Füsun Önal’ın gençliğimde severek dinlediğim bir şarkısı vardı “İnsanlar,
insancıklar; binlerce yüz binlerce… Hepsi yaşam derdinde” Hayatın acımasız
yüzüyle karşı karşıya kaldığımız bugünlerde, internette gezinirken eski bir
dost gibi karşıma çıktı. Hani tanımadığınız bir şehrin caddelerinde,
sokaklarında gezinirken, bir an tanıdık bir sima ile karşılaşırsınız ve o da
sizi alıp geçmişin anılarına geri götürür ya o misal. Böyle zor zamanlarda insanlar
daha bir duygusal oluyor, hayata ve insana dair çeşitli değerlendirmeler
yapıyor. Dinlediğim şarkının üzerimde bıraktığı etkiyle, Amerikalı Amiral Hyman
G. Rickover’e atfedilen şu söz aklıma geldi: “Küçük insanlar kişileri, ortalama
insanlar olayları, büyük insanlar ise fikirleri konuşur”
İnsanlar neye göre küçük büyük olarak ayrılıyorlar bilemem ama içimizden
bazıları doğruyu, hakikati görmesine rağmen, öncelikle kusurlara yoğunlaşıyor;
karşılaştıkları kişilerde, yaşadıkları olaylarda her dem eksik, kusur arıyor; insan
ilişkilerinde hemdem olmak yerine daha çok tespit ettikleri veya kendilerince
eksik, kusur olarak gördükleri noktalara odaklanıyorlar. Bu insanları uzaklarda
aramaya gerek yok. Onları şurada veya burada; uzak, yakın çevrenizde kolaylıkla
görebilirsiniz. Bunlar iş yerine laf üretir; dedikodu, ispiyon veya laf taşıma
en iyi bildikleri iştir. Sanırım “Ölmüş kardeşinin etini yemeyi[1]”
adeta alışkanlık haline getirmiş olan bu insanlara “küçük” insanlar benzetmesi
yapılabilir.
Bu insanların yanı sıra şüphesiz algısı yüksek olan, Hakk ve hakikati görüp
algılayan insanlar da yok değildir. Bunlar gördüklerini sorgularken yukarıda
sözü edilen olumsuz tutumlardan özellikle kaçınırlar. Kişiler üzerine değil de
daha çok olaylar üzerinden konuşurlar. Ağırlıklı konuları “N’olacak bu
memleketin hali?” ekseninde değişir. Gündeme göre bazen bir derbi maçı, bazen
de bir pandemiyi anlatarak oyalanırlar. Bunlar zararsız, kendi halinde
insanlardır.
Üçüncü bir grup daha var ki onları Alman yazar, filozof, gazeteci Gotthold
Ephraim Lessing, “Zekâsını inkâr edenin büyük zekâsı var demektir” diyerek tanımlamıştır.
Bu gruptaki üstün zekâlı insanlar Hakk ve hakikati görüp, bilirler; pek
çoklarının kafa yorduğu ufak tefek, gündelik işlerle uğraşmak yerine olaylara
daha büyük ölçekten bakmaya çalışır, üstesinden gelebileceklerine inandıkları
konularda fikir üretir, tartışır, ortaya koyulan çözüm önerilerinin uygulanması
aşamasında da sorumluluk alırlar. Bu insanlar, önemsiz şeylere kafa yormanın
anlamsızlığını kavramışlardır. Kişileri konuşmanın veya günübirlik olayların
tartışılmasının üretime de bir katkısının olmadığını bilirler ve buna göre bir
tutum geliştirirler. Fikirleri, yenilikleri konuşur; geleceği biçimlendirmeye gayret
ederler. Bunların ufku geniştir; özgür, üretken ve mantık çerçevesinde
düşünürler. Fikirleri de özgür düşünceyi nasıl kullanabildiklerinin
göstergesidir. Bu insanların birinci grupta anlatılan insanlara göre toplum
içinde kabul görmesi görece olarak daha zordur. Marjinal, sıra dışı olarak
görülürler. İnsan ilişkileri ilk iki gruba göre daha zayıf olmakla birlikte,
toplumların geleceğini bu kişiler şekillendirir.
Öte yandan son iki grubun arasında yer alıp, bulunduğu ortamda entelektüel
bir izlenim bırakarak sanal bir gerçeklik, yapay bir imaj oluşturma çabasında
olanlar da görülür. Bunlar bulundukları köşelerde gözüne kestirdikleri insanlar
hakkında dedikodu yapar, onların açıklarını arar ve arkasından seviyesiz bir
üslupla tartışan insanlardır. Kişiler ve olaylar üzerine konuşmak günlük
hayatlarının bir parçası haline gelir ki kendileri de kapıldıkları bu hayal
ortamından gerçekliğe dönmekte zorlanırlar. Bunlar bir konuyu araştırıp incelemeden
uzak yakın, tanıdık tanımadık hemen herkes hakkında söyleyecek bir söz bulurlar.
Hemen her konuda “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibidirler.[2]”
En belirgin özellikleri de ilk grup için tanımlanan insanlardan farklı olarak
toplumsal ve sosyal hayata artı değer katamamaları ve fikir veya iş üretme
konusunda yetersiz olmalarıdır. Onlar şarkılarda terennüm edildiği üzere
gönlünü esen yele kaptırıp günübirlik yaşamaya devam ederler.
Alman edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe de der ki “Akıllı adam, akılsız
adamın son yaptığını ilk önce yapar.” Bu nedenle sorunlara “Neden?” diye değil;
“Neden olmasın?” diye çözüm odaklı bakar. Hayata ve olaylara çözüm odaklı bakan
insanoğlu, duygularını harekete geçirirken etik doğruluğu da göz önüne alırsa,
gördüğü durumlar ve yaşadığı olaylar karşısında diğergam olarak haz ve acıma
duygularını harekete geçirerek zihinsel bir üst aşamaya çıkabilir. Bu çabayla
kişisel hırslarından arınan insan, kendi özdeğerlerini gözden geçirerek,
eksiklerini gidermeye başlar. Önceki kişiliğinden değil, zihinsel ve ruhsal açıdan
arındırdığı yeni kişiliğine haz veren başka bir uğraş aramaya geçer.
Aristoteles’in ifadesi ile üç temel bilme yetkinliği kazanır. Bu yetkinlikler
salt düşüncenin işlemi ve ilk nedenlerin bilgisi olan teorik bilgiler, ikincisi
eyleme ilişkin pratik bilgiler ve son olarak sanatsal yaratmayı ele alan poetik
bilgiler.
Platon, hayata ve insana dair tespitlerde bulunurken, “gerçek bilgiye ruhun
bedenden kurtulduğu, bedenle hiçbir temas ve birlikteliğin olmaması durumunda
kendimizi bu beden denen kirden arıttığımız ve kurtardığımız zaman yaklaşabiliriz.
Yani, bedenin budalalıklarından kurtulduğumuz anda, saf olanın birlikteliğine
katılmayı, dolayısıyla da doğruluğun ve doğrudan bilgisine sahip olmayı ümit
edebiliriz” demiştir. Ona göre, “bu bir seyahattir ve zihni saflaşmış, hazır
hale getirilmiş bir başkası tarafından da iyi umutlar beslenerek yapılabilir.[3]”
Sofistlere göre, “Öğrenmeye engel olan şeyleri, önyargıları, kırıntı bilgileri
soruşturarak ve tartışarak ruhumuzdan uzaklaştırırız ve arınırız. Arınma en iyi
ve akıllı ruh durumudur."
Değerli okuyucular; bu zor günlerde “Her nimetin bir sorumluluğu vardır.”
(Tekasür, 8) emrine uyarak, yaşadıklarımızı gözden geçirelim; bedenimizi olduğu
kadar ruhlarımızı da arındırıp, insani ilişkilerimizi özdeğerlerimizle tutarlı
hale getirmeye bakalım: her birinize sahip olduğunuz ilahi öze uygun; insanın
insana iyilikte ayna olacağı, sağlıklı ve huzurlu bir hayat dilerim.
Not: Bu yazı Haber Avrupa Gazetesi'nin Nisan 2020 sayısında yayımlanmıştır.http://europa-journal.net/insanin-insana-ayna-olmasi/ (18.04.2020).
[1] Hurat Suresi 12. Ayet: Ey
iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri
araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş
kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a
itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti
sonsuzdur.
[2] Uğur Mumcu’nun, bir
yazısında kullandığı Hint atasözü. Âli İmrân Suresi'nin 66. ayetinde de “İşte
siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında
tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah
bilir, siz bilmezsiniz.” buyurulmaktadır.
[3] Bkz.: Katharsis. Mefhum
Fikriyat. https://www.fikriyat.com/mefhum/2018/06/07/ruhun-yikici-tutkulardan-arinmasi
(13.04.2020)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder