
devreye sokulması, öğrenme halinin kesintisiz sürdürülmesi gerekir.
Çevresi ile etkileşim içinde olan
insan, bu etkileşim sürecinde de öğrenme edinimini gerçekleştirmekte, sorunlar
karşısında da çözüm üretebilme becerisine sahip olmaktadır. Yani hayatın
sürdürülebilmesi için gerekli temel ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Bu
ihtiyaçlar kendini farklı şekillerde hissettirebilir. Kısa süreli biyolojik
ihtiyaçların karşılanması, insanın tür olarak varlığını sürdürebilmesi amacına hizmet
eder. Daha ileri ihtiyaçların giderilmesi için bilgi ile birleşen yetenek, aklı
devreye sokar. Akıl ve bellek insanı diğer canlılardan ayıran, insana insan
olma vasfını kazandıran özelliklerden biridir. Kısa süreli deneyimlerden ya da
uzun süreli araştırmalardan elde edilen kazanımlar belleğe kaydedilir ve
ihtiyaç duyulduğunda yeniden kullanılmak üzere geri çağrılır. Bu bilgiyi
depolama süreci de araştırma süreçleri sonucunda elde edilen verilerin belleğe
kaydedilmesi, daha doğrusu öğrenme ediniminin sürdürülmesi halidir. Belleğe
yeterli bilgi kaydedenler, doğal olarak bir ürünü geliştirme ve insanlığın
ihtiyacını karşılama becerisine de sahip olurlar. Bir ürünü ortaya koyma
becerisine sahip olanlar da ürün hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları için
o ürünün ortaya çıkarılabilmesi için gerekli süreç yönetimine de hâkim olurlar.
Yani bilgi sahibi olanlar, bilgiyi kullanarak ürüne nitelik kazandıracak
donanıma da sahip olurlar.
Çeşitli bilimsel süreçlerde
yapılan araştırmalar bilgi üretmeye, elde edilen bilginin insan hayatının
geliştirilmesine yöneliktir. Elde edilen bilgi ve üretilen ürün, paylaşıldığı ve
insanlığın faydasına adil olarak sunulduğu ölçüde değer kazanır. Bu ürün bazen
insanlığın sıkıntılarını ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışma, bazen de
bireysel veya profesyonel bir kazanıma dönüşür. Bilimsel bilgi ve ürünü sadece
dünyevi emellere ulaşmak için kötüye kullanan insanlar, bilim tarihinde olumsuz
örnek olarak anlatılmaktadır. Bunlar “erdemsiz” bilgililer şeklinde tanımlanır.
Öğrenilen bilginin yeni kuşaklara
aktarılması, yani öğretme durumu kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Öğretme
sürecindeki insanlar da tıpkı öğrenme sürecinde bulunanlar gibi bedenlerinde
fiziksel bir değişiklik yaşamazlar. Eğitim bu bağlamda belki fiziksel olarak değil
ama bireysel bir davranış değişikliği, toplumsal ve sosyal hayatın gelişimi ve
yeniliklere evrilmesi şeklinde karşımıza çıkar.
Hayat boyu öğrenme, toplumsal ve
sosyal etkileşim sürecinde öğrenme gibi alanlara ayrılan öğrenme; öğrenme edimi
ile yeni bir kavram ile ilişkili olarak ortaya çıkar. Bu kavram okuldur. Okul;
öğrenme ediniminin öğretmen eli ile gerçekleştirildiği kurumsal yapının adıdır.
Bu kurumsal yapı içinde öğrenme aşamalarını tespit etmek, önceden belirlenen ve
kamu otoritesi tarafından da onaylanan bir programın sistematik bir şekilde
aktarılmasını sağlamak amacıyla sınıflara, dersliklere ayrılır. Bu kurumlar bir
yandan bireyin kişisel gelişimine destek olurken, öte yandan toplumun gelecekte
ihtiyaç duyacağı yetişmiş insan gruplarını öngörülen yeni toplum düzenine göre hazırlar.
Bireylere aktarılan bilgilerin somutlaştırılmış göstergesi olarak karne,
diploma gibi belgeler düzenler. Bu
kurumlar öğrenme ve öğretmen çabasını da bireyin sorumluluk alanından çıkarıp,
kamunun sorumluluk alanına taşır. Zorunlu eğitim uygulamaları bu ihtiyaç ve
anlayıştan kaynaklanmıştır.
Gelişmiş toplumlarda araştırmalardan
elde edilen bilimsel bilgi; yayılabilir, doğruluğu sınanabilir bir olgudur. Geçerliliği
doğrulanmış bilginin yanı sıra yeni durumlara bağlı olarak ortaya çıkacak yeni
bilimsel bilgilere saygı duymayı öğretir. Toplumda araştırma iklimi ortaya
çıkar. Araştırmacılar bir bilgiyi bilir, bilimsel bilgiye ulaşmayı öğrenir,
bilinmeyene bilinenler üzerinden ulaşır. Bilgiyi üretene de saygı duyar,
bilgiyi kullanırken de toplumsal ve sosyal bir sorumluluk bilinci içinde
hareket eder. Burada yabana atılmaması gereken bir diğer husus da insana özgü
olan ve kopyalanamayan, dağıtılamayan en önemli olgu, yani yetenektir. Bilgi ve
yetenek birleşince sahibine özgü özel ürünler ortaya çıkar. Bu ürünler de alanda
ilkleri oluşturur. Bir bilimsel bilgi ikinci bir bilgi ile birleşip yeni bir
bilinmeyene ulaşmak için kullanılabilirken, insana özgü olan yetenek, ikinci
bir insanda bulunan bir başka yetenek ile birleşip yetenek üzerine yetenek
kurulamaz.[1]
Dolayısı ile yetenek ve bilgi özel alanı oluşturur.
Sonuç olarak; bilgi gücü, öğrenme
de özgürlüğü beraberinde getirir. Bu özgürlüğün tadına varabilenler okumayı,
yazmayı ve dahi öğrenmeyi yaşam biçimine dönüştürür, henüz var olmayan veya
varlığından haberdar olunmayan bir ürünü ortaya çıkarıp kullanarak dünyaya hükmederler.
Ne diyeyim, bütün bunları verenin “Lütfu da hoş kahrı da”
[1] Okuma
önerisi: Mehmet TEKEREK. Bilimsel Araştırmanın Bilgisi: İnsanın Öğrenme Hali. I.
Sürüm. Kahramanmaraş: E-Kitap, 2020. ISBN:978-625-400-282-3.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder