Bu yazıda geçen ay başladığımız bireysel
iki dillilik konusuna devam edeceğiz. Bu defa çocuklarımızın dil öğrenmesi veya
edinmesi süreci üzerinde duracağız. Anadolu insanı “Bir lisan, bir insan”
diyerek dil bilmenin önemini ortaya koymuş zaten. İnsanın çevresi ile iyi
ilişkiler kurabilmesi, yaşadığı topluma uyum sağlamak bir yana toplumsal ve
sosyal hayatın içinde hayatın kendine sunduğu fırsatlardan eşit oranda
yararlanabilmesi için de dili dil dışı unsurlarla birlikte öğrenmesi ve başarılı
bir şekilde kullanma yetisini kazanması gerekir. Bu nedenle de iki dilli hayat,
yurtdışında olmazsa olmazlardandır.
Burada ifade edilen görüşlerin doğru
anlaşılabilmesi için öncelikle sık kullanılan kimi terimleri açıklamak
istiyorum. Önce öğrenme ve edinme üzerinde duralım. Öğrenme, genel olarak bireyin
yaşantıları sonucu davranışlarında meydana gelen oldukça uzun süreli değişmeler
şeklinde tanımlanır (Bkz.: Özkalp 2009). Bireyler davranışsal, duyuşsal, bilişsel, nörofizyolojik temelli bir dizi
kuramlarla açıklanmaya çalışılan öğrenme etkinliği ile sahip olduğu yetkinliği
geliştirip önceden yapamadığı bir eylemi yapabilir hale gelir. Edinme ise bireyin anlama, akıl erdirme,
görgü, sağduyu ve sezgisel özelliklerini kullanarak çevresinde olup biteni özümseyebilmesi
ve uygulayabilmesidir. Çocuklar, doğuştan itibaren hiçbir eğitim kurumuna devam
etmeden kimi dilbilimcilerin ana dili dediği ilk dilini bu şekilde edinir.
Öğrenme ile edinme arasındaki farka gelince, öğrenme daha çok okul, kurs gibi
ortamlarda, bir eğitmenin yardımı ile gerçekleşirken edinme bireyin
yaşantısında doğal yollarla oluşur.
Yabancı dil öğrenme denildiğinde
okul, kurs gibi eğitim kurumlarına devam edilmesi ve öğrenilen dilin kurum
dışında ana dili olarak konuşan kişilerle pratiğini yapacak ortamın olmaması,
öğrenilen dilin anadili veya birincil iletişim dili olarak kullanılmadığı dil
öğrenme ortamları anlaşılır. Türkiye’deki bir öğrencinin Almanca öğrenmesi
gibi. İkinci dil edinimi ise ikinci bir dili doğal süreçlerde özümsereyek kullanabilme
becerisine ulaşmaktır. Bu süreç okul veya kurslar aracılığı ile yönlendirilmiş
olabileceği gibi doğal süreçte de gerçekleşebilir. Avusturya’ya gelen bir
işçinin hiçbir kursa gitmeden Almanca öğrenmesi doğal süreçle dil edinimi, onun
çocuğunun okula giderek Almanca öğrenmesi de yönlendirilmiş dil edinimi süreci
olarak değerlendirilebilir. Eğer bir çocuk doğumuyla birlikte doğal ortamında
konuşulan ikinci bir dille karşılaşırsa, iki dili de eş zamanlı olarak öğreneceğinden,
iki dilli olarak yetişir (Küpelikılınç ve Ringler 2004: 39). Bu çocuklar iki
dili de eşit düzeyde kullanabilme becerisini gösterirler ve bu sürece eşzamanlı
iki dillilik adı verilir. Bu çocukların ebeveynlerinden biri Türk, diğeri
Avusturyalı olabilir. Eğer çocuk ikinci bir dille ilerleyen yıllarda karşılaşır
ve bu dili kullanma becerisini gösterirse, art zamanlı iki dilli olur. Bu
çocukların ebeveynlerinin Türk olmasına karşın, erken yaşta okul öncesi eğitim
kurumuna devam ederek Almancayı doğal süreçte edinmesi sağlanır. Eşzamanlı iki
dilli çocuklar her iki dili eşit düzeyde kullanırken, art zamanlı öğrenilen
ikinci dil birinci dile göre daha geriden gelir. Çevrenin ve çocuğun özelliklerine
göre gelişim gösterir.
Çocuklar dünyaya tek veya iki
dilli olarak gelmez; aksine dil öğrenme yetisine sahip olarak doğarlar. Chomsky
(1965) ve diğer uzmanların ortaya attığı görüşe göre çocuklar, içine doğduğu
çevrede konuşulan dili edinirler veya öğrenirler. Çocukların doğuştan getirdiği
dil öğrenme mekanizması da belli bir milletin diline has olmayıp, zaman içinde çevrede
konuşulan baskın dile göre şekillenir.
Çocuklar ne doğumdan önce ne de
doğumdan sonra iki dilli veya tek dilli birey olma gibi bir tercih yapma
durumunda değildir (Nauwerck 2005: 56). Onlara bu özelliği kazandıran tamamen çevresel
faktörlerdir. Kniffka ile Siebert-Ott (2007) tarafından ortaya atılan görüşe
göre köken ülkenin dışında yetişen çocuklardan birinci dili olan anadilini/köken
dilini yeterince öğrenemeyenlerin bilişsel gelişimlerinin tehdit altında olduğu,
zaman içinde olumsuz psikolojik sonuçların ortaya çıkabileceği savunulur. Bu
nedenle de ikinci, üçüncü dilin/dillerin öğrenilebilmesi için köken dilinin iyi
öğretilmesi/öğrenilmesi gerektiği üzerinde durulur. Hatta eğitim kurumlarında
da bilinçli bir plan ve program çerçevesinde anadili/köken dili öğretiminin
yapılması, bireyin diğer dilleri daha kolay öğrenmesini sağlar ve bu durum genel
okul başarısı açısından bir gereklilik olarak görülür (Kniffka ile Siebert-Ott
(2007: 181).
Cumnis (1979) bu durumu dil
edinimi kuramları arasında dil öğrenme eşikleri şeklinde tanımlar ve çocuğun
birinci dili belli bir düzeyde öğrenmesi ve ikinci dili bunun üzerine inşa
etmesi gerektiğini anlatır. Birinci eşikte gerekli dil düzeyine erişilemezse,
ileride iki taraflı yarı dillilik durumu ortaya çıkar, ki bu durumda bireyin eğitim
hayatında yaşayacağı başarısızlıkların yanı sıra toplumsal ve sosyal hayatta da
kendini yeterince ifade etmesinde bir dizi güçlüklerle karşılaşmasına neden
olur. Örneğin, Almanya'da henüz çocuk yaşta olduğu halde 60'ın üzerinde suç
işleyen ve 1998 yılında Türkiye'ye sınır dışı edilen "Problem Çocuk" vak’ası
bu görüşün gerçek hayata yansıması olarak değerlendirilir. İkinci eşikte,
birinci dil normal olarak edinildikten/öğrenildikten sonra ikinci dil veya
yabancı dil yarım edinilse/öğrenilse bile bu durumun bireyin hayatına olumsuz
veya olumlu etkisi olmaz. Son eşikte, birey birden fazla dile eşit düzeyde veya
birbirine yakın derecede hakimse, hayatında da olumlu etkileri olur (Cummins
1984: 193).
Peki “Çocuk ne zaman iki dilli
olur?” dersek. Bu sorunun sihirli bir cevabı da yoktur. Bazen doğuştan
itibaren, bazen doğuştan sonra. Bu durum tamamen çocuğun çevresinde iletişim
içinde olması, ikinci dili konuşanlardan olumlu deneyimler edinmesi ve onlarla
bir arada yaşaması süreciyle ilgili olup, karşı dil ve kültürle ilgili olumlu
deneyimler ikinci dili edinmede kolaylık ve başarı sağlar (Bkz.: Kielhöfer/Jonekeit
1998: 15). Çocuğun ikinci dili konuşanlarla ilişkisi kopuksa veya ikinci dil
toplum içinde saygınlığı pekiştirici bir unsur olarak görülmüyorsa, çocuk da
ikinci dili öğrenmeyi/edinmeyi göz ardı eder.
Dil edinimi süreci gerçek hayatta
kuramlarla anlatıldığı kadar karmaşık değildir. Dilbilimciler toplumsal
gerçekliği olduğu gibi analiz eder; sınıflandırır ve kararı yorumculara
bırakır. Gerekli tedbirleri almak ve uygulamak onların işi değildir. Dil
öğrenme veya edinme sürecini karmaşık hale getirenler kural koyanlar ve koyulan
kuralları uygulamaya çalışan (politikacılar, yöneticiler, öğretmenler,
ebeveynler gibi) yetişkinler olmaktadır.
Çocuklar nerede, hangi ülkede
yaşarsa yaşasın, kendi etkileri olmaksızın içine doğdukları, yaşadıkları toplumsal
ve sosyal çevrenin durumuna göre şekil alırlar; büyüdükleri çevrede birden
fazla dil konuşuluyorsa, çok dilli; tek dil konuşuluyorsa da tek dilli
yetişirler (Jampert 2002: 72). Dil onlara göre hayatlarını idame ettirmek için gereksinim
duyulan bir araçtır. Gereksinimler çok dilli ortamlarda birden fazla dil ile
tek dilli ortamlarda da tek dil ile karşılanır. Bu duruma daha fazla anlam
yüklemeye çalışmak yerine, çocukların dilsel gelişimlerine yardımcı olmaya
çalışmak, çok dilli ortamları oluşturmak ve karşı kültürün taşıyıcıları ile
iletişime geçmek daha akılcı bir çözüm gibi görünmektedir.
Yaklaşık üç yaşında anaokuluna
başlayan çocukların haftada 35 saat olmak üzere toplam 4525 saatte yaklaşık
3500-4500 kelime öğrenmesi beklenmektedir (Zweitspracherwerb 2014: URL). Bu
dilsel kazanım, çocukların okul başarısı bakımından toplumun bütün tarafları
için arzu edilen bir durum olmakla birlikte, çocukların ebeveynlerince
desteklenmesi ve bunun için de çocukların birinci dille ilişkileri koparılmadan
ikinci dil ile de iletişim kuracakları ortamlara sokulması, yani okul öncesi
eğitim kurumları ile tanıştırılmaları gerekir. Bu kurumları oluşturmak yerel
yöneticilerin, ortamları ve fırsatları kullanmak da ebeveynlerin görevidir.
* Bu
yazı, Europa Journal - Haber Avrupa (www.europa-journal.net) Kasım
2014 sayısında yayımlanmıştır. Yazının yayımlandığı adres: https://www.yumpu.com/de/document/view/29874347/haberavrupa-europajournal112014
(18.11.2014).
Kaynaklar
Bir gazete yazısında pek alışılan
bir durum olmamakla birlikte, hem görüşlerimi desteklemek hem de konuya ilgi
duyanlar için kaynak vermekte yarar görüyorum. Bu defa yararlandığım/önereceğim
kaynaklar şunlar:
Chomsky, Noam. (1965). Aspects of
the Theory of Syntax. (2. baskıyı 1969’da; 50. baskıyı 2012’de Olivia Newman
ile yaptı). USA: The MIT Press.
Cummins, Jim. (1979) Linguistic
interdependence and the educational development of bilingual children. Review
of Educational Research 49, 222-51.
Jampert, Karin. (2002). Schlüsselsituation Sprache. Spracherwerb im
Kindergarten unter besonderer Berücksichtigung des Spracherwerbs bei
mehrsprachigen Kindern. Reihe: DJI-Reihe (Kinder). Opladen: Verlag Leske
und Budrich.
Kielhöfer, Bernd; Jonekeit,
Sylvie. (1998). Zweisprachige
Kindererziehung (11. Baskı 2002). ISBN 3-923721-05-6.
Kniffka, Gabriele; Siebert-Ott,
Gesa (2007). Deutsch als Zweitsprache.
Lehren und lernen. (3., güncel baskı: 2012) Paderborn · München · Wien ·
Zürich: UTB-Band-Nr: 2819; ISBN:
978-3-8252-3730-1
Küpelikılınç, Nicola; Ringler,
Maria. (2004). Spracherwerb von mehreren Sprachen. In: Verband binationaler Familien und Partnerschaften (Hg.): Kompetent
mehrsprachig – Sprachförderung und interkulturelle Erziehung im Kindergarten.
Frankfurt a. Main: Brades & Apsel, S.29-50.
Nauwerck, Patricia. (2005).
Zweisprachigkeit im Kindergarten. Konzepte und Bedingungen für das Gelingen.
Freiburg (Breisgau), Pädag. Hochsch., Diss. (2. Baskı Stuttgart: Fillibach bei
Klett, 2012.) ISBN 9783931240356.
Özkalp, Enver (2009). Davranış Bilimlerine Giriş. Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, Yayın No: 722.
Zweitspracherwerb (2014). Bildung
ist die Chance auf eine gesicherte Zukunft. URL: http://www.zweitspracherwerb.com/seminare/
(son erişim: 03.11.2014).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder